Hakikat | Kavramların yokluğu

hakikatDünyaya gelen/hologramı üretilen her zihnin doğal/fıtrî mekanizması; zihninin sürekli olarak uyarıma maruz kalması sonucu entelektüelleşmesi ve bununla beraber “kavramlaştırmaya” giderek ürettiği, Varlığı bölerek oluşturduğu “nesneleri” gerçek/gerçeği zannetmesidir.

“Birbirlerinden ayrı” olarak kabul edilen birimler “nesne” olarak adlandırılır. “Kavramlaştırma” (ve isimlendirilmesi) olmazsa doğal olarak nesneler de olmayacaktır.

Bir bebek bedensel/zihinsel olarak geliştikçe, Zihni ilk önce “Anne” ve “ben”, daha sonra da çevrenin şartlandırmaları sonucunda “ben ve diğerleri” kavramlarını (ve isimlendirilmelerini) oluşturdukça Hakikat’i (varsayımsal olarak ~ Dûnullâh’tan) bölük pörçük eder ve O’ndan iyice uzaklaşır (Cennet’ten iner).

Hakikat bünyesinde/hakkında/içinde kavram oluşturup O’nda “nesneler yaratma” Hakikat’i “böler”. Varlık -varlıkta kavram oluşturan “varsayımsal/geçici benlik” tarafından varsayımsal olarak (?Dûnullâh’tan)- bölünür. Varlık indinde ise bölünme yanılsamadan ibarettir.

*/ Bir benzetme yapmak gerekirse… Bir şehrin elektrik şebekesinde akan elektrik gerçekte TEK’tir. Ama biz bu TEK’i “A’nın, B’nin, …, Y’nin, Z’nin evindeki elektrik” diye sanal olarak kavramlaştırıp/isim verip, sanki ayrı varlıkları varmış gibi her evin elektriğini ayrı ayrı nesnelleştiriyor ve TEK elektriği yanılsamalı olarak bölüyoruz, çoğaltıyoruz.

Gerçekte hiç birinin ayrı bir varlığı yoktur. Her biri yanılsamalı olarak ayrı kabul edilen varlığını o TEK elektrikten alır, her biri TEK elektriktedir, TEK elektriktir. Ve Elektrik TEK’tir. /*

Hakikat/Varlık gerçekte kavram/isim/ayrılık kabul etmez. Her kavram zıttı ile var olduğundan (ve Varlığı sanal olarak böleceklerinden) gerçeklikleri de yoktur. Hakikat/Varlık, gerçekliği olmayanlarla da tanıma gel(e)mez. Gerçekliği olmayan kavramlar/isimler zihin için ancak Hakikat’e yönlendiren birer işaret, araç olabilir.

Hakikat kelimesinin işaret ettiği Hakikat’in kendisi ise “kavram” olmayıp “ayrılıkların yokluğudur”. Kavramların ve nesnelerin kayboluşudur. Nesneler, oluşturulan kavramların ayrı birer gerçeklik sanılması olduğundan Farkındalıkta/Hakikatte yer kaplamaz, Varlığı bölemezler.

Hakikat’i bilmek (kavramların değil) ayrı ayrı nesnelerin olmadığını yaşamaktır. “Ben, Sen, O, …, HÛ” birer kavramdır, gerçek değildir.

Örneğin “Evrensel Farkındalık” vardır; ama Farkındalığın “ben(ler), sen(ler), HÛ” olarak kişileştirilmesi/Hüviyet verilmesi illüzyondur. Her bir isim/kavram bölük pörçük sanal dünyamızdan Hakikat hakkında yapılmış işaretlerdir. Varlık hakkında yapılan İşaretlerin (HÛ yapar, eder gibi isimlerin/kavramların) gerçekmiş gibi zannedilmesi, HÛ’nun işaret ettiği Hakikat’in zamanla zihin tarafından nesnelleştirilmesi = ayrılaştırılmasına neden olabilecektir. Bu durum kavramlarla algılamaya programlanmış zihinlerimizin doğal sonucudur. İşaret edilen Hakikat Şuur/Kalp tarafından hissedilecektir.

“Yapan, yaptıran HÛ’dur” denilir. Bu cümlenin gerçek olarak addedilmesi Varlığı “yapan-yapılan, yaptıran-yaptırılan” olarak bölmektedir ve bu yüzden Hakikat değildir, işarettir sadece.

Örneğin, Hakikate işaret eden HÛ zamiri dahi, bizim boyutumuzdan (?Dûnullâh’tan) zihin için yapılmış bir isimlendirmedir. Şuur’da sezilmesi gereken ise “Ben, sen, O, … , HÛ” ayrı-gayrılığı olmadığından gerçekte “Mutlak Fâil ve İzâfi Fâiller” olarak tanımlanabilecek hiçbir Fâil’in olmadığı gerçeğidir. “Fiillerin” sonsuz devinimi vardır. Her fiil “Kendiliğinden” eyleme gelir.

Hakikat’in kendisi “ayrılıkların yokluğudur”. “Ben, sen, O, … , HÛ”‘nun kayboluşudur.

Özgürlük de, Mutlak Fâil veya İzafî Fâillerin, Fâil olacak varlığımızın olmadığını Hissedip Eylemlerin Akışında Kaybolmaktır.

Hakikati sezmek, Fâiliymişiz gibi başladığımız eylemlerin Fâilli zannından vazgeçip “Sadece eylemin gerçekleştiğinin” Farkındalığı-nın kalmasıdır, Fark eden -ben/HÛ- olmadan!..

Aradaki Farkı fark etmek üzere…

Hakikat | Kavramların yokluğu” hakkında 21 yorum

  1. herşeyin aslında tek olduğunu anlatıyosunuz benim merak ettiğim insanın bu durumdaki yükümlülüğü yada iradesi var mıdır hayattaki yegane amaç farkındalık mı olmalıdır.yada bizim şeytan dediğimiz şey ‘tek’ ten ayrı mıdır.şimdiden teşekkür ederim.

  2. Sevgideğer Hasan Günak,

    Gerçekte kimsenin iradesi yoktur. Fakat bu ötelerden bir varlığın belirlediği yazgıyı oynamak anlamına gelmemektedir. Varlık TEK’tir ve TEK, bizim aracılığımızla İrade sahibi olmaktadır. TEK, bizim aracılığımızla derken bile bir ayrım vardır; fakat anlatabilmek için ifadelendirmede zorlanmaktayız. Gerçekte ayrım yoktur.

    Benzetme yapmak gerekirse, zihnimizde roller vererek oynattırdığımız bir tiyatro sahnesini düşünelim. Rollerini oynayan herkes ayrı ayrı varlıkları varmış gibi görünse de gerçekte onların her birinin dilemesi gerçekte TEK ZİHNİN dilemesidir. Bizden açığa çıkan her şey Biz-Ben olan TEK’in İradesidir.

    Bizler TEK’in özellikleri ile varız. Bileşimimiz nedeniyle “ben” dediğimiz varlıkta açığa çıkan davranışlar sistemde karşılığını bularak birimin hak ettikleri olarak gene karşısına çıkmaktadır. Bu arada Her şey TEK’te meydana gelmektedir.

    Yükümlülüğümüz vardır; ama bu ötelerden verilen bir yükümlülük değil; bizde açığa çıkan veritabanımızdır. Sistemde duygusallığa yer yoktur. Bizler Evren içerisinde meydana geldik. Bir nevi günahkâr (atalarımızdan ve çevremizden aldığımız şartlanmalar) doğduk. Tüm bu şartlanmalarımıza Şeytan diyebiliriz.

    Yapmamız gereken de veritabanımıza format atıp onu yeniden kurmak ve güncellemek olacaktır. Buna da farkındalık denilmektedir. Farkındalığın getirisi ise İmtihandır. Gene benzer şekilde imtihanı bize kimse yapmamaktadır. Sistem gereği veritabanımızın karşılığı olarak karşımıza çıkmakta ve vereceğimiz tepki bizim imtihanımız olmaktadır.

    1. Allah senden razı olsun, hepınizi çok seviyorum rabbimin güzel kulları bana sizlerin sohbetlerini nasip ettiği için sonsuz şükürler olsun yaradanıma aslında teşekkür etmek istedim hepinize sağ olun var olun can gençler

  3. Yemen ellerinden gelir, o,yarin kokusu,
    Ali Haydardır,evliyaların,baş mepusu,
    Eniş olurmuş,bunca müşküllerin yokuşu,
    Hu Diyelim Hu,Rahmanım Hu,Kahharım Hu

  4. Merhaba..Az önce bir yabancı çeviriyi okudum ve sizin mailime gelen oldukça zihnimizi açan yazıyı büyük bir dikkatle okudum.yabancı aktarımda “birleşik alan”ve “hepimiz özümüzde biriz” söylemlerinin detaylandırması vardı.Teklik bilgisi oldukça önemli..ama bir noktaya geliyorsunuz işin içinden çıkamıyorsunuz. Şöyle ki..varlığın özündeki yapı TEK.. ihlas süresini anlamaya çalıştığınızda bu neticeye varıyorsunuz.ve buna İMAN etmemiz isteniyor anlayışımca..öğrenmek istediğim husus şu..varlığın derinliğindeki bu öz bir şahsiyet midir?? ne olur bunu bir tanrı olarak anlamayın.. AŞK OLSUN..

  5. Semra Hanım merhaba, Subhanallah yazısı tam da bu sorunuzla alakalı aslında. Allah’ın bir şahsa, kimliğe indirgenmesi veya şahsiyetinin, kimliği olan bir varlık sanısı.. O bütün sanışlardan münezzehtir.

    İlahi özün, derunumuzdaki özüz açığa çıkışı, zaten “şahsiyet” kavramından arınarak gerçekleşecekken, Allah’a bir şahsiyet atfetmek doğru olur mu?

    Evrenin, alemlerin, kainatın bir şahsiyeti var mıdır? Bu soru yaklaştırıcı olabilir..

  6. Hakikat: Bir’in dışında beliren herşey puttur…(Mevlana) Ne kadar bölük pörçük dünyamız…

  7. her şey bir, tüm olasılıklar, tüm alemler, tüm evrenler, tüm sonsuzluk bir ve aynı anda mevcut diyebiliriz… bu şekilde fark ettiğimizde dünyevi pek çok kavram anlamını yitiriyor… sınırlar, dil, din, ırk, millet, .. hepimiz bir ve aynı özdeniz , ve gerçekleşen her olay gerçekleşmesi gerektiği için gerçekleşiyor…
    şartlanmalar dualitenin kendisidir, zannımca. ..iyi kötü güzel çirkin alfa omega…v.s ….
    yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum.. sevgi ve saygılar..

    1. “Allah” veya “El-İlah”..
      “El-” Ortadoğu dillerinde mana olarak MUTLAK olan GÜCE, mutlaklığa, “herkesçe bilinene, belirgin, aşikar olana” işaret eder. Bunun Batıda karşılığı “The” artikelidir.
      “The” ile diğer dillerde bağlantılı olduğunu düşündüğüm..
      Latince Theo- (teoloji-tanrı bilimi gibi)
      Türkçe Teo (TEOman > Tanrı adamı gibi)
      Uzakdoğuda TAO..
      Yani mutlak olan.. Herkesçe bilinen.. Pagan kültüründeki put isimleri de bu “varlığı aşikar olanın” çeşit çeşit yüzleri anlamında.. Paganizmde halkımızın sandığı kadar basit, saçma bir inanç değil yani..
      Örneğin, Al-Lat.. Varlığı aşikâr olan Evrensel Mutlak gücün doğada kendini “rızık verici” yönüyle göstermesi gibi. İşin bu veçhesi zamanla bu özelliklerin “dişi” ve Allah’ın kızları saymaları yanlışını ortaya çıkartıyor. Hâlbuki “Melek”, yani Allah’ın gücü her biri.
      Monoteist inançlar tarafından da bir tanrıya indirgenmiş olan El-Zahir (!) olan Allah, tüm manaları, özellikleri (> Kur’an’daki “Biz” hitabı), yansımaları ile ortada olandır. Varlık olarak kendini gösteren, Allah manalarının sınırsız bileşimleri ve devinimleri.. Bu minvalde Varlığın Kendisi ve Kendinden olduğu bu tartışmaların muhatabı değildir. El-Zahir’dir.
      Müslüman ekollerin yanılgısı Allah’ın El-Zahir ismini vurgulamaması..
      Yahudiliğinki, Allah’ı El-Batın özelliğine ötelemesi..
      Panteizmin yanılgısı, Allah’ı El-Zahir vasfına indirgemesi..
      Hristiyanlığın ise El-Zahir ismini 1 kişiye indirgemesi..
      “Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır”
      Allah, El-Hak’tır aynı zamanda, Varlığı apaçık ortada olandır!
      Bakın, Kur’an’da Allah, monoteist inanç ekollerinin sayfalar dolusu delillendirme, inandırma çabasına girmeden ortada, ayan beyan olandan örnek vererek İÇKİN Varlığını nasıl ortaya koyuyor:
      “Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir. Bu böyledir. Çünkü Allah, O Haktır (apaçık ortada olandır)!.” (22:5-6).
      Şimdi, siz, ortada olan, herkesin, eylemlerinizle, vücudunuzla gördüğü varlığınızı ispatlamaya çalışır mısınız?
      Kur’an Allah’ın Varlığını tartışmaz. Dolayısıyla, ŞAHİT olunacak olan Allah’ın Varlığı değil, O’ndan başka İLAH olmadığıdır. İnsan’ın problemi bu nokta.
      “Mülk” ve Malik olma Problemi..
      Allah’ın “sınırlı” görünümlerini, mülkünü “Hak-gerçek varlık olarak kanıksayıp” İLAH edinmek.
      Hâlbuki “Lehül Mülk”!
      Varlık O’na ait.
      Bunun ŞEHADETİ (3:18) ise katmansal olarak Adaleti ayakta tutan İlim ile, melekler ile ve Allah’ın Zatından Allah ile olur. Buysa egomuzun çeperlerini inceltme tecrübesiyle.
      Başkalarına değil, sadece nefslerimize Üstad olarak şahit olabiliriz.
      “Şahit”, bir vakıaya tanık olan, onu gözlemleyen demek;
      Sözcüğün mübalağalı formu “Şehit” ise, hem dış dünyada gözlemleyerek, hem de iç aleminde bizatihi yaşamış, deneyimlemiş olan kişi.
      Dinde, tasavvufta veya her türlü bilgelik kaynağında anlatılanları birebir yaşayıp tanık oldukça adımız Şehit olur.
      Bireye AİT YAŞANMIŞLIK, tecrübe ne kadar varsa, o derece Şehit oluyor insan.
      Rabb’in, Yetiştirici’nin ŞEHİT vasfı yansıyor insana..
      Bu nedenle, “şu kişi böyle, bu kişi şöyle demiş”ler ile, sırf nakil-rivayet- ezber aktarımlarıyla, “elhamdulillah müslümanız”lar ile Şehitlik olmuyor.
      Bknz. Plasebo Aydınlıkta kaybolmadan..

      Yerini dedikoduya, kîlukâle bırakıyor ancak..
      Ben-liğimize ait Deneyim = Şehadet olacak..

        1. yani bu konuyu daha geniş çalıştınız mı ? kuantum fiziği ve holografik açıdan yani. yazılarınızı okudum ve aklınızı beğendim.teşekkürler kardeşim. selamlar.

  8. Tao teo değil sayın Sonsuzluk Kulesi Hanyu okunuşu DĀ̩Ō’dur {deaoou}.

    Bizim bugün kullandığımız DOĞA kelimesi, Kinça Türkleri {Kıpçak diye bilinirler} üzerinden günümüze kadar ulaşmış fakat dejenere kelimenin ilk çıkışı DAO.
    Daoizm aslında bir din değil milattan önce yaşamış Çinli çiftçilerin hasat seremonisi olarak gelişen bir kültür, fekat sonradan kavramları Çin literatürüne giriyor, dil de bu kültür ile beraber gelişiyor. DAO’nun Çince kelime manası ise YOL.
    Dao’nun izm tarafı batıdan göç eden Hristiyanların yorumladıkları gibi tanrıcı-idealist bir öğreti değil aslen, çıkış olarak natüralist-materyalist bir öğreti Daoizm. Pratiği de elementler, alkemi, cinsel teknikler, natürel yaşam vb üzerinedir. Bilginize.

    1. Bilgilendirme için teşekkürler Zom.
      Şahsen ben de bunu anlatmak istedim, yani geleneksel dini anlayışlardan bağımsız bir içerikle.
      The, Teo, Tao vs. herkesçe bilinene, belirgin, aşikar olana işaret eder ki bu da DOĞA’dır.
      DOĞA ise Allah’ın El-Zahir özelliğinin kapsamıdır.

  9. Rica ederim, El-Zahir kavramını internette biraz araştırdım fakat bu kavramın Daoist öğretilerde bir karşılığını bulamıyorum, bir anlamda Platoncu Formlar Teorisi’nden bahsediyorsunuz ki zaten batıda da tasavvufun kaynağı bildiğiniz gibi Platon’dur.

    Daoizm’de düşüncenin kendisi her şey gibi diyalektik işlediği için tecelli gibi bir kavram metafizik olarak değer kazanamıyor. Daoizm’de DOĞA daha çok bir geçiş manasında, yani DOĞA’nın dikey olarak beslendiği bir “El-Batın” yok tasavvuftaki gibi, şeyler, şartlar yatay bir kozalitede diyalektik olarak niteleniyorlar, bu yüzden de soyutlar veya matematik kavramlar yalıtık formlar olarak düşünülemiyor ve varlığın anlamını belirlemede kullanılmıyorlar.

    Sevgiler.

  10. Yazıya sonuna kadar katılıyorum. Bizler izafi varlıklarız. Mutlak olan kavrama mekanizmasını insanda var eden ve kavranması mümkün olmayan (zatı itibarıyla) Allahtır. İnsan ne kadar izfafiyetini kabul edip içselleştirirse Allaha o kadar yaklaşır daha doğrusu onu hisseder.

  11. ALLAHTAN BAŞKA VARLIK YOK DEYİP HERŞEYİ ALLAH YAPMAK…NE KADAR CESURSUNUZ… ŞEYTAN İCADI TASAVVUF BEYİNLERİNİZLE OYNUYOR..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir