Fikre Takılanlar

fikre-takilanlarSonsuzluk Kulesi‘ni takip eden bazı okurlardan e-postama çeşitli konularda (Mucizeler, Duygusallığın yeri, Sabır-Dua-Zikir-Rıza kavramları, Kıyamet süreci, Ölüm ötesi, Cinler, İman) göndermiş oldukları suallere vermiş olduğum kısa cevaplardan oluşturulmuş bir derleme paylaşımı.. Faydalı olması dileği ile…

Mucizeler gerçekten var mıdır? Yani, örneğin  Hz. Şemsin tavana doğru namaz kılması vs. yoksa bunlar da mecaz yollu anlatımlar mı? Sonuçta Allah sistem ve düzeni var diye düşünüyorum, hangi mermer üzerine düşen cam bardağa acır, her olgu da kendini hissettirmez mi?

Ue insanı hakikatine götüren, ilimde AZ bırakan anlamınadır. Rasûlullah’ın tek mucizesi de Kur’an’dır, kendisidir, ilmidir, ilimdir.

ayinikiyebolunmesi

Döneminde, halkın çokça meraklı olduğu olağanüstü halleri göstermediği için, bu nasıl bir peygamberdir diye eleştirilmiştir de!.. Vefatından sonra ise, peygamberliği olağanüstü haller göstermekle özdeşleştiren süpermenci zihniyet tarafından kendisi ile ilgili çok sayıda mucize uydurulmuştur.

Şahsen belirli sınırlar dâhilinde şu anki bilim/bilgi seviyemize göre normalüstü gözüken durumlar kişilerden hâsıl olabilir; fakat tavana doğru namaz kılmak, ayı ikiye bölmek tarzındaki anlatımların  sembolik anlatımlar veya uydurma olduklarını düşünüyorum ve beni hakikatimle alakalı olarak motive edemedikleri için de ilgilenmiyorum açıkçası.

Sistemde hep deniyor ya duygusallığa yer yoktur. Nedir bu tam anlamı ile? Mesela benim ruh halim çok feci bir duygusallık içeriyor. Eski anılar yardıma muhtaç birilerini görünce kendimden geçercesine üzülüyorum. Bu da rasyonel karar almamı engelliyor belki de ama sonuçta bunu sorgulamıyorum. Gerçekten nedir bu duygusallık. Duygu elbette olacak ama.

Sistemde duygusallığın olmaması ayrı, bizim duygusallığımız ayrı konular. Duygusal olmayan insan bu yola zaten giremez. Duygusallık, hakikati hissetme potansiyelinin göstergesidir.

Fakat ilim alındıktan ve oturmaya başladıktan sonra duygularımızın aklın kontrolünde, mantığımızı örtmeyecek şekilde seyredilmesi gerekir.

Rasûlullah, kızı öldükten sonra 3 gün yas tutmuştur? Demek ki bu kadarına izin verilmiş.

Sabır her şeye katlanmak mıdır? Yoksa gereği gibi yaşayıp ona göre önlemlerini almak mıdır? Sabır ve şükür birbirini tamamlayan şeyler ise şükür ettiğimiz şey hep olumlu şeylerde olduğu gibi olumsuz şeylerde de olmalı diye düşünüyorum.

Katlanmak anlamına gelen sabır günümüzde Türkçeye girmiş versiyonudur, fakat Kur’an’da azmetmek anlamına kullanılmaktadır.

Egom, karşısındakilerinin hakîkatini göremez; ona ve eylemlerine “katlanır” durur, kârı vardır, feda-kârlık yapar. Allãh’ın Velîsi olduğu mahâl, “karşı-lar” görmez, her karış Hak’tır onun (Gönül) gözünde ve “Sabreder” Hak’tan gelenlere.. Sabretmekse, katlanmak değil, Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp gayret etmektir ki bunu da ancak haline şükreden insanlar yapabilir.

Kuranda hep kıyamet gününden, hesaptan bahsediyor. Bunu neden peki mecazlarla iletmiş. Kıyam -et hâlbuki bir anın sonrası değil mi? Yapan, eden O ise iyi-kötü, ödül-ceza diye bir şey de olmamalı aslında, daha doğrusu karşılık olarak karşımıza çıkıyor diye düşünüyorum. 

Kıyamet günü değil de, kıyamet süreci diyelim. YEVM kelimesi SÜREÇ, PERİYOT anlamına da gelir. Kıyamet de Hakikate DİRİLİŞ demektir.

Şu halde, Hakikate Diriliş sürecinden bahsetmektedir Kur’an. Ve bu süreçteki hesap da gene ayetinkendini bil ifadesi ile kişinin nefsini tanıması ile nefsi tarafından yapılmaktadır. Bu yolculuğun kelimelerle iletişim kuran bilincimize mecazlarla anlatılma nedeni, bilinçaltı ve derin, evrensel alt bilincimizin hal dili olmasından kaynaklanıyor. Yani ruhun ve nefsin dili gündelik dildeki en yakın karşılık gelen/izdüşüm kelimelere tercüme ediliyor.

Duada tam olarak anlayacağımız şey nedir? DUA senin halin ise dille istemek yâda şu ayeti 40 kere 50 kere tekrarlamanın faydası ne? Bir de zikir de anlamını bilmediğimiz sözcüklerin tekrarının faydası nedir? Bu konu da ki yorumunuzu merak ediyorum. 

Rasûlun sünnetinden, dualarımızda kalıplaşmış cümleleri tekrar etmekten ziyade, içimizden geldiği gibi samimiyetle Allah ile sohbet etmeyi anlıyorum.

Duanın da katmanları var.

Birincisi, dil ile ettiğimiz niyazlar (güçsüz bir bilinç düzeyi), ve paralelinde ikincisi, bilinçaltımızdaki şebekelerin tümel yayını, beddua da olabilir. (bilinç güçsüz olunca, güçlü bilinçaltı düzeyi)

dua beyinÜçüncüsü ve Kuran’da da DUA-ÇAĞRI olarak değerli gösterilen, bilinçaltını Hakikat bilgisine göre uyarlayıp-temizleyip, kontrol eder hale geldikten sonraki evrensel alt beyin düzeyinden Bilinç seviyesine yayılan hâl (“bilinçaltı” “evrensel alt beyin”den gelen yayına şeffaflaştığından “bilinç” ÇAĞRISI artık güçlüdür).

Kalıp olmayan samimi duaların tekrar edilmesinin faydası şu: Her ne kadar güçsüz olsa da tekrar tekrar edilmesi beyni-bilinçaltını dua edilen konuda/yönde geri-besleyerek programlayacak ve kişinin nihai halini de değiştirecektir.

Zikir ile ilgili olarak da düşüncelerim…

Kişide TEFEKKÜR (Varlık üzerinde derinlemesine düşünüp birtakım hissiyatları şuurunda yaşamadan) olmadan yapılan kelime tekrarları -bu kelimeler, kalıplar Kur’ân’dan da olsa (Allãh, Rahman vs. veya Arapça dualar, âyetler)- bir ANLAMa sahip olmadıklarından (yâni bu kelimeleri tekrar eden bilinç tarafından bunlara bir anlam yüklenmediğindenMANTRA olarak kalacaktır. Hatta Mantra gibi fayda verebilmesi için -anlamı bilinmese de- yapılan kelime tekrarlarında zihnin farklı, gündelik düşüncelere sürüklenmemesi gerekir.

inanc-ve-huzurZihnin tek bir kelimeye odaklanmasıyla, dış dünyadan beyne giren veri akışı asgariye indirgenerek zihnin daha sakin bir seviyeye çıkartılması mümkündür (meditasyon ve türevlerinin genel mantığı budur). Zihin, dış dünyanın gürültüsünden uzaklaştıkça beynimizde saklı belli belirsiz duygular, düşünceler hızlı bir şekilde zihinden gelip geçmeye başlar, zihne çıkar ve su yüzeyine çıkan baloncuklar gibi patlar gider. Mantraların faydası budur. Bu tekniğe devam edildikçe, her ne kadar kişi daha sakin bir zihinle yaşamını sürdürüyor ve daha derin zihin seviyelerine ulaşıyor olsa da –“Mutlak Varlığın indindeki hiçliğin” itirafını beyan eden korunma duası yapılmadan/yaşanmadan- “egonun ruhsal açıdan kendini beğenerek şişmesi” gibi cinnî bir duygunun zihne yerleşme tehlikesi her zaman vardır.

Daha detaylı olarak  Beyin ve Zikir ve Hissettiren Zikir yazılarıyla paylaşmıştım.

Birçok kişi görüyorum çevremde oruçlu, namazlı; ama hep yapılanlar ölünce rahat etmek için gibi. Oysa burada Allah rızası ne oluyor? Bazen kendim birine yardım ediyorum, sonra huzurlu oluyorum, acaba yardımı huzurlu olmak için mi yapıyorum diyorum ve kendime kızıyorum.

Bir eylemin Allah rızası için yapılması, hiç bir karşılık beklemeden, içten gelecek şekilde yapmak demektir. İçten gelmesi, huzur vermesi zaten bizde rızanın açığa çıkışının göstergesidir. Her türlü bekleyiş (Allah’tan bile olsa) tanrısallığa, menfaate dönüştürebilir olayı. Bize düşen teslimiyettir, O nasıl dilerse öyle karşılık verir.

İnsan kendi nefsini daha iyi bilir.. Huzur bulmak için yapılan amel huzuru kaybettirir zamanla.. İçinde menfaat/amaç olduğu için… Ama hakikaten içinizden gelerek yapıyorsanız ÜRÜN olarak OTOMATİKMAN HUZUR çıkar :)

Cin denilen yapı gerçekten bizim dışımızda olan bir yapısal canlı varlık mıdır? Örneğin kedi köpek gibi bu dünya gözü ile algıladığımız gibi. Yoksa beynimizin içinde olan bir boyut mudur?

Cinlerin insan beynindeki bilinçdışı/bilinçaltı yani saklı kişilikler olduğunu, bizden ayrı varlıklar olmadıklarını düşünüyorum. Cin konusu ile ilgili olarak düşüncelerimi Güncellenmesi gereken Cin anlayışı ve Süleymanın cinleri isimli iki yazımla paylaşmıştım.

Neden bizler hep ölüm ötesine merak duyuyoruz. Hep kendimizi bu beden olarak kabul etmemizden mi kaynaklanıyor? Bazen kendime kızıyorum. Ölüm ötesini düşünmek egoma hizmet mi diye. Ama düşünmeyince de vurdumduymaz mı oluyorum diye. 

Ölüm ötesi merakının, daha doğrusu sınırsızlık-ebediyen yaşama isteğinin temelleri öz-varlığımızın BAKİ oluşundan kaynaklanıyor. Özün bekası, ego sahibi bizlerde de sonsuza dek yaşama isteği içgüdüsünü farklı farklı davranışlarla doğuruyor.

ölüm-merakiBâki olan, Rabbin Sûretidir/Yüzüdür (Rahman-27).

Sûretten kopup gelen, fâni (Rahman-26) adını alan “birim” de, hep Bâki olmak ister, Sîreti gereği!.

“Bu Yüz”dendir Âhiret inancı… Toprağa karışıp gitmek yerine, algılamak ister ebeden, âlemi.

“O Sûret”tendir Gizil/Gizli Arayışı… Dalıp gitse de mâsivâ ru’yaya, çalmak da ister nâdiren, Gönül kapısını.Hayatını/neslini sonsuza dek idâme ettirme içgüdüsü vardır hep, Bekâ adına…

Zâten o yüzden değil mi, meyledişi Fâni olana?

Çünkü bakmak ister tenselliğin/cinselliğin tadına!.. (Bir Aşk Hikayesi… )

Rasûlullah’ın sünnetine göre tümden ahirete de tümden dünyaya da rağbet etmek dengeyi bozmak olacaktır ve bu egoya hizmet anlamına gelir.

Dünyaya meylin dengenin ötesinde artışı bedensel zevkleri ön plana çıkartarak egoya hizmet ederken,

Ahirete meylin dengenin ötesinde artışı ruhsal zevkleri ön plana çıkartarak egoya hizmet eder.

Yapan eden O ise. Bize düşen ne? Gerçi ben diye bir şey de yok ama gene de varsak.

Tasavvufla yeni tanışanların çokça içine düştüğü çıkmazlardan biri de “ben var mıyım yok muyumun” anlaşılamaması…

ben yokum ile kastedilen, kendini belirli vasıflarla tanımlayan, “kişilik olan ben”, egonun sanal/yalan bir varlık, bir beyin ürünü olduğudur; ama bizdeki BEN hissi TEK olan Varlığa aittir ve egoyu her an (TEKlik veya ÇOKLUK algısı şeklinde) seyir halindedir. Dolayısıyla ben yokum demekten ziyade “ben” bağımsız, ayrı bir varlık olarak yokum demek daha anlaşılır olacaktır.

farkindalik

Bu BEN hissi eğer ego ile birleşir/örtülür ise, kişi kendini cehennemde hisseder, ilahilikten uzak yaşar.

Bu BEN hissi eğer egoyu kontrol eder, ego ile arasına bir farkındalık mesafesi koyarsa, onunla özdeşleşmez ise, kişi kendini kabre sokar, sonra da cennette hisseder, ilahi olarak yaşar.

Kendini ego olarak hisseden bizlere düşen, beynimize giren bilgilere, bizden çıkan davranışlara dikkat etmek. Bu dikkat geri besleme mekanizması ile kendiliğinden BEN ile egonun ayrılmasını sağlayacak ve bizi ilahi alanımıza yakınlaştıracaktır (perdelerin kalkması)..

Ahiret denilen ortam, BEN hissi ile ego arasındaki farkındalık mesafesidir. “Ego” ayet gereği zaten dünyada da ahirette de fanidir/yoktur, şu an dahi böyledir.

Ahmed Hulusi’nin cin-insan kitabını okuyorum, sanırım ikili bir anlatım söz konusu. Orada cin sanki dışsal bir varlık gibi anlatıyor ama başka eserlerinde cin bir boyutsallık gibi anlatıyor her şey beynimizin içinde değil mi zaten?

AH yıllar önce o dönemin şartları içinde, belki bazı ezberlere dokunmamak için belki biraz da resmin bütününü bizlerin görebilmesini istediği için, Kur’andaki gibi ikili bir dil kullanmış olabilir. Bizleri içselliğe yönlendiren bir insanın  bu konuyu da artık bizim çözmemizi istemiş olabilir, kim bilir :).

Uğur Koşar adında bir yazar var, diyor ki: O’NUN RÜYASINI BİR KÂBUSA DEĞİL, KENDİ CENNETİNE DÖNÜŞTÜR. Eğer O’nun rüyası ise… Ben neyim? Ne olacağım bu rüya bittiğinde? Ben ne işe yarıyorum? Eğer rüyayı gören zaten ben isem neden bunu bilmiyorum?

Sen, “ben ve O” ayrımıyla yaşadığın için ‘ben-sen-o’suz “O” olduğunun farkında olmayan “O”‘nun alt boyutlardaki bir algılama durumusun.

Bu hayat sen-O ayrılığının olmadığı durumdaki “O”nun rüyası.

Tekil/AHAD olan “O” algı durumu, “Berkay” adı altında gözüken varlıkta, çokluk algısı içerisinde olduğu için, henüz zahir olmadığından bu rüyanın kendi rüyası olduğunun farkında olmuyor haliyle.

”İnsan beyni geri besleme sistemiyle devamlı gelişim içerisindeyse eğer.. Bir insan, ömrü boyunca cennet ameli işler ve ölümüne bir arşın kala cehenneme gider. Bir insan ömrü boyunca cehennem ameli işler ve ölümüne bir arşın kala cennete gider.. Hadisini nasıl birbiri ile bağdaştırabiliriz”

Bu sorunun tek cevabı ÎMAN’dır (İnanç anlamında değil).

Kişiyi cennete sokacak olan amelleri değil, îmanıdır/emin olma/Varlığa güven duyma melekesidir çünkü.

Kişi bir ömür cennet amelleri olan örneğin bol nafileli namazlar kılsa, ekstralı oruçlar tutsa, trilyonlarca zikir çekse vs.; ama İMAN açığa çıkmamışsa ŞİRK’te olduğu için totalde amelleri BOŞA gidecektir (âyettir).

Amelleri GERİ BESLEME ile en ince oyunları kurgulayan şeytanlığını, egosunu besleyecektir, gizli gizli.

Ben de varım, ben amel ediyorum, ben dinliyorum, ben mânevî olarak yükseliyorum, ben mütevaziyim, bende açığa çıktı vs. yayınını yapıyor ve her an geri besliyor bilinçaltı ben, ben, ben…liği..

Beynin geri besleme mekanizması insanı sürekli geliştirmez, sürekli değiştirir. Sinir sistemi olan her canlıda (böcek, sürüngen, memeli, insan) bu mekanizma doğal olarak vardır; uhrevî avantajı yoktur, İMANLA avantaj olarak kullanılır.

ÎMAN=EMİN OLMAK, “ben” bağımsız-ayrı bir yapı olarak hiç bir zaman var olmadımı Şuûr’un kaskatı, sert bir şekilde hissetmesidir (İDRAK), ŞİRK’ten kurtulmaktır.

Mekke dönemi bu idrak, bu imanın oturması sürecidir (Salât). Cenneti (huzur boyutunu) kişide açığa çıkaracak ameller bu idrakla beraber kişiye FARZ olur (Salât’ın bedensel amellerle İKAMESİ, ayağa kaldırılması, derinleştirilmesi, Medîne dönemi).

İsmi üstünde, cennet ameli. Cennet kokusunu alıp ergenliğine girdiğinde bu ameller farz olur sana, otomatik, hissedersin, mürşidin (kim veya ne ise) fısıldar sana.

Cennete İMAN ile girersin; amellerin Cennet katlarında dolaştırır seni.

Cehennemdesin; daha doğmamışsın bile; ama cennet ameli işlemektesin, yararları olabilir; ama ÎMAN olmaz!. Çünkü Şuûr=İdrak=Melekî Hissediş doğmamıştır.

Cennettesin; ama cehennem=dünyalık ameller işlemektesin, olur! Çünkü Şuûr kalkanın vardır.

Cennetlik amellerin cehennemlik küçük amellerin silinmesine vesile olur.

Fikre Takılanlar” hakkında 13 yorum

  1. Cevapların bir kısmını tam tadında bırakmışsınız…devamını okumak istiyor ama yok sanırım araştırmaya meraka zemin hazırlamak amaç. Bir çırpıda okuyunca sohbet havası hissettirmiyor değil. Uzun zaman oldu dost meclislerinde bulunmayalı, emeğinize sağlık.

    Teşekkürler

  2. Sizi hakikatle ilgili motive etmese bile varolmus ve kuran-i kerimde gecmis bir olay icin ( ayin yarilmasi) uydurma oldunu soylemeniz ne derece hakkaniyetle ortusur?”KIYAMET YAKLAŞTI VE AY YARILDI. ONLAR BİR ÂYET (MUCiZE) GÖRSELER, ONDAN YÜZ ÇEVÎRlP -‘NORMAL BiR SİHİR” DERLER, YA­LAN SÖYLERLER, NEFİSLERİNE UYARLAR.” (Kamer Sûresi, l-3.âyet-ler) ama sunu anlarim benim icin olsa da olmasa da bir, yakinim degismeyecek,tamam,fakat varolmus bir hakikat icin uydurma demek cok aci,lutfen dogru olmayin dosdogru olun “O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol!…” (Hûd, 112)  baki selam

  3. Değerli Ayşe, uydurma olduğu bilinen (Ay’ın bir parçasının sahabenin bahçesine düşmesi vs.) rivayetlere dayanarak âyete yaklaşıldığı için bu şekilde bir inanç müslüman toplumlarda yayılmış durumda yüzlerce yıldır.

    Edebiyatın gelişmiş olduğu Arap toplumunda edebi anlatımları çokça kullanan Kur’ãn’da “Ay’ın yarılması” ifadesi “gerçeğin ortaya çıktığı” anlamını vermektedir, ki bu açığa çıkış da Rasûlullah’ın hakikatini tebliğ etmesidir.

    Rasul’un davranışları, ayetleri tebliği, anlattıkları ise onu inkar edenler tarafından süregelen, devam eden bir incelikli, etkileyici sözler olarak adlandırılmıştır. Müddesir-24. âyette de kendileriyle yüzleştirilen âyetlere karşı rivayet edilegelen, nakledilegelen bir sihirdir inkarcılığı yapılmıştır.

    • Saat yaklaştı, gerçek ortaya çıktı.
    • Onlar herhangi bir âyeti görseler, yüz çevirirler ve eskiden beri gelen incelikli, etkileyici sözlerdir  (aynı anlatımlardır) derler.
     
  4. tekamülün amacı öğrenmek sanırım ve bunun için reenkarnasyonun aksine bu süreç geniş ve daima ileriye dönük olarak devam edecek düşüncesindeyim..diğer taraf mevcutsa orada da işler nasıl yürür diye sorsam umarım saçma olmaz(dünya düzenlerine dair benzerlikler var mıdır yoksa tekil olarak mı yolculuk devam edecek)?

  5. dünyanın da bir sonu olamaz mı? adem neslinin bu adapte dünyasında izi silinip başka bir tür yaratılabilir…kur’andaki kıyamet tablolarında o anı yaşayanların(ya da insanın genel algısına ) bakışına göre anlatım var gibi geliyor bana….

  6. evrensel sistemde salavatın yeri var mıdır? varsa nasıldır? bazı sorularıma cevap vermemişsiniz oysa gerçekten de cevabını merak ettiğim ve beni bir süredir cevapsız kaldığı için rahatsız eden sorular bunlar.. yer yer yorucu oluyoruz sanırım, lütfen kusura bakmayın.. şimdiden teşekkürler..

    1. Salavat > ṣād lām wāw kökünden (“yönelmek” anlamı için > 75:31-32) İlahi yönümüzü desteklemek, o yönümüze yönelmek..

      Geleneksel din anlayışı unut(tur)sa da şunları unutmayalım..

      • Allah ve melekleri nebiye salât (yusalluna ala) eder (33:56). > yozlaştırılmış, içi boşaltılmış kısmı burası.
      • Allah, melekleri aynı şekilde tüm müminlere de salât (yusalluna ala) eder (33:43).
      • Nebinin kendisi müminlere salât (salli alayhim) etmekle emrolunur (9:103).

      İlk müslümanlara, sahabeye “Nebiye Salât edin” emri geldiğinde “Allahumme salli…” ile başlayan bir takım cümleleri tekrar etmeye başlamamışlar, Nebiye fiilen destek=salât olmuşlar, arkasında durmuşlar ve onu cesaretlendirmişlerdir. Benzer şekilde Nebiye gelen emirle de, Nebi müminler için “Allahumme salli ala Muminine..” şeklinde tesbihini çekmemiş, müminleri teşvik etmiştir.

      Artık dışarıda fiziksel bir nebi yok… Kendimizdeki Nübüvvet cüzüne dönersek..

      Nebiye salât, Hakikat ilmini alsak da (Risaletten cüz), nurani perdelerle perdelenmemek için, Şeriat’taki bedensel/zihinsel/toplumsal kuralları da fiilen önemseyerek/yaşayarak/dikkat ederek özdeki Nebiye destek olmak, ve böylece Risalet akışının önünü daha da açmak..

      Nübüvvet bir gün sona erer (hatem), Risalet ise sonsuzluğa açılır.

      Sonsuza açılan yolcunun beyni-ayna nöronları üzerinden özü ile eşlenik olur/uyumlanır. Ayna Nöronlar >> Tek bir zihnin olduğuna işaret.. Geçmiş ilüzyonunda yaşamış bir Nebinin manası ile senin özünde bulduğun mana aynileşir, aynı olduğu fark edilir.

      Teklik Şuurunda geçmişte yaşayan bir Peygamber ile şimdide yaşayan Peygamberine salavat getiren ayrı bir kişi yanılsaması/ikiliği olmaz. Çokluktaki yönelişte Salavat olmaz yani…

  7. ”Şuûr’un kaskatı, sert bir şekilde hissetmesidir ” tanımınız, KUR’AN da geçen
    – DEMİR- ile ifade edilen anlam mı ?

  8. ”Allãh’ın bir nevî muhatap alanında olmak, bilincimizde işleyen yatay ve dikey mekanizmalar ” ı şöyle de mi açıklaya biliriz..
    ”dış odaklı’’: dış görünüş, kariyer, başarılar,veya sahip olunan mal mülk v.b-yatay
    ”iç odaklı ” Değerler, karakter veya kişilik-dikey
    Bir etkileşimde dış odak varsa, o kişiyle gerçek ilişki kuramıyoruz, Değerlerini, karakterini veya kişiliğini (iç odakları) göremiyoruz. Çünkü bunları genellikle yüz yüze iletişimde görebiliriz.., İlişki kuramayınca da sevgi bağı oluşamaz. Sevginin olmadığı yerde de karşılaştırma başlar. Karşılaştırma da insanı mutsuz eden en önemli etkenlerden biridir
    Gerçek ilişkinin olduğu yerde, bağ kurma ve sevgi vardır.
    Sevdiğimiz bir kişiyle beraber olunca, amacımız karşılaştırma değil, anı paylaşmaktır.
    sevdiğimiz kişileri kıskanmayız. Kendimizi onlarla karşılaştırmayız.
    Sevgi ile karşılaştırma, gece ile gündüz gibidir. Sevginin olduğu yerde karşılaştırma, karşılaştırmanın olduğu yerde sevgi olmaz.

  9. Zulüm yapanlar, zalimler, sapıklar toprağa gömüldükten sonra cehennemi hissedecekler mi hissetmeyecekler mi?

  10. Toprağa karışıp gitmek yerine, algılamak ister ebeden, âlemi. /Sonsuzluk Kulesi

    Kişiyi cennete sokacak olan amelleri değil, îmanıdır/emin olma/Varlığa güven duyma melekesidir çünkü. /Sonsuzluk Kulesi

    Değerli hocam bunları söylemişsiniz ama… Kendimden örnek vereceğim ben kendi tecrübelerim sonucu toprağa karıışmak arzusu dahi taşımıyorum, toprak hava su ne varsa tüm elementlerden ve varoluşun kendisinden özgürleşmek, bırakın alemi algılamayı, algının kendisinden ebeden kurtulmak bana huzur verebilen tek düşünce oldu. Bu nasıl olacak?

    Şimdi cennet imandır – varlığa güvendir demişsiniz. Doğrudur, ama bu imanı yitirmişler için cennet yoktur ve bu noktadaki kişi tıpkı söylendiği gibi yok olmayı arzular. Bu duruma bir kere düştüyseniz kurtulamanız da mümkün değil çünkü aklın çalışma şekli ve yaşam enerjinizin aldığı biçim buna izin vermiyor. Burada tek arzulanan bilincin yokluğu, intihar eden milyonlarcası da bu durumdakiler işte. Buradan bir kurtuluş olsaydı sanırım bunlar da pekala kurtulurlardı. Şimdi siz varlığa güven dediğiniz zaman bu, insanın durumunda sadece düşünmemekle ve alemi gözlemlememekle olabilir çünkü alemi gözlemleyen ve dürüstçe derinine düşünen bi insanın iman sahibi olması ya da olumlu bi psikoloji deneyimlemesi mümkün değil. Bu durumu anlayan Gazali de bu sebepten düşünmeye düşmanlık etti ki gördüğümüz gibi bi bakıma da haklıdır kendisi. Yani cennet istiyorsanız düşünmeyeceksiniz ve tabi biraz da şansınız olacak. Cehalet mutluluktur sözü de belki buradan geliyordur. Bunları şu sebepten yazdım, ulaştığınız bazı sonuçların gerçekte olup biteni biraz ıskaladıklarını düşünüyorum. Nitekim iman – varlığa güven duyup duymama ya da insanın psikolojik durumu kendi elinde olan bişey değil ki, yaşadığı hayatın yani kısmetinin bi neticesi.

    1. Değerli ongun, “Toprağa karışıp gitmek yerine, algılamak ister ebeden, âlemi” satırından önce “Sîreti gereği!” eklemesi var. Bizler örneğin, bir kedi veya solucan olsaydık, varoluşu ebeden algılama arzusu taşımazdık, sîretimiz, yani özümüz gereği. Sana bu satırları yazdırtan sîretin değil sûretin, yani bunalmış bilinçaltın ve güdümündeki gündelik bilincin. İman süreci işte gündelik çalışan aklın çalışma prensibini dönüştürerek yaşam enerjisinin akmasını sağlayarak daha sınırsız olan Akla entegre etmeyi sağlıyor. Oluşu gözlem var, aleme nazar etmek var! Nazarın yarattığı manzarada oluş, aleme dönüşür.

      Gazali düşünmeye düşmanlık etmez dostum; etse etse anlağı/derin aklı/kalbi yoran gündelik düşünceleri aş, müşahedeye (gündelik düşünce ötesindeki derin içsel tecrübeye) nail ol der.

      Kendi elinde bir şey yoksa kendi elini yaratacaksın! Yaşamın rüzgarında savrulmak kolay olanı. Hayatta El-Hayy ile Hay olmaksa “el” ister.

  11. ”çünkü alemi gözlemleyen ve dürüstçe derinine düşünen bi insanın iman sahibi olması ya da olumlu bi psikoloji deneyimlemesi mümkün değil ”
    Yorumcunun bu düşüncesi;

    Hızır- Musa kıssasını ve kıssa da geçen şu ayetleri hatırlattı bana;

    Sen benimle beraberliğe kesinlikle dayanamazsın 67:18
    Hakikatinden haberin olmayan bir olayı gördüğünde,nasıl dayanabilirsin ki 68:18

    tefekkür içerisinde olmadan , gördüğün her şeyin perde arkasındakini fark etme gayreti içerisinde ”olmadan ” dayanılmıyor evet…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir