Riyazet: Dengeli Yaşam – 7

hakk(Önceki bölümler Riyazet: Dengeli Yaşam -1, 2, 3, 4, 5, 6)

Riyazet yazı dizisi boyunca dikkat çekilmeye çalışılan noktaları şu duygu – davranış modelleri üzerinden özetlemek mümkün sanırım:

– Duygunun bastırılması : En düşük puanlı, ve en zararlı durum. Sonuç, varlığımızdaki enerji kanallarının önünü büyük ölçüde tıkama, kendinden uzaklaşma, samimi – net olmayan ilişkiler, plastiklik veya sahtelik. Hayat enerjisinde düşüş. Ve bedendeki karşılığı ile sık sık yaşanan hastalıklar..

– Duygunun kontrolsüz ifadesi : Düşük puan; ama gene de doğallık, dürüstlük, açıklık, cesaret içeriyor. Tabi, nihayetinde gene karşımızdakine/kendimize zarar verme ve ilişkilerimizde aksaklıklara sebep olma ihtimali yüksek. Akıcı hayat enerjisi.. Fakat, kontrolsüzlüğün verdiği kayıpla içte, olgunlaştırıcı, tekamül ettirici Potansiyel enerji birikemiyor.

– Duygunun kontrollü ifadesi : Yüksek puan! Tüm evrensel öğretilerin hedeflediği kaliteli ego davranış modeli. Hem doğamızı kabul edip kendimize, hem de karşımızdakine, ortama en bilge, irfani yanıt ve güçlü-kaliteli ilişkiler. Yapabileceği, katkıda bulunabileceği bir durum söz konusu ise, karşılaştığı sorunlarda Çözüm odaklı hareket eder; enerjisini hüzünlenmeye, endişeye – kaygıya boşuna harcamaz; elinden gelen bir şey yoksa da Şimdi’nin derinliğinde kalarak Enerjisini Ruhsal olana dönüştürür.

Bu üç modeli, Rasul’ün arkadaşının hayatındaki bir örnekle somutlaştırmadan önce, son bölümde değindiğim bir noktaya biraz daha parmak basmak istiyorum, kıymetli dostlar:

Şunu unutmamamız gerekiyor idi: Bireysel Tekamül sürecimizde dürtü, duygu ve davranışlarımızdaki riyazeti gözetmeden, yani dengeye – fıtrata yeterince yaklaşmadan, Allah’ın tüm varlıkta yansıyan özelliklerinin orjinallerini de varlığımızda (nefiste) ve varlıkta (afakta) izlemeye dermanımız yetmeyecek idi. Çünkü, AYNA’mızdaki saflığa göre Hak tecelli eder/yansır, hem-dem.

Bu başka bir anlatımla, bilinçaltı süreçlerimizdeki cinlerin müslümanlaşması, Kıyamet = Diriliş süreciyle cinlerin aşikar olması ve bizleri Tek olan Mutlak Bilinç ve Kudrete bağlayan melek(e)lerin, evrensel davranış biçimlerinin inzali, yani içimize işlenmesidir (Detay için Cinler | Bilinçaltı “saklı kişilikler” yazısı).

Kainat’ta işleyen ilahi manaların, egomuz tarafından çarpıtılmamış asıllarını seyretmeye başladığımızda ancak, bu manaların da Birliğini, yani Tevhidi hissedebilecek, ve nihayet Rabbin Vechine/Sûretine doymaya başlayacaktık.

Her daim Rabbinin yüzünü dileyerek O’na yakaranlarla/O’na çağıranlarla beraber Benliğine sabret. Bayağı yaşam tarzının cazibesine kapılarak gözlerin Onlardan uzak düşmesin. Ve kalbini/anlayışını mesajımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye de uyma. Böylesinin işi hep aşırılıktır. (18:28)

Rabbinin geldiği ve meleklerin saf saf olduğu zaman.. (89:22)

Bundan öncesi bulanık bir görüntüdür AYNA’da. Varlıktaki Birliği, ancak Allah’ın isimlerinin çarpıtılmamış versiyonlarını, Bireysel Gelişim/Tekamül sürecimizdeki arınma çalışmalarıyla paralel olarak hissedebiliriz. Bu his, doğal süreci içerisinde kendiliğinden gelir!

Ancak! Henüz aynamız puslu, tozlu iken, Veche kavuşma yolculuğunda belki “erebilme” şevkiyle veya belki kaygısı/hırsıyla, yığınla duygusal tortu – tıkanıklık – açlık ortada iken her şeyi Hak (= Rabbin yüzü olarak) görmeye çalışmak değişik psikolojik zorlanmaları, doğal olmayan veya taklidi bir takım davranışları da meydana getirebiliyor. Halbuki, enerjilerinin akışına/çıkışına izin vermeden, daha en temel fiziksel – psikolojik basamaklarımızı rahatlatmadan, ihtiyaçlarımızı doyurmadan Yorumsuz Seyir diye işaret edilen, Hakk’ı, Rabbin Vechini/Sûretini, yani âlemdeki sessizliği/sekîneyi/kavramların yokluğunu görmeye “çalışırım” ancak. Zorlarım bilinçaltımı, hem de tüm tortularıyla, belki de senelerce. İstesem de bu aşamaya geçemem, bilinç olarak..

Nefste Hak, pak bir şekilde aşikar olmadan, her “şeyi” Hak veya Hak’tan görmeye güç yetiremez Nefs. Kendini, “görüyorum” diye yıllarca kandırabilir sadece, uyku içerisinde!

Güç yetmediği için de, o hevesle bazen bilgi birikimiyle “Mistik”, “Allah Aşığı”, “Bilge Adam”, “Ermiş” kılıklarına girme çabası da olabiliyor, sevimli Nefs tarafından! Ama kuyruğa basıldı mı tırmalayacak cinsten oluyor :)! Aheste aheste konuşarak, derin – kesici bakışlarla, bilgiç bilgiç etrafı süzecek şekilde, baş köşelerde oturarak olmaz bu işler!

Bu hangi açlığın sonucu bir kendini kasmadır, plastikleşmedir acaba? Duygularımızı bastırıyoruz, farkında değiliz! Eriyorum sanırken, eriyip gidebiliyoruz, değil mi?

Halkın içine karışmış, kaybolmuş; ama saf çocuksu doğallıklarını kaybetmemiş Hak Aşıkları, Arifler, Erenler, Hanifler geliyor aklıma! Selam olsun, Selam ulaşmış olanlara!..

KalpYazı dizisi boyunca anlamaya çalıştığımız üzere; “görmeye çalışmak” yerine bastırdığım psikolojiyi sıkça yaşama cesaretine, yani bendeki Firavun şubesine, onu tanımak için adım adım kontrollü izin verirsem, duygularımı gözlemleme, üzerlerinde dikkati toplama, bilinçli düşünme ve de farkındalık getirme/OKU’ma yolunu da açabilirim. Bebek Musa Firavun’un sarayında büyüyeceğinden, sarayın inşası gerekiyor ilk önce, unutmayalım. Sıkça tutunulan, Hakka – Hukuka riayet ile Farkındalık birleşip derinleşirse Firavun denizde boğulur. Cesedini gelecek tekamül boyutlarımız için ibretlik olarak bırakıp Musa örneğiyle geçilirse, Evrensel çalışan AKIL (İsa) iner, duygulara ve enerjisine yön verir, duyguların gücünü kullanır (Deccali öldürür). NÂR, yani nefsin kontrolündeki kontrolsüz egosal güç, NÛR’a, aklın rehberliğindeki Kudrete dönüşür.

Oluşabilecek metafizik gerilimin yanı sıra, sıkça denk geldiğim için tekrarlamak istediğim ikinci bir husus da, bencil erme arzusunun toplumsal olaylara duyarsızlık meydana getirmesi mevzu.

“Her şey gerçekte Tek, Hakk’tan gayrı yok, Hakk’ı görmelisin” bilgisi Şeriat düzeyi ile tashih edilmeden alınıyor; ve pratiğinde; Şeriat denilen Hak – Hukuk ilkeleri, yüzlerce ayet, evrensel değer atlanarak fail tektir, O da Allah’tır, bu nedenle varlığa kızamazsın, eleştiremezsin, kusur göremezsin gibi ifadelerle, Allah’ın manalarının çarpıtılmamış versiyonları alemde açığa çıktığında yaşanacak bu gerçek olmayacak yer ve zamanda yamultuluyor.

Peki, sonrasında ne oluyor? Hukuksuzluğu, terörü, vicdansızlığı, tecavüzü görüyor, kızası geliyor; ama Vicdan razı gelmiyor, tekrar bastırıyor; eleştiresi geliyor, bastırıyor. Efendim, her şey Tek! Evet, cümle mistik, çekici, heyecan verici duruyor!

Bastırmanın sıklaşmasıyla, beyin algılanan bu durumları iyice normalize ettiğinden duyarsızlaşıyor.

Bu bilgi kendimizden çıkan Batıl işleri de Hak görme yanlışına düşürebilir. Kim bilir belki de, (yapıcı olan) eleştirilmeye dahi cesaretimiz olmadığından, eleştirilere ket vurma adına, bu bilgiyi istismar ediyoruz Nefsi Emmarede!

Peki, var mı güvendiğimiz = iman ettiğimiz Kur’anda böyle bir anlayış? Yoksa bir Riyazet mi var, Denge mi gözetiliyor her daim?

Hemen hatırlayalım (detaylar bir önceki bölümde idi):

De ki: “Başlarına gelen iyilikler ve kötülükler Allah’ın KATINDAN/İNDİNDENdir”. Sana isabet eden/başa gelen güzellikler Allah’tan, kötülükler ise nefsindendir!“ (4:78-79)

İnsanın fiillerini “yapan, eden, dileyen, vs.” değil; yaratan Allah’tır! Allah, İnsanın fiillerini ve karşılık olarak başına gelecekleri yaratmayı diler ve yaratır sadece!

“Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (37:96). “Dilemiştir” veya “yapandır”, değil!

Yani, her türlü zulüm içeren düşünce, duygu ve davranışlar, Allah’a ait manaların çarpıtılmış, birim perdesindeki versiyonlarıdır ve Allah’a nisbetlenemez, dolayısıyla da Bir-lenebilecek, Hak olarak görülebilecek nitelikleri yoktur!

Hakk’ı Batılla karıştırıp da bile bile Hakk’ı gizlemeyin (2:42).

Allah’a ait, ego kanalıyla yamultulmamış manalar belirdikçe, nefsteki Batıl yok oldukça, Şuur’da Hak ile Batılı ayırt etme Furkanı zuhur eder.

Evet, Tevhid – Vahdet ehli, yeri geldi mi cenk meydanında Zulme karşı Faruk olarak savaşmıştır.

Muhammed ve O’nunla beraber olanlar, küfürde azmedenlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler (48:29).

Bize düşen, aynalarımız puslu olsa da, Saf Hakikati yansıtamıyor olsa dahi, Şeriat denilen Hak – Hukuk ilkeleri ölçüsünde, Hak kriterleriyle yanlışı, hatayı görmek de bizlerin hakkına düşen Hakk’ı görme ve Seyr etmedir. Hakkı gözetmek Hakkı/Hukuku uygulamaktır.

Batıl karşısında Kusur/Yanlış görmemek diye bir mefhum söz konusu değil Kesret yaşamında. Bu Allah’ın Celal ağırlıklı manalarını bastırmak, önünü tıkamak; Cemal ağırlıklı olanlarla ise perdelenmektir. Bize düşen ve Gönül ehlinin yüzlerce yıldır da belirttiği üzere, insanlarda egomuzdan kaynaklı kusur görmeyi terk edebilme, Hakk’ı Batıl’dan ayırabilme Feraseti, yanıtlarımızdaki ayarı fıtrata yaklaştırabilme cihadı olmalı.

Batıl olan, zulüm içeren davranışlara Hak veya Hak’tan demek Hakk’ın kaynağına zulümdür.

Unutmayalım, ayetin (48:29) işaret ettiği üzere… Haksızlık karşısındaki izzet, içimizdeki merhameti/yumuşaklığı genişletecektir. Hak-lı çıkma çabası değil, Hakk’ı koruma gayreti!

Kur’anın öğretmeye çalıştığı mükemmel dengede, riyazette, geleneksel tasavvuf ekollerinin Fenâ-fillah ve ancak sonrasında yaşanabilecek Bekâ-billah etiketli süreçlerin Şeriat dairesinde iç içe geçirilip adım adım beraber yaşatılması var. Çünkü, bir yanlış/küfür/zulüm gördüğümüzde, Hakk’a – Hukuk’a uymamızı isteyerek Fenâ, yani minik bir, Hak indinde yokluk hâli; Hakk’ı – Hukuk’u uygulayarak ise Bekâ, yani minik bir, Hak ile yaşama/var olma halini hediye eder.

Kur’an’daki Tasavvuf/Takva anlayışını da bu şekilde okuyorum açıkçası.

Toplumsal olaylara duyarlı olmak insanlık açısından, duygular ve duyguların ifadesi/yaşanması bireysel psikolojimiz açısından önemli. Bunu duygusallıkla, yani aklın devre dışı bırakılıp duygunun dibine vurulması ile karıştırmamak gerekiyor elbette.

Şimdi.. Savaş esnasında düşmanını tam öldürmek üzereyken yüzüne tükürülen Hz. Ali’nin, nefsim araya girer diye vazgeçişini, veya hizmetçisinin suç işlemesine öfkelenen Hz. Ömer’i örnekleyelim burada.

“Öfkeli olmasaydım seni döverdim!” deyip vazgeçiyor Hz. Ömer.

Davranışlardaki incilere bakalım mı şimdi?

– Birincisi, Duygu reddedilmiyor, yaşanıyor, duygudan kaçılmıyor. Doğallık var. Ben yüce insanım, Hakk’ı görüyorum, veya görmeliyim – kızamam, gizli şirke düşerim kasıntısı yok.

– Duygu bastırılmayıp muhataba ifade ediliyor, ve bilinçaltı rahatlıyor böylece! “İçimde öfke var, bunu bil” deniliyor karşıya! Kendimizi ifade edememenin sıkıntısını hepimiz yaşamışızdır, değil mi?

– Duygu muhataba kontrollü ifade edildiğinden, karşıya zarar vermiyor, dövmüyor onu. Öfke, benliğini ele geçirmemiş, varlığıyla özdeşleşmemiş. İçinde yükselen öfkesine dışarıdan bakıyor.

– Nefsinin ego yönünden kaynaklı dövme arzusu karışır inceliğiyle dövmüyor. Şeriata, yani Allah’ın yasasının uygulanmasına, Hukuk ilkelerine kişisel duygularını karıştırmıyor. Öfkelenmese idi, Hakk’ı – Hukuku koruma gayretiyle, Toplumsal huzurun idamesi maksadıyla suçunun karşılığı, bir Kamu otoritesi olarak dövecekti çünkü!

– Suç işleyenin cezasını vermek de Hak’tır, Hakk’ı görmektir > Hukuktur. Hakk’ın/Hakikat’in Şeriat’taki yansımasıdır Hukuk. Zulmün işlendiği yerdeki Batıl’ı görmek, zulme başkaldırı Hakk’ı görmek ve gözetmektir! Burası atlanılmaması gereken nokta..

seriat-marifet-hakikat-dengesi

Hz. Ömer, işlenen kusuru görüyor, kusurun hakkının ceza olduğunu biliyor/veriyor ve aynı zamanda Hakk’ı gördüğü için de öfkesini işe karıştırmıyor.

Hakk’ı gör-e-memek, öfkelenmek, duyguyu ifadelendirmek değil, öfkeyi/duyguyu aklın/hukukun önüne geçirmek, Hak’tan perdelenmektir.

Yani, karşımızdakinin Hakk’ın varlığı-ndan olduğunu bilmek, ona karşı öfkelenmemeyi değil, ona karşı kontrollü öfke > Cemal içeren Celal göstermeyi gerektirir. Dolayısıyla, biz duyguların kontrollü ifadesi için gayret edeceğiz inşaAllah. Duygunun ifade şiddetini fıtratta bulunan seviyeye çekmek için, egodan kaynaklı abartıları traşlayarak disiplinize olacağız.

Bir de, çelişki nerede biliyor musunuz?

“Karşı”mızdakine öfkelenmeyi Hak’tan perdelilik olarak görürken, “karşı”mızdakini hoşgörmeyi Hakk’ı görmek olarak sanmak! Halbuki ikisinde de “karşı-lar” var!

Hakk’ı görmenin hakikat noktasındaki kemali itibariyle her kavram gibi “karşı” kavramı da düşer, Teklik yaşanır.  Önceki bölümün, Güneşe secde eden Sebe Melikesi kısmında da anlatmaya çalıştığım üzere, burada da uzun süreli takılı/sarhoş kalmayıp Halk’a yeniden; ama bilinçaltı fonumuza işlemiş büyük bir huzur boyutu ile dönerek Allah’ın isimlerini yeniden tetiklemek gerekiyor!

İnşa-Allah.. Seyranımız mübarek ola!..

Riyazet: Dengeli Yaşam – 7” hakkında 11 yorum

  1. İç gözlem, bilinçaltının yüzeye çıkması, “persona”ile yüzleşme ve bir bütün olarak iç yolculuğumuzda belki de kimimize yardımcı olacak bir kitap; Kırmızı Kitap (Liber Novus), C. Gustav Jung. Bir ruh bilimcinin kendi iç yolculuğu, kendi cehennemine inişi.Bir kutsal kitap gibi okuyorum, her elime aldığımda heyecanlanarak.gerçi insanı anlatan hangi kitap kutsal değildir.
    Bu arada yazınızı kolaylıkla okudum bu defa. Biraz şikayet ediyordum evvelden, dilinizin sade olmadığı düşüncesiyle:)

  2. Esselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berakatüh
    Esselamü aleyna ve ala ıbadillahi-s sâlihîn

  3. AYNA’mızdaki saflığa göre Hak tecelli eder/yansır, ile anlatılmak istenen şöyle bir şey mi..
    Karagöz perdesinde …. Perde arkasında yanan mum.. . Mum yanınca gölge perdeye yansır; insan söyler, konuşur. Mum söndüğü zaman görüntü kaybolur…
    buradaki mumun ışığı da NUR ile ifade edilen mi..

    1. Allah tüm özellikleri/isimleri/manaları ile Varlığı kuşatır.
      Eylemleriyle Mü’min olan bireyde Ferahlatan özellikler yansırken,
      eylemleriyle Perdeli olan kişilikte ise Daraltan özellikler kuşanılır.

      Mum ışığı, Nur, Allah’ın manaları..
      Perde ise bizim eylemlerimizin sonucu oluşan kişiliğimiz..

  4. Fevklerindeki Sema’ya bakmadılar mı ki, onu nasıl bina ettik ve ziynetlendirdik… Onun hiçbir yarığı/çatlağı da yoktur

    Arz’ı med ettik (uzatıp yaydık, genişlettik)… Ve onda sabit dağlar ilka ettik (attık, koyduk)… Ve orada her güzel çiftten inbat ettik (bitirdik, yetiştirip büyüttük).

    Muniyb (hakikatına dönen) her kula tebsıra (basiretini açmak, açıkça göstermek) ve zikra (öğüt, ibret, idrak) vermek için

    Sema’dan mübarek bir su indirdik de onunla (B sırrınca) cennetler (bahçeler) ve hasad edilen/biçilen taneler bitirdik

    O su ile) yüksek/uzayıp giden/ağır yükler taşıyan hurma ağaçları da (bitirdik)… Üst üste binmiş/dizilmiş tomurcukları (salkım) vardır onların.

    Kullara bir rızk olması için… Ve onunla (o suyla B sırrınca) ölü bir beldeyi dirilttik… İşte huruç (kabirlerden çıkış) böylecedir.

    Kaf Suresinin bu ayetleri , riyazat -mirac-birlik – teklik ilmi- şuuru ve diğer
    yazdığınız konuların kaynağı mı..

  5. KUANTUM kavramını yeni yeni ancak hissetmeye başlıyorum ve bu anladığım kadarıyla ; Bireysel Gelişim/Tekamül sürecimizdeki arınma çalışmalarıyla paralel olarak hissedelen bir durum bu ve Bu his, doğal süreci içerisinde kendiliğinden geliyor… bilincin şuurluluğa ve ordandan da evrensel şuura dönüştüğü anda hissedilen bir durum…rahmetin açığa çıktığı, nur alanı…
    durum böyle iken, bilinçaltı temizliği yapılmadan insanları kuAntum düşünce tekniğine yönlendirmek , İSLAM farzları olmadan bunun gerçekleşeceğini düşündürmek ne kadar doğru..
    çünkü kuantum sizin şuur diye tarif ettiğinin kavram diye düşünüyorum ben ve bu şuur halini olmak yöntemleri sanrım yanlış yerde aranıyor…

    1. Paylaştıklarınıza katılmakla beraber, “Kuantum” sözcüğü anlam olarak bunlarla ilgili olmadığından yaygın yanlış kullanımı doğru değil. Para kazanma yöntemlerinden biri ne yazık ki..

  6. Riyazet yazı dizisi ile anlatılmak istenen tümüyle İRADE gücünün açığa çıkması ile ilgili değil mi…riyazet ile terbiye idilen ruhsal uzuv İRADE…kudretlenme sürecinde ki İRADE GÜCÜ kudretine ulaşabilme… riyazet<irade

  7. Bu güç nasıl oluşur? Kendi başımıza bu terbiye mümkün mü? Nasıl yapacağız? Öfke basit manasıyla nasıl yenilir? Nasıl ona dışarıdan bakabiliriz? Bunun usülü ne😐

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir