Mu’minûn sûresinin hemen başında, kişisel gelişimin ve rûhsal arınmanın en önemli adımlarından birisi olduğunu düşündüğüm bir ibare var. Müminlerin, yani kendindeki ilahi öze inanıp güvenenlerin meziyetleri sayılırken, ilahi yönümüzün beslenmesi/desteklenmesi anlamına gelen salât konusunda huşûnun gerekliliği ile birlikte, malayaniden yüz çevirmek de vurgulanıyor.
Gerçekten Mü’minler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, Salatlarında huşû içindedirler. Onlar ki, boş sözden ve faydasız işten yüz çevirirler (23: 1-3).
Fakat huzur reçetesindeki bu temel hüküm çoğunlukla göz ardı ediliyor. Dünya koşuşturmacasına dengenin ötesinde kendini kaptıran, kaybeden bireyler bir yana, bilhassa, rûhsal arınma yoluna niyetlenmiş kişi ve çevrelerin boş söz ve yararı olmayan alanlara yönlendirilen merak duygusundan (dedikodu) kendilerini alamamaları ne hazin!
Hele ki, dedikodu batağında, “başkaları” kavramının renksiz yelpazesinde ömür tüketilirken, dindeki ritüellere sıkı sıkıya bağlılıkla [1] cennete girilebileceğinin veya dinlerin özünü anlatanları taklit etmekle [2] erilebileceğinin zannedilmesi!?.. [3].
[1] Dindeki ritüeller tevhidin rûhu idrak edildikten sonra mecaz olmaktan çıkar ve anlam kazanmaya başlar.
[2] Şekil-şemailin, tarzın taklidi değil, ilmin, yani, bilginin yaşamının/pratiğinin modellenmesi (Üsve-i Hasene) makbul olandır.
[3] Bu iki durum da dedikodunun gizli kalmış farklı yönleridir.
Hâlbuki hemen bir önceki âyette dikkatlerimizin huşûya çekilmesi, lakırdıdan yüz çevirme ile salâttaki huşûnun birbirlerini besleyen eylem ve duygular olduklarını hissettiriyor. Yani, “öteki” kavramı dâhilindeki yararsız ego-hazlar beynin ilgi alanından silindikçe salâttaki huşû artar, huşû arttıkça da, düşük bilinç seviyesinin beslenme malzemesi olan malayaninin çekiciliği de zayıflar, kesilir.
Peki, salâtlarımızı kupkurutan dedikodu neden bu kadar güçlü bir alışkanlık, huy veya karakterdir?
İnsanın doğasında var olan ve rûhsal olgunlaşma açısından çokça puan kaybettiren bu gerçeğimizin evrimsel psikoloji perspektifinden bir açıklaması var aslında!
Böceğinden şempanzesine kadar birçok canlıda basit sinir düğümleri veya beyin katmanları arası koordineli aktivitelere paralel olarak ortaya çıkan temel duygulardan birisidir, merak.
Balıklarda/amfibilerde/sürüngenlerde bilinçli içerik olmadan salt dikkat kesilme biçiminde bulunan merakın en basit formu, en eski beyin yapısı olması nedeniyle sürüngen beyin olarak da adlandırılan Beyin sapı tarafından sağlanır. İnsanda ise, canlılarda en son evrimleşmiş, kompleks beyin bölgesi olan Prefrontal korteksin, genlerinde diğer beyin katmanlarıyla daha girift bağlantılar kuracak şekilde kodlanması yüksek bilinci ve meta-merak diyebileceğimiz, merakın kendisi hakkında merak kavramını doğurmuştur.
Evrim ağacındaki uzak akrabalarımızda dahi merakın belirli oranlarda olması aslında bu ortak duygunun ne kadar güçlü ve hayati olduğunu gösteriyor. Bu gayet normal [4], çünkü vahşi doğada her şeye karşı oldukça meraklı/şüpheli olacak şekilde özelleşmiştir beyin.
[4] Bir türün doğada örneğin yeni bir besin kaynağı bularak veya av olmaktan korunarak hayatını devam ettirebilmesi için evrimleşen beyin organizasyonlarına koşut olarak iç dünyasına merak duygusu yerleşmiştir.
Fakat insansı türlerin (hominid) genomlarında (=total DNA dizilimi) meydana gelen mutasyonlar evrimsel kaderini 6-7 milyon yıllık bir süreçte bilincinin bilincinde olacak [5] derecede radikal bir değişiklikle sonuçlandırmıştır. Bilinçli olma avantajı ile birlikte, insan türü zor doğa şartlarından kurtulmuş ve önceden tahmin edilebilir, daha güvenli ve daha sakin yerleşik hayata geçmiştir. Çetin yaşam şartları için, adapte olarak beyne kodlanmış, milyonlarca yıllık fiziksel ve güdüsel derinliğe sahip güçlü merak duygusunun dozajı artık fazla geldiğinden, bu duygunun farklı alanlara yöneltilerek doyurulma zorunluluğu çıkmıştır doğal olarak.
[5] Kendinin/bilincin farkındalığına giden süreçteki önemli basamakları şöyle sıralayabiliriz: Dik yürümeye başlamasıyla ellerinin serbest kalması ve çenenin küçülüp kafatasının büyümesi. Gözlerin ön tarafa kayarak üç boyutlu görüşe yani daha bilgilendirici datanın beyine sunulması. Dili konuşma (Broca) ve anlama (Wernicke) ile ilgili beyin bölgelerinin gelişmesi. Ayna nöronlar ile soyut düşünme, modelleme ve hayal kurma yetisinin gelişimi. İnsan nöroanatomisinin embriyonik gelişimi, dil ve kompleks düşünme ile ilgili ve en yakın akrabalarımız şempanzelerden bile çok fazla farklılık gösteren HARs (Human Accelerated Regions/İnsanda ivme kazanmış 49 gen bölgesi) DNA bölgeleri.
Bu zorunlu tatmin arayışı insanlık tarihinde bilinçli olarak yönlendirildiğinde özetle bilim, sanat, din ve kültür dediğimiz yaratıcı ve anlamlı alanlar olarak tezahür ederken, bilinçsizce gerçekleşmesi ise malayaniyi doğurmuştur.
Peki, insanoğlunun çoğunluğu merak duygusunu neden ağırlıklı olarak yaratıcı alanlara çevirmek yerine basit olana çeviriyor?
Bilgi çağı insanı olarak övündüğümüz 21. yüzyılda, bir kişi mesela neden başkalarına yararı olmayan gün içi faaliyetlerini sosyal iletişim ağlarında paylaşma isteği duyar veya aynı/daha fazla ölçüde başkalarının kendisine yaramayacak paylaşımlarını takip ederek zaman israfı yapar? Neden magazin programları, başkalarının hayatlarını anlatan diziler bu derece popüler? Örneklerin sayısı uzatılabilir…
Kişi bu mantıksızlığın farkında olsa dahi doğası gereği daha güçlü olan dürtüler genel olarak mantıksal düşünmenin önüne geçer ve rahatlamak için bu eylemlere devam edilir.
Merakın çoğunlukla/kolayca malayaniye bilinçsizce yönlendirilmesinin nörolojik açıdan karşılığı; beyinde az enerji gerektiren sıradan, komprime bağlantılar kurması, yani psikolojik olarak kolay ve hızlı bir tatmin aracı olması! Bu nedenle de insan kendini dedikodudan, aynı mantıkla televizyon başında saatlerce dizi izlemekten bir türlü alamamakta!
Geliştirici olmayan, kalıbı yoran ve de kalbi öldüren bu aksiyonların tekerrüründe ise ilgili sinirsel bağlantılar güçlenmekle kalmaz, bu bağlantıların zamanla beynin derinliklerine doğru sinmesiyle kalıplaşmasına da neden olur. Demek istediğim, bu fiillerin kişi tarafından içselleştirileceği! Ve artık toplum nezdinde bile normal kabul edileceği!
Bu adaptasyon (örneğin dedikodu yapmanın “normal bir durum” olarak addedilmesi) sonucu, o beyinde girift düşünce patika ve yollarının kurulması da haliyle güçlükle gerçekleşen bir sürece dönüşür. Bunun hayatımızdaki göstergesi tefekküre niyetlendiğimizde beynin tembellik göstermesi ve hemencecik düşünmekten yorulmamız değil midir?
Kişisel bilinçdışımızın bu hali reddederek yorgun düşmesi normal, çünkü fikirdeki yoğunluk beraberinde yüksek enerji gerektirir. Yani düşünme sürecine daha fazla sinir hücresi katılır. Beyin süreçlerinin, yani kişiliğin alışık olmadığı bu durumu sürdürmesi de zor olacağından, insanı hâlihazırda daha az maliyetli olan ve egosal tatmin yaratan malayaniye yöneltecektir.
Kendindeki ilahi öze inanmış bir zihnin, sahte ve/yani sınırlı egonun sanal-ardındaki özünün sınırsızlığına olan güvenini, teslimiyetini tesis edebilmesinin olmazsa olmaz gerekliliklerinden biri malayaniden kaçınmak. Böylece uzun vadede, zihne sınır koyan, aklı bulandıran, gönlü buğulandıran gereksiz düşünceler bilince daha az çıkacağından insanın psikolojisi de hafifleyecektir. Kişi rahatladıkça, paralelinde çapraşık/derinlikli düşünmenin özgürleşmesine zemin hazırlanır.
Beyinde ata dininden (~genetik program ve çevre şartlanmaları) kalma, kilitleyici dedi ‘kodu’ hack edildiğinde/haklandığında/hakkından gelindiğinde, âyet (Mu’minûn-3) melek (~ilahi güç) olarak tecelli edecektir. Artık tefekkür âyetlerinin kıraatine (~okumasına) rahatlıkla geçilerek yeni, dönüştürücü ‘kod’ yazma vakti geldi demektir!
Yeni tefekkürlerde buluşmak üzere..
Merhaba,
Tebrikler, toplumca yaramızın olduğu konuyu özümsememiz reddedilen bir söylemden ziyade bilincimizde reddetmemize salık veren bir makale olması özenini göstermişsiniz. Fakat kelime kullanmadaki ustalığınıza hayran biri olarak bu yazınızda pek göremediğimi belirtmeliyim.
Bazı paylaşımlarınızda kaynakla desteklenmesini aradım bulamadım. Kaynak gösterilmesi gerekli mi?- bazı bilimsel varsanılara dayandırılan noktalarda beklenti olağanlaşıyor.
Emeğinize ve duru bilincinize sağlık..
Sevgi ile..
Yazı için teşekkürler
okul ile ilgili projeni teslim etiysen :) sabah ve akşam vakitlerinin önemini açıklanabildiği/açıklanabileceği kadarıyla paylaşacağın yazını bekliyorum.
sevgiler
Ne güzel ifade etmişsin, paylaştığın için teşekkürler. Yazıda bahsettiğin içselleştirmenin içine dinlediğimiz şarkıların sözleri, okuduğumuz romanlar, hikayeler, izlediğimiz yada okuduğumuz haberler de girer mi? İnsanlar bizlerle sorunlarını paylaştıklarında onların bu yaşam durumlarını içselleştirmememiz için ne yapmalıyız, nasıl korunmalıyız?
Değerli Sabrin, paylaşımlarımın anlaşılabilirliği noktasında eleştiriler gelince son 2 yazıda dozu düşürmek istedim. Ama kimseye yaranamıyorum anlaşılan :). Genelde yazılarda kaynak gösterilmesi gereken kısımları bilerek göstermiyorum ki, insanlar merak edip kendileri araştırma yapsınlar. Çünkü araştırma yaptıkça daha detaylı sonuçlara kendileri varacaktır.
Sevgili Koray, :) namaz konusuna girmeden önce aslında başka bir takım gerekli konuların anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Direkt namazı yazarsam bu sefer yazının içerisine ara ara konular da girecek ve yazıların sayfa sayısını artırarak okunmasını ve konsantrasyonu güçleştirecektir. İşte o ara konuları ayrı ayrı yazılar olarak yayımlamayı planlıyorum. O yüzden bu kadar uzadı :).
Sevgideğerli Gönledoğan, bilince giren veriler kendini sık sık tekrar ediyorsa veya verilere duygusal durumlar eşlik ediyorsa içselleştirilmeleri kaçınılmaz olur (bilincimiz güçlü değilse). Kendi dünyamızdaki, zihnmizdeki, gelişimimiz açısından yararlı olmayan içselleştirilmiş hal ve hareketleri, günlük izolasyonlarımızla (namaz, dua, muhasebe, murakebe, meditasyon vs. gibi) içlerinde kaybolmadan farkındalıkla seyredebilecek duruma geldiğimizde otomatikman dışarıya, diğer insanlara da aynı dengeli muamelede bulunabilme yetisine sahip olabiliriz.
Merhaba Sonsuzluk Kulesi, kesinlikle dozu düşürmeyelim, ayrıca düşürmediğimiz gibi daha da attıralım! Beyin bilgiyi alır, bence…
yok Sonsuzluk Kulesi’cım ben namaz olarak kastetmedim…o vakitte cereyan eden olaylar, gözümüzün önünde olan ama bizim göremediğimiz gerçekler gibi. yani neden bu kadar önemli seher vakti ve akşam vakti. kendi zanlarım var ama seninde fikrini öğrenmek istiyorum sadece.
Koray, en baştan beri yanlış anlamışım demek :) Gerçi namaz vakitlerinin ve bu vakitler de namaz kılmanın da elbette bu periyotlarla ilgisi var şüphesiz.
İnsan ve bütün canlıların beden ve psikolojisinin (içsel saatlerinin, biyoritminin, hormon salınımlarının) dünyanın dönüş periyodu ile bir uyumu var. Modern dünya koşturmacalarından bozulan iç dengemiz gibi, eğer bu ritmin dışına çıkılırsa zihinde kısa sürelik sarhoşvari durumlar, uzun vadede ise stres etkisi ortaya çıkar haliyle.
Bunun yanında Güneşten gelen nötrino akımının da gece saatlerinde ve sabaha karşın azalırken, gündüz artıyor ve vesveseyi, zihnin gürültüsünü artırıyor, kuvvetlendiriyor olabilir; ama bu konuda bilimsel bir kanıta, işarete ulaşamadım henüz.
Bu şekilde bir kısa giriş yaptım. Sen de fikirlerini paylaşarak devam edelim istersen…
Çok ilginç: Vahşi doğada/Çetin yaşam koşullarında çok kullanılan ve işe yarayan merak duygusunun, yerleşik yaşama geçişle birlikte dozajı fazla geliyor ve dedikodu şekline bürünüyor. (ee tabii yok sayılamayacağından bir şekilde doyurulması gerekir. o da başka bir kılıkta yaşıyor/yaşatılıyor.)
Bu yüzden kendimizi sürekli gözlememiz gerekir sanırım. Merakın herhangi (ve zararlı, düşük) bir çeşidini terketmiş olabiliriz ama acaba, yaşamımızda başka (ve yine yanlış, zararlı) bir kılıkta yer alıyor olabilir mi? Üstelik kendini mantığa bürüterek görünmez olabilir. Mesela bir televizyon programı bana göre fena halde gıybet ve kul hakkı içermesine rağmen, çok değerli bulduğum bir kişisel gelişimci olan yapımcı ve sunucusu amacını açıklarken (mealen) şöyle diyordu: Burda zulme uğrayanların sesi, yardımcısı oluyoruz, zulmedenleri lanse ediyoruz ki zalimlerin gözü korksun. (sonra bir yılın ardından o programdan çekildi. sanırım anladı. zaten ona göre değildi )
VE;
Malayaniyi (özelde dedikoduyu) tanımlamaya yönelik “daha az maliyetli”, “kolay ve hızlı bir tatmin aracı” gibi ifadeler hoşuma gitti. Evet, insan rahata, daha kolay olanı, daha az enerji gerektireni tercih etmeye meyillidir. Üstelik önünde duran ve (daha fazla enerji gerektiren ama) çok daha fazla enerjiyi de içinde barındıran SEÇİM’e ve kendisi de bunun farkında olmasına rağmen. İşte burda irade gücü gerekiyor; hem seçmek hem de seçim de devamlı/ısrarlı olmak. O zaman bir üst seviyeye geçilebilir.
Selam ile.
Her paylaşımınızın tadını çıkarıyoruz…elbette yaranıyorsunuz hiç kuşkunuz olmasın.. […editlendi…]
Açıkça söylemek gerekirse ben Münir Derman’ın bir yazisinda asit ve alkalen ile ilgili birşey okudum. Sanki orada özellikle seher vaktinin sırrı gizli gibi geldi bana. Ama tabi vücutta asit ne yapar alkalen ne yapar bunu bilmek lazım. Tabi asitin ve alkalenin ne işe yaradığını bilmek lazım önce. Senin de benden daha iyi bildigin malumdur mesleğin gereği :)
Diğer yazılarınızda olduğu gibi bu da oldukça doyurucu, teşekkür ederim, sizden yeni yazılar bekliyoruz, bilhassa bahsedildiği üzere namaz vakitleri ile ilgili, teşekkür şimdiden.
Paylaşımlarınızın devamını bekliyoruz…
bu yazılanların bilimsel gerçeklikle bile ilgisi yoktur.. beyin aslında çok basitte inanoğlu fazla düşündükçe sanırım beyni sulanmış :)
[argo ifadeler … olarak düzenlendi. Ayrıca yazım kuralları ve dil bilgisine özen göstererek paylaşımda bulunmanızı rica ediyorum. İletilerinizdeki heyecanın yarattığı düzensizlik nedeniyle okunmadan geçilebiliyor. Sonsuzluk Kulesi – AHHA]
Hz. Adem (SAV) zamanından beri beynimiz hep aynıydıç aslında çok basit eğre beyin bu kadar zamanda kendini gelitşirmişse emin olunki hayvanlarda kendini bu kadar geliştirebilir. diğer taraftan evcil hayvanlar da daha önceden vardı çünkü vahşi hayvanı evcilleştiremezsin. ancak insan vahşi bir hayvandan daha öte duygularla iş yapıyor. ancak evcil hayvanlara dikkat ederseniz doymak için asla saldırmazlar. sadece ses çıkartırlar bulamadıkları zaman. insanoğlu ve vahşi hayvanlarda ses çıkarmaktan ziyade saldırırlar.. ancak insan oğlunun sığınacağı Allah var ken bunu yapmaması gerekir. ama vahşi bir hayvanın sığınabileceği bir Allah var ve bunun farkında. ve kendisine verilen yeti ile hareket edilir.
en basit ispatın bu olduğu aslında açık. ve yapay zekanın ince sınırtlarını inceledim […] birile 4 saaat ses li konunştum ve adam en sonunda […] biri çıktı. bu kişi kendini bilmez tabvırlarıyla ruh ve beden ilişkisi matematiksel çözdüğünü ve bana bu konularla ilgili alakası olmayan örnekler verdi. ve cevapları zaten anında bildiğim şeyler. ve inanın ki en başta 4 saatlik tartışığım şeye bilinen inanılan şeylerle girdi bende birşey bildiğinşi düşündüm. ama gerçek konulara gelince sana kitabımızı gönderelim dedi ve adres falan iste […] bunu aynen yayınlayın.. verdiği örnek adamın biri satranç oynayan robot yapmış ve kendisini bilmem kaç defa yenmiş. insanoğlunun beyni 1. tekrara dayanır bir yetiye sahiptir. 2. merak ve hislerin güçlü olduğu andaki şeyleri aklında rahat tutma yetisine sahip durumda işler. ve beyinde birazı büyük şurası küçük şurası bilmemne şurasında gedik var diye bir şey yok. insanoğlu aynı düşünür aynı yapar aynı şekilde hareket eder. kesinlikle farkı yoktur. kimse de kimseden üstün yada zekasız falan değildir. ancak insanoğlunun şu saydığım iki yetisi olayları bizim boyutumuzda değiştirir. bir şeyleri bulmak merak sarmak gibi şeyler bizi bu konularda bilinçlebndirmeye iter ve oturup bir einstain olabilirsiniz. ki yani bilgi zaten sürekli aktarılır. ancak.!! şu an ın ilkokul öğrencisi einstain ın bildiklerini biliyor. diğer taraftan bu kjadar düşünemiyorsanız. bunun da bir önemi yok. kimse ne Allah sizden böyle bir şey istemedi neden bu kadar kafanızı böyle olmadık şeylerle kurcalanmasına izin veriyorsunuz ki. sizi etkilemenin sıradan orta avrupanın çıkardığı EGO denen saçma felsefelerinden birini kalkıp sizin üzerinizde uygulamasına izin veriyorsunuz. aslında herşey çıplak gözle görülebilecek kadar net. Allah herkese hissi vermiş ki insan vücudu yaşar . öldükten sonra. uzun bri süre hücreler aktiftir . atomik enerji bitmez beyin en az 6 saat ölmez. bunun açıklamasını kimse yapamıyor. ayrıca hareket edemiyoruz. niye siz ce?
daha önce anlattığım adam bana dediki adamın bir satranç oynayan robot yapmış ve robot adamı yenmiş. bu olağandır. siz 25 bin tane hamle biliyor olsanız bile bu hamleleri aklınızda sıraya sokamazsınız. ama robota bunları yüklerseniz kayıt ettirirseniz buna göre programlayabilirsinşiz bu çok zor bişey değil inanki. ama insan ın beynini tekrara dayanır her ne kadar biliyor olsa bile 25 bin hamleyi bir robotun her şeyi yüklediğiniz şekliyle oynarsanız ilk olarak yenilirsiniz. ama oynadıkça robotun hamleleri nasıl attığını anlarsınız. bakın zaten bildiğiniz şey anında aklına gelmediği için robotu yenemezsiniz. robotun böyle bir düşüncesi olamaz zaten. robot sadece sizin verdiğiniz işi yapıyor bunu sakın unutmyayın. bir süre sonra siz roboyu yenersiniz çünkü robotun hamleleri ve sizin bilginiz birbirini tutmaya başlar. yani daha çok hatırlarsınız..
diğer konu da yapay zeka ile ve insan beyniyle ilgili gerekli bir şey söylemiştim..
artık uyanın..
insan birbirinden ne üstün ne farklı ne alakasız. insanoğlunu birbirinden ayıran şey ruhtur. ve bizim doğru olarak tanımlanan bir şeyleri doğru şekilde yerine getirmemizden sorumluyuz vücut ve yapımız olarak..
ancak beynimiz bu konuları pek düşünmediği için aslında hiç düşünmediği için kafamızdaki şey ruhumuzun hayali bir varlık olduğunu zanneder çünkü elle tutulmaz. dikkat etmediğiniz ikinci konu. elimizle tuttuğumuz gözümüzle gördüğümüz hiç bir şeyin aslında ne renk nede şekilsel bir madde olmadığıdır. renk çünkü olan bir sinyaldir ve bunu beynimiz bu şekilde renk denen şeylere çevirir ve bizim görmemizi sağlar bunu Allah görmemiz içiin bazı hayvanların görmeden haretket etmesini bazı hayvanları sadece kahverengi görmesini örnek olarak bırakmıştır zten. bunu daha nasıl anlayabilirsiniz bilmiyorum bu gözle görebileceğiniz en güzel gerçek ama benim gördüğüm fdaha farklı bir şekilde tabi ki. bununla ilgili binlerce örnek verebilirim. ayrıoca bedensel yarhılardan mı bahsediyoruz. çok güzel. atom un yapısında düz bir mantık varcır. ama hücre oluşmuştur insan oluşmuştur. cansızlarda dikkat ederseniz atomların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. çokta bir farkı yok. yani bizi ayakta hareket etmemizi sağlayan şeyin cansızlardan ne farkı olduğunu ve bu enerjinin nasıl gerçekleştiği hakkında bana ispat sunabilecek biri varsa dinlerim… her zaman..!!!!
ve beyne dönelim. herşey daha önceden biliniyordu. yani tekerlek icat edilmedi. yapy zeka da karşıma çıkan şey buydu açık örnekleri de var. satranç ı robota öğretmeden robot satranç oynayamaz. bizde burada bazı şeyleri bilmeseydik inanın ki karnımızı bile doyuramazdık. ki Buğday Hz. Adem (SAV) zamanındada vardı ekmek vardı bir çok besin maddesi Hurma vardı. bu dönem içinde hiç biri mi evrim geçirmedi. Buğday bilinen en saf ve her yerde bulunan ürünlerden biri. nasıl olursa insanoğlu sürekli yetiştirip te bunlar evrim geçirmez. ?
Hurma hep vardı. bu sizin aptal mitoloji dediğiniz saçma şeyden itibaren benim de insanoğlunun yaratılış dediğimiz şeyden itibaren vardı. Elma vardı. ama siz olmadık şeylerle uğraşırsınız ha bre birşeyleri değiştirdiğinizi iddia edersiniz aslılnda bozmaya çalışırsınız.
milyonlarca şeye cevabuını öğrendim. ama bilmediğim bir şey varsa inanoğlu neden hala aykırı hareketler de bulunuyor bilmiyorum..
Cevap Tektir Doğru Tektir.. Allah birdir. bunu isteseniz de yıkamazsınız. cevaplar çok basit ve aslında kendi önünüzde duruyor. gidipi uızayın öbür trafına gidecem görecem diye bir saçma düşünceye kapılmayın. orada hiç bir şey yok.
bizim dışımızda canlı oluşma ihtimali bile imkansız derecesindedir.
bunu ispat edebilirim.
ve ayrıca. beynin gerçek temeli
yapay zeka ile uğraştım
isveç bilim adamları beynşinin bilmem neresi büyükmüş demeleri bunun doğru olduğunu göstermez. ki incelesinler 100 beyin incelensin hepsinde durum değişmicektir. bunun beynimizin bi tarafının büyük küçük olmasıyla ilgisi yoktur.
bu konuyu yıllardır araştırıyorum.
beyinde kod falan nyok.
kod sizde var.
beyşinde kayıtlı hiç bir şey bulamazsınız. çünkü en küçük kayıt beynin gönderiği aldığı ve sizin harekte etmenizi ve bilmenizi sağladığı sinyalleri yollayıp almakla gerçekletştirir. ki, beyinde bilgi diye bir şey yoktur. basitçe fiziksel olarak bir akım sayesinde bilgileri aklımızda tutarızç ve bu şekilde devam eder gider..
başka açıklaması yok zaten. diğer taraftan hatırlamanın da gerçek boyutlarını rrahatça anlatabilirim.
beyinle ilgili o kadar çok araştırma yaptılar ki gören de sanıcak ki beyinde herşeyi okuyabilirsin.
atomun yapısına bakarsanız bunun olamayacağını anlarsınız..
atomda proton ve nötronlar var. sinyaller aynı şekildedir. sinyallerdede sadece bir basit teknik bilinen elektro iletim vardır. ve bunları okumak imkansızdır. bir bigli değildir sadece bir akımdır. bunların miltyarlarcasının bir araya getirirseniz size bir oluşum getirir. ancak bunları oturup çözebilecek bir insan değildir. çünkü bu nu bir insan yapmamış ki okuyaiblsin. insan sadece kendi yaptığını görebilir.
diğer taraftan kod falan da yok. böle saçma düşüncelerle harekt etmeyin. istediğiniz kişiyle tartışmaya girebilriim. bu konularla ilgili gerçeklere dayanır kitap yazmayı düşünüyorum. bu konularla ilgili birilerini tartışmak yada paylaşmak isterim..
Saygılarımla
Halil Civaner
halil-civaner@hotmail.com
arirezumi@gmail.com
Selamdan sonra. Sayın Özcan. İnsan türünün evrimsel bir süreç ile bilinç kazandığından bahsetmektesiniz. Kuranı Kerim, Beşerin tesviye edilip-uyumlu hale getirilip ruh üflenmesi ile “semi, basar ve fuad” verilmesinden haber vermektedir. Semi= duymak, Basar=görmek, Fuad= gönül değilde, Semi=duyduklarını anlamlandırma, Basar=gördüklerini anlamlandırma, Fuad= semi, basar ile analiz ettiklerini sentezleme olarak kök anlamlarına göre değerlendirirsek; Üflenen ruhun, beşer olarak yaşamakta olan türe bilinç kazandırma olduğu anlaşılmış olmaz mı?
Bu nedenle bilinç insan türünün zaman içinde kazandığı bir meleke değil, özel olarak yüklenmiş bilgisayar dili ile bir yazılım olduğu anlaşılmaz mı? Selamlar.
Merhaba,
Değerlendirmelerinize katılıyorum.
İnsan türünün evrimsel süreçte kazandığı bilinç, gündelik bir bilinç. Bu bir meleke değil, çünkü bilincin, kuşatıcılığı gereği melekeleri olur. Kur’an’da ruh üfleme ile kastedilenden anladığım ise, gündelik bilinci ile yaşayan insanın kazandığı içe dönük, maneviyatı ile ilgili bir bilinç, buna Şuur diyelim dilerseniz. Manevi Şuurlanmayı da manevi bir evrim, yani Tekamül olarak görebiliriz. Ki bu Şuurun başlangıcına da Âdemlik deniliyor.