Kalbe darbe: Allah ile aldatmak!

berzah-alemiKüresel çetelerin gizli klikler üzerinden Devletimize yönelttiği tehdit, verdiği ayar/mesaj, askerimizin düşürüldüğü durum, uyuşturulmuş sinir uçlarımız, akabinde aziz milletimizin farklı kesimlerine sunulan çatıştırıcı şablonlar, algı operasyonları denemeleri vs. vs. Hepsi, Allah’ın yaratım vitrini.. Bunlar kenarda tartışıladursun. Hepsi maddi tezahürler.. Mananın görünür olması için varlar.. 

Darbelerin bile bir ahlakı olmuşken geçmişte.. “Bu kamikaze görünümlü darbe teşebbüsü (15 Temmuz) neden başımıza geldi ?” diye gene öncelikle düşünmek düşüyor bizlere.. Yani, manevi sistemde, iletişim ağında, Hayatın Batını – Kalbi olan Ahiret Boyutunda (30:7) ne tetiklendi? Milletimizin veya bu toprakların mana atmosferinde “hangi manalar” artık yoğuşma noktasına erdi de, madde vitrinlerimize belaların en şiddetlilerinden biri olarak yağar oldu? Veya milletçe bilinç olarak nereye doğru evrilmeliyiz ki, bunlar tekrar yaşanmasın on-yıllar sonra!

Bilmiyorum katılır mısınız; ama ilk sıraya Allah ile aldatılmakta (35:5) ısrar etmeyi, yani kalplere yapılan darbeyi koyuyorum!

Kur’an’daki ve paylaşımın içeriğindeki “Kalp” sözcüğü ve kavramı akletmenin, anlamanın, öğüt almanın, düşünmenin gerçekleştiği, iman duygusu veya bizatihi, öznel tecrübe ile imanın tatmin edildiği manevi yapılanmanın adı.

Manevi kalplerin bombalandığını hem milletin hem de Milletin kalbi, temsil yeri olan Meclisin bombalanmasından okuyabiliyoruz! Allah ile aldatılmanın boyutunun ise metastatik kanser düzeyinde olduğunu kendi (!?) milletinin kurumlarını ele geçirmeye çalışan aklı örtük fedailerden anlayabiliyoruz.

Aslında Allah ile aldatmak en dar anlamda Allah adını kullanarak dilencilik yapmaktan, genişletilmiş haliyle, en korkutucu versiyonu olan dini değerler ile olmasının yanısıra, kamuya – millete ait kanıksanmış tüm, evrensel veya döneme has değerleri kullanarak insanları aldatmaya kadar uzatılabilir. Fark etmiyor. Peygamber, din, millet, ezan, asker, cumhuriyet, Atatürk, demokrasi, laiklik, Müslüman – Gayrimüslim, Türk – Kürt, Alevi – Sünni gibi aklımıza gelen her türlü kıymet-değerlerimiz ile..

Tarih boyunca hep böyle oldu ve hala da oluyor! Sanırım, dini konulara duyduğumuz korkuyla karışık saygımızın, münazaraların – fikir beyanlarının önünü tıkaması, hem toplumları yönlendirecek önder – liderlerin hem de bizlerin ihmalleri, umursamazlıkları, okumamazlıkları, tembellikleri, aman bana necilikleri de  çığ topu gibi büyüyüp vuruyor periyodik olarak.

En başta, özellikle dini kılıflı, robotlaştıran İSTİSMARlara acımasaydık, yaygınlaşmasına izin vermeseydik!.. Değer motifleriyle süslenmiş masallarla UYUMASAYDIK!.. Sorgulayıcı kimliğimiz ideolojik morfinler – duygusal hezeyanlar karşısında düşmese, UYUŞMASAYDIK!.. ?

Duygularımızın kronikleşmesine  izin verip aklın önüne geçirilmese.. Kolay dolduruşa gelmesek.. Hemen ötekileştirmesek.. Okuduğumuz iki kitabın alaca-karanlığıyla, hatta daha vahimi sosyal medyadan devşirme, büyük günah olan zanna dayalı iki bilgi kırıntısıyla düşünce köyümüzden hükümler vermesek.. Yüzyılları biçimlendirenlerin bizlere her dönem farklı donlar/etiketler giydirdiğini fark etsek.. 

Fanatikçe sevmesek, fanatikçe nefret etmesek.. Yani, duygularımız dengesiz – orantısız açığa vurulmasa.. Fikri, dini, siyasi önderlere – liderlere bağımız fanatikçe olmasa.. Bilsek ki, tüm ÖVGÜLER gerçekte Allah’a aittir ve Allah içindir, kul için değil > El-Hamdu Lillah şuuru!

Ne bileyim, Ya HU! O kadar çok satır ve satır arası var ki.. 

Musibetlerin periyodu seyrekleşir sanırım.. Tabi, bu ümit edilenler İlahi Akıl bizde komutan olduğunda mümkün.

Çok şükür ki, uğursuz darbe teşebbüsü ile Medeniyet Sahipleri uyarıldı, ezan okundu – kurtuluşa – uyanışa çağrıldık! Uğurlar olur inşaAllah!

Çeçe sineklerinin kurduğu, medeniyete dönüşememiş, iyiden iyiye de yozlaşmış Kapitalist Uygarlığın ısırığı Birlik bilincimizin de kıvılcımıyla etkisini yitirecek, nice katmansal dönüşümlerin tetikleyicisi – Miladı olacak inşaAllah!

Peki, yeniden aldanmamak, İlahi Zeka’nın Kalplerimizi komuta etmesi için ne gerekiyor?

Fikirleri değil, Bakış açısını değiştirerek dönüşmek şart.

En büyük bozgunlar, fesatlar ne yazık ki hep din kisvesine bürünerek insanları aldatarak olmuş tarih boyunca..  Bu topraklarda da öyle. Hem de Allah’a kul olmanın kimseye kul olmamak demek olduğu bilindiği halde ?! O halde aldanma nasıl olabiliyor? Virüsün kaynağı ne?

Kaynaktan – Orijin gerçeklerden uzaklaştıran ve ona paralel ilerleyen, ZAN’lardan müteşekkil SIZINTI DİN+ler!..  Masallar, menkıbeler, rivayetler, eksensiz – desteksiz ilhamlar, rüyalar, kısacası ZAN’na dayalı bir DİN  = HAYAT GÖRÜŞÜ. Elbette bu kaynaklar da önem arz eder; ama istismarlara açık olduklarından merkeze yerleştirilmemelidir.

Aramızda bu anlayış! Küresel çeteler 40 yıl süresince palazlandırıp onlara da fırsat verse, benzer teşebbüslerle yeniden karşılaşacağız. Tahmin etmek zor değil.. Geçmişte donup kalmış eserlerine, fetvalarına, yayınlarına, tekfirci bakış açısına göz atmak yeterli..

ZAN’na dayalı hayat görüşü bizleri öyle uyuşturmuş ki, dikkat eksenimiz, dinin direği, öncelikleri de tepetaklak olmuş! Merkez – çeperle, Ruh – Cesetle, Mana – Şekille, Pratik – Teori, Din – Şeriat ile yer değiştirmiş. Şunu demek istiyorum: Basit bir misalle, örneğin, ormanda kırılan şişelerin ısıyı odaklayarak yangınları getireceği, yere sallanan tükürüklerin hastalıkları yayacağı, denizlere bodoslama gönderilen atıkların ekosistemi bozacağı, doğaya atılan izmaritlerin genetik hastalıklar/kanser olarak bize döneceği, israf edilen su – elektriğin, iklim değişiklikleri olarak bize çarpacağı, vs. vs. kıblenin açısı, namazın vakit -rekat sayısı, örtünmenin sınırları, imsakın vakitleri, seferiliğin kilometresi, aman sünnet edelim, .. kadar AKTİF/AKSİYONER biçimde önemsenmiyor müslüman zihninde!

salatin-ekseni-kayinca

Domuz etinin haramlığını, elimizdeki hükmü güya belirsiz sigarayla hararetle savunurken.. Doğanın hakkını yememeyi, sol elle yememek kadar niçin önemsemiyoruz acaba? Pratikte ve tekâmüle hiç bir katkısı olmayan, katkısı koca bir sıfır olan, bir takım ideolojik – günlük siyaset malzemeleri veya dini, fıkhi kılıflı kavram tartışmalarıyla aktif bir şekilde egomuzu tatmin edip oyalanırken..

Tüm yeryüzü MESCİT’tir mottosuyla, DİN’in direği olan, SALÂT sözcüğü ile işaret edilen TÜM GÖREV ve SORUMLULUKLARımızı tapınağın dışına çıkarıp hayatın tüm alanlarına genişleten Onarım Dini, tekrar tapınaklara ve kısır ritüellerine indirgenip hapsedilince Sistem de bedellerini tetikliyor işte.. Yeni bir hastalık çeşidiyle, bir yangınla, selle, depremle, belayla..

O Mü’minler Kurtuluşa erdiler, ki onlar Zekât (bireysel arınma/gelişim – toplumsal kalkınma) için Aktif olarak faaliyet gösterirler! (23:4)

Dolayısıyla, hem de artık 21. yy içerisinde iken, ekseni düzeltmenin, oyuna gelmemenin, değerlerimizle istismar edilmemenin, kula kul olmamanın, Allah ile aldatılmamanın çıkış yolu da YENİDEN Yaşama, Çevreye, Doğaya, İnsana, Gelişime, Bilime, Akla, Bütüne, Yaşanan Realiteye odaklı, Kur’an merkezli din anlayışına, oradan da nasip olursa her alanda Birlik Bilincine (Kelime-i Tevhid) acilen geçişte yatıyor.

“Kelime”, Öğreti, Disiplin, Değerler silsilesi idi, Kur’an bütünlüğünde.. “Kelime-i Tevhid” ise Her daim “Bir-lemeye çalışma Anlayışı”..

Tevhid’in zıttıysa, Şirk! Yani, bir Bütünlüğü bölük-pörçük ederek, kutuplu kılarak ortaklar kılma..

Dolayısıyla, Kelime-i Tevhid getirebilmek, önce didik didik, savrulmuş kişiliklerimizi Birleme.. Beraberinde fırka fırka, parti partileşmiş toplumda Birliği kılma gayreti.. Ve kemalinde, Varlıktaki Birliği hissetme..

Şirkten arınışın adı Haniflik!

En büyük Zulüm olan Şirk‘in (31:13) zararı ne ola?

Allah’a şirk koşmaksızın, Hanifler olarak..
Kim Allah’a şirk koşarsa;
gökten düşüp de
kuşların didik didik edip kapıştığı birine
veya
rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer. (22:31)

Sanırım 16 Temmuz’un aydınlık sabahında Kelime-i Tevhid’in ilk katmanı yaşandığında dahi bir anda neler olabileceğini gördük!

Değerli Dost! Ya Hû, bir yerlerde yanlışlık var deyip korkmadan, özeleştiri yapma zamanı artık!

ZAN, HAKİKAT İNDİNDE hiç bir şey ifade etmez ve doğruları içerseler de DARBEYE – İSTİSMARA AÇIK, KÖKSÜZ, SAVUNMASIZ HALE GETİRİR KALPLERİ!

“Niçin böyle” diye sordurmaz bir kere, fark etmişsindir! Tıkar önünü.. Kısır döngüye girer veya başka bir hayali kavram – mekanizma ile daha da öteler cevabı. 

Fark ettin mi, Allah nasıl bir örnek getirdi? Güzel, hoş bir KELİME = HAYAT GÖRÜŞÜ, kökü sağlam, dalları göğe uzanan güzel bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle HER ZAMAN DA YEMİŞİNİ verir. Allah, belki zikrederler/gündemlerine getirirler diye insanlara böyle örnekler veriyor. Kötü bir KELİME de, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen KÖKSÜZ bir AĞAÇ gibidir, kökü olmadığından hafif bir rüzgar onu yerinden koparır. (14/24-26).

Bir daha aldanmamak için silkinme zamanı.. Köklü bir KELİME fidanını yetiştirmek için soralım kendimize..

Bildiklerimizin ne kadarı Akla, İlme (kanıta, kesinliğe, delile, deneyime), ne kadarı Zanna UYMAYA dayalı acaba?

Bir adım daha ileri  gidelim.. İnandığımız Dini değerlerin ne kadarı İlme, ne kadarı Zanna dayalı?

Haddi aşalım.. İMAN’larımız ne kadar İlme, ne kadarı Zanna dayalı?

Şu ayetler, bizlere ekranlardan propaganda edilen hikayeler kadar vicdanlarımızda içrek, dimağlarımızda yerleşik mi mesela?

Onların, O’na ilişkin bir Bilgileri/İlimleri yoktur; sadece Zanna uymaktalar. 4:157

Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece Zanna uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. 6:116

De ki: “Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir Bilginiz/ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz.” 6:148

Onların çoğu Zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki ZAN, GERÇEK/HAK açısından hiçbir şey ifade etmez. 10:36

Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir KANIT indirmemiştir. Onlar, sadece Sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. 53:23

Onların bu konuda hiçbir İLMİ/bilgisi yoktur. Yalnızca Sanıya uyuyorlar. Sanı ise GERÇEK/HAK açısından hiçbir şey kazandırmaz. 53:28

Değerli Dost!

“(kuru – pasif) İNANÇ” mefhumunun Kur’ani karşılığıdır “ZAN”.
“(diri – aktif) EMİNLİK” kavramının Kur’ani karşılığıdır “İMAN”.

(!!! Detay için lütfen Bknz. İman ve İnanç ayrımı).

Tamam, güzel diyorsun; ama “dinimiz akıl dini değil, nakil dinidir, bizden öncekiler bilmiyorlar mıydı” !?

Bu ifade, kendimi bildim bileli duyduğum bir cümledir..

Fakat, kusura kalmasınlar; Kur’anda bir kere bile “nakletmiyor musunuz” değil, tam tersine sık sık “akletmiyor musunuz”, “derinlemesine düşünmüyor musunuz” tavsiyeleri ve hatta “ya sizden öncekiler yanlış yolda idiyseler” mealinde uyarıları görüyoruz!

Sana “nakletmeyi” kutsayan öncekiler, öncekileri de “kutsayan” sen.. O “korkuyla” gel de çık işin içinden..

Halbuki “Akıl” ve “nakil” birbirini nakzeden değil, besleyen damarlardır. Fakat, sıkıntı nakletmenin kutsanıp aklın üzerinde konuşlandırılması.

İnsanlığın dokusunda yerleşik İbrahim manasından/makamından bir katreye göz atalım mı? (Bknz. Peygamber Kıssaları: Masal mı, Tarih mi?) İbrahim’de güzel bir örneklik vardır bizler için (60:4)!

“Böylece İbrahim’e, yakin/kesin bilgi sahibi olması için göklerin ve yerin melekûtunu/işleyiş mekanizmasını gösteri-YOR-uz” 6:75.

Dikkat! Geçmişte olmuş-bitmiş değil. “Gösterdik” değil, gösteri-YOR-uz veya gösteririz! Geniş – Şimdiki Zaman! Demek, Mana her daim – her dem yansıyor.

Peki, olabildiğince Zanlardan arınmış, KESİN BİLGİ peşinde koşan Ellezine Âmenu [“Eminlik/Güven” makamı için gayret gösterenler] ve Mü’min [güven veren] bireyler, İbrahim-ler çeşitli GÜÇ odaklarınca maniple edilebilir, aklına ket – vicdanına darbe vurulabilir mi?  İbrahim’in KELİME AĞACI iki sual karşısında yıkılır mı? Kim O’nları GÜDEBİLİR?

“Ey iman edenler (Allah’a güvenen ve güven verenler)! “[Rai-na] Bizi güt/bize çobanlık et” demeyin, “[unzur-na] bizi gözet” deyiverin” 2:104.

RAİ :  ile aynı kökten riayet, mer’a (otlak), reaya (güdülenler, koyun-davar) kelimeleri

UNZUR : ile aynı kökten, nazar (bakış), nazarî (görüş), nazîre, nâzır, nezaret (gözetim), intizar (yol gözleme), münazara sözcükleri

Kur’an’ın sıkça tekrarladığı ve KUDRET açığa çıkartan DELİL-AYET-BELGE-HÜCCET-BEYYİNE-BURHAN içermeyen veya masallarla, zanlarla, yalanlarla, rüyalarla bulamaç edilerek kurulan din – maneviyat simsarı GÜÇ odaklarının oluşma nedeni Bakara-104 ayetinin “gözetiminde” yaşamamak.

raina-unzurnaBilinçaltı hal diliyle dinde, siyasette, sosyal yaşamda OTORİTE gördüğümüze, “bizi güt” demek!

Güdülmek: Apaçık kanıt ile gelmeyi önemseyen ve müminlere bu bakış açısı ile nazar eden/gözeten Rasullullah’a rağmen DELİL-AYET-BELGE-HÜCCET-BEYYİNE-BURHAN getirilmesini önemsemeyip ZANNA tabi olmak!

“Şüphesiz ben, Rabbimden bir beyyine/apaçık bir kanıt üzereyim” Enam-57.

“De ki: “Sizin yanınızda İlimden bir şey var mı? Öyleyse onu bize ÇIKARIN/GÖSTERİN. Siz ancak ZANNA tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz” Enam-148.

“Eğer doğruculardan iseniz bana ilimle gelin/haber verin” Enam-143.

UNZUR-NA [Bizi gözet] > fikren değer verilen kişi ve kurumların değer-lendirildiği, düşünce zenginliğinin olduğu, yapıcı, fikri eleştirilerin, beyin fırtınalarının, müNaZaRaların estiği meclisleri, RAHMET ve KUDRET içeren Cemaat kavramını oluşturur, deryası (z)engin Allah ve Rasûlüne tâbiyeti aksettirir, kişiyi manen diriltir.

Ümmetimin ihtilafı (> düşünce çeşitliliği, zenginliği) rahmettir (hadis).

ozgur-koyunRAİ-NA [Bize çobanlık et] > (dini, siyasi, ideolojik) takip edilen fikir dünyasını eleştirmekten ve akletmekten çekinen, ZİLLET ve GÜÇ üzerine kurumsallaşarak aitlik ihtiyacının ürünü sürü psikolojisini, her alandaki -çilik, -culuk [ ~ fanatizmi, partizanlığı, militanlığı oynama] virüsünü doğurur, kanser metastazına neden olur.

Cemaat-çilik, tek bir kişide/kurumda takılı kalmayı, tek tip düşünce biçimini doğurur. Aynı tip düşünmek ise güncellenmeyi engeller, ilahi mana bileşimimizi dondurur, kişiyi manen öldürür.

“Allah akletmeyenler [düşünce bağlantılarına gitmeyenler] üzerinde pislik kılar” Yunus-100.

Önemli bir husus da şu nokta: Bizler, her daim Selamete dayalı Hayat görüşünün (İslam Dini) bilgilendirme ve bilinçlendirme kaynağı olan Kur’an’dan ve içindeki Mesaj ve Maksattan gayrını yaşamayan Elçi’nin günümüze ulaşabilmiş sahih pratiğinden, veya bunun yansıması olan Evrensel değerlerden – ilkelerden yararlanmaya çalışıyoruz.

Kur’an Mesajının hiç ulaşmadığı, engellendiği, veya temsil edemeyenlerin çarpık tebliğleri nedeniyle Mesaj’a soğuk duran kesimler de Mesaj’ın yansıması olan asgari Vicdani İlkelerinden..

Elbette bu yolculuğumuzda karşımıza çıkan İlim ehline aklımızın, tefekkürümüzün yetmediği noktalarda, “bilmiyorsanız Zikir ehline sual edin” (21:7) ayeti uyarınca danışmamız, faydalanmamız da icap edebiliyor (UNZUR-NA [Bizi gözet] tadında). Ama bu icabetin istismarlara kapı aralamaması adına zikir ehlinin hatırlatıcı, öğretici – öğüt verici Öğretmen, rehberlik edici Mürşid” derecesinde kalması önemli, ötesinde değil! (Bknz. Mürid ve Tarikat Üyesi farkı)

Zikir ehli tanımıyla, elindeki tesbihle bol bol zikir çeken kişilerin kastedilmediği aşikar sanırım! Zikir ehli, Allah’ı ve Öğretisini sık sık hatırlayan, öğüt alan ve gündeminde tutan İlim ve Gönül ehli Bireyler..

Unutmamak gerek ki, Zikir ehli dahi Beşeriyeti gereği Zikre = Öğüde, tavsiyeye muhtaçtır. Acziyetlerinin göstergesi muhtaciyetlerini de hissederler. Onlar da istidatlarınca, Yaşamdan Okuyabildikleriyle düşüncelerini, tecrübelerini ortaya koyarak paylaşmaktalar bizlerle. Bu minvalde, nurla pırıldamış bireyler olsalar da, anladıkları ve anlattıkları her zaman tartışmaya açıktır, sorgulanabilmelidir. Zikir ehli de yorumlarının mutlak doğru olamayabileceğini bildiğinden sık sık buna vurgu yapar ve gizli veya açık, Arkadaşınız Muhammed seslenişindeki tevazuyla (81:22, 53:2) üstten bakan otoriter bir üslup kullanmadan, muhatabını düşünüşünde özgür bırakır.

Bizler kimselere tabi olmadan, yani Allah ve Rasulü’ne veya İlme tabi olarak, her çiçeğe uğrayıp da sonunda Bal Sentezleyen Arı misali, genişletmekte olduğumuz akıl semamızla kendi düşünce/davranış dünyamıza yön vermeliyiz. Şifa veren Balı üretme gayretiyle.. Aksi takdirde Zikir ehli kabul edilen kişilerden dahi olsa, bir bilginin sorgulamaksızın – idrak edilmeksizin kabul edilip ezberlenmesi, hâl diliyle “ben oyalanmak – uyuşmak istiyorum, beni avut, oyala, teselli et” diye dua etmektir. Ki, Sistem de buna göre işler. Kalbi yumuşak Zikir ehli de AYNA olabilir ısrarımıza, ve hâl dilimizin karşılığı olarak uyutulmuş oluruz. Veya sahte önderlerin ellerinde haşhaş yutmuş fedailer olup da çıkabiliriz, Allah muhafaza!

Tek bir kişide ve eserlerinde, sohbetlerinde takılı kalmak, tek tip düşünce biçimini doğurur. Aynı tip düşünmekse GÜNCELLENMEYİ engeller. Ve beynin hem en kestirme yolu seçen, hem de korunma/savunma/ödül sistemleri gereği, takip edilen fikir dünyasını eleştirmekten korkan, tekrarıyla geçinen, kurumsallaşabilerek cemaatleşen ve cemaatçiliği oynayan, aitlik ihtiyacının ürünü sürü psikolojisini doğurur. Hele ki, dışarıdaki dünyadan habersiz, mütevazi düşünce dünyalarında yaşayanların, iki farklı bilgiyle sarhoş olanların değer verdikleri kişileri Rical, Gavs, Mehdi, Müceddit, hızını alamayıp Kainat İmamı vs. olarak algılamaları, fikri tartışmaya açmamaları, otorite putunun, Rab edinişin, bilinçaltında gizlice süre-gitmekte olan çarpılma korkusunun/hapishanesinin bir tezahürü. 

Hasılı kelam, uyumamanın, aldanmamanın anahtarı, kalbin akıl fonksiyonunu sorgulama – idrak sürecinde zanlardan arındırıp, gelen veriler üzerinde sık sık tefekkür etmek, faal halde tutup kalbi darbe alamayacağı ŞAH DAMARININ – İLAHİ KORDON’un derinliklerine, rahmetli KEHF alemine çekmektir. Bunun yolu da çağın sentezini, ilmini, bilimsel birikimini ve farklı Gönül, Zikir kaynaklarını takip etmekten geçiyor.

Allah yolunda öldürülenlere gelince; Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete dahil edecektir. (47:4-6)

Not: Bu paylaşım 25 Mart 2014 tarihli ““Bizi güt” demeyin, “bizi gözet” deyiverin!” isimli mini-notun gündem vesilesiyle genişletilerek yazıya çevrilmiş halidir.

Kalbe darbe: Allah ile aldatmak!” hakkında 8 yorum

  1. Sonsuzluk Kulesi hocam verdiğiniz bütün bilgiler şimdiye kadar ölü toprağı serilmis müslüman alemine yağan bir yağmur gibi tabi anlayana ben yazdıklarınızı okuduktan sonra bambaşka bir ben oldum ve bu yolda nerden başlayacağım i bilmiyorum bu konuda yol gösterisiniz minnettar kalırım. Allahın bütün güzellikleri üzerinizde kalmasi dileğiyle.

    1. Nurullah Hocam, merhaba; hangi paylaşımlara bakabildiniz bilmiyorum; ama sıralamam şu şekilde..

      İlk önce en temel kavram… İman & İnanç ayrımı

      Allah ile olan iletişimimiz.. Allah’ın Beşer ile konuşması

      Ayetleri nasıl yorumlamalı ? Muhkem ve Müteşabih ayetler

      Mecazi anlatımları atlamadan… Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster! Âdem hikâyesinden Âdemî Şuûr Metaforuna Cinler | Bilinçaltındaki “saklı kişilikler” Evrenin sembol diliyle Habil ve Kabil

      Manevi Gelişim… Korkmadan Sorgulamak, “Ben”de Saklı.., Riyazet: Dengeli Yaşam 2, 3, 4, 5

      Hakikat ? Hakikat | Kavramların yokluğu

      Yazıları incelerken içlerindeki diğer yazılara da göz atabilirsiniz..

      Selamlar..

  2. bugünün KAOSU bugünün çeşitliliğinin bir YAN ETKİSİ…herkes birbirinden farklı hale geldiği, çeşitlendiği için, bu farklılıkları yönetecek TILSIM…

    sizi okuyanların bu tür sorunları olduğunu ZAN netmiyorum.. sorun, zaten onların sizi okumuyor, sizi dinlemiyor, onlara ulaşamıyor olmanız…sorunun kökeni KAOS..

    Kaosa nizam verilmesi-farklılıkları yönetecek TILSIM- beni bir dinleseler sendromu’ -tüm farklı renklere hükmedebilmek..bu hükümet sırrı,
    nasıl olacak ?

    Levh-i mahfuzdan alıntılarla..

  3. Allah’ın selamı üzerinize olsun :)
    Uzun bir aradan sonra yine durumu irdeleyen çok gerekli, güzel bir yazı.

  4. iyi bayramlar
    yazılarınız benim için hazine değerinde , eleştirel yazılar olsa da yazmaktan paylaşmaktan lütfen vazgeçmemenizi diliyorum….

  5. Benim de bugün bu yazınızı okumadan önce beni güt demeyin, beni gözet deyin ayeti aklıma takıldı, tevafuk yazı bununla ilgiliymiş. Bu ayet ‘aynı zamanda’ Allah’tan her bir kuluna; beni güt deme (isteklerini oluştur, çalış, gayret et, yan gelip yatıp beni güt deme), beni gözet de (çalıştıktan, ürettikten, gayret ettikten sonra beni gözet, yardım et, koru, destek ver) anlamı da var diye düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir