AYNA’daki YANSIMA‘ya göre.. (Hak tecelli eder).
Kimi AYNA’ya bakar, kimi AYNA’yı görmeden kırar–döker geçer.
Kimi de AYNA’da SIR olur, kendisine bakana SIR’rın dilince Kendi derûnunu gösterir.
AYNA’yı keşfedenlerin de azı SIR’ra Erer, AYNA’daki GÜZEL’e, HAYÂL’e daldıklarından…
(insan, cin, melek değil),
İNSAN, Tanrı’nın SIRrıdır.
AYNA’daki SIRdır.
SIR(rı) olmasa, Tanrı KENDİNİ gör(e)mez, AYNA’da.
Tanrı, İNSAN ve AYNA, hepsi 1 (,) arada!..
Sanma ki FARK var orada…
Sadece NOKTA!.
.
AYNA’ndaki âlemlere öyle yönel,
malayaniye harcayacak vaktin kalmasın, Benliğim!..
O derekede sandın kendini,
Bir çiğnem et misin? Birkaç kuru gürültü..
Ruhun delik, nefsin deşik..
Sîretindeki CAN’na muhabbetle rapt ol,
gördüğün Sûretler nûr ile yansısın, Nefsim!..
O dereceden bil Kendini,
İklimin Elif’tir, menziliyle Mim..
Ebedi Doğumun, ebedi istikametin..
Kaldırmayı dilediği surette kendine,kendisi söylüyor RASUL olarak kendi Sır ‘rını. NOKTA (Sırların açılıp, döküldüğü ve beyan edildiği Zat mertebesinin nazarının, kendine (Aslına) rucu ettiği Mahal)
– Özüne AYNA olmak
-Allah’ın Zât/Hakikat boyutundan, KATINDAN edinilmiş en güzel, en hikmetli, en dengeli sesi, cevabı nefsimizi araya sokmadan Allah’ın isimler boyutuna uygulanması
-AYNA’mızdaki saflığa göre Hak tecelli eder/yansır, hem-dem.
– Kendini bil(e)mediği (?) boyut(suzluk) ile, Âdem-Âlem ile kendini bildiği (?) boyut aynı ANda var. Kendini bilmek (≈Âdem) ve bilinmek (≈Âlem) için AYNA gerekti, (kendinden ayrı olmayan) AYNAya Âdem(ler) olarak baktı (?), Âdemlik boyutunu yarattı; AYNAdaki kendini algıladı, Âlemleri yarattı, Âlemler olarak göründü, Kendi!. AYNA’nın karşısında KENDİNİ (?) BİLdi
Tüm yazılarınızı tekrar tekrar okuyorum ‘SIR’rın dilince Kendi derûnunu gösterir.”
hale gelebilmek için…
SIR’rın dilince anlatım şöyle mi oluyor ?
örn:ve ceale lekümüssem’a vel ebsare vel ef’idete, ayeti
lekümüssem’a; kulağıyla bizzat duymak değil, hücre çeperlerinde çınlayan, sana duyurulan hissettirilen
vel ebsare; teZeKküR (geçmişe yönelik düşünme süreci) > ZİKİR,
teDeBbüR (geleceğe dönük düşünme süreci) > DÜBÜR,
taAKkuL (geçmiş ile gelecek arasında bağlantı kurma) > AKIL,
teFaKkuH (bağlantılardan sonuç çıkarma) > FIKIH,
teFeHhüM (anlama, farkında varma) > FEHİM,
aşamalarının bütünü olan
teFeKküR > derinlikli, enine boyuna FİKİR
ve getirisi İDRAK/RUH
vel ef’idete; RÛH ile ego arasında ara yüz olan Gönül dokusunda (~Fuad) eriyerek, bir uydu alıcısı misali ilhamlara açık hale gelir.
şeklinde…
Bu sırra vakıf olmak ne işe yarıyor? istediğim arzuladığım maddi realiteyi yaratamadıktan sonra sırrı ne yapayım, yok olup gidiyoruz… Dünyadaki hiç bir şeyi değiştiremeden evrendeki kötülükleri yok edemeden, güzel bir hayat yaratamadan. Allahta anlayış olsa bizde anlayış olurmuydu? Ne gerek vardı yaratılmaya? Onda anlayış olmadığı için bizde anlayış evrildi bunu büyük Alman düşünürü HEGEL bile söylüyor. Yok olduktan sonra istersen Allah ol ne farkedecek? REM uykusundayken bir şey farkediyor mu? hepsi avuntu bunların…..evrendeki kör talihe anlam yükleme çabaları….. evet az çok anlıyorum varlığın nasıl çalıştığını. ama sizin gibi yorumlamıyorum çünkü benim bildiğim şeyleri bilen tasavvufçuların aynı şeyleri alis harikalar diyarında gibi sunmasına çok sinirleniyorum, gerçek hiçte öyle değil!
Bildiklerin gerçek olsaydı sinirlenmezdin Sevgili Cruz..
Gerçek hakkında Hüküm vermek için acele etmemek gerek.
Sanayi devrimiyle şekillenen yeni bilimin 300 yıllık ulaşabildikleri Resmin bir parçası.
Sırra vakıf olmak, vukûfiyetince istediğin arzuladığın maddi – manevi realiteyi yaratmak demek.. Buna cennet demişler.
Eleştirdiğin allah, tüm teist ve ateistlerin kafasındaki ilkel allah hayali.
O tanımı koy kenara, HAYAT de şimdilik..
HAYAT, yani ALLAH’ın ZAHİR oluşu gereği DOĞA olarak gözüken boyutu.
HAYAT’tan ayrı değiliz. Malzeme aynı.. Dolayısıyla, kör talih olarak bakana kör bir talih olarak yansır!
Yok olmayacaksın, tepkisel çalışan egolarımız yok hükmünde zaten! non-REM uykusundayken bir şey fark ediyor mu?
Ama o non-REM ve REM döngülerini de kontrol eden, seni sabah uyandıran bir bilinç-dışı Zekan var. Beynin neresinde saklıysa, gözsüz nasıl gördürüyorsa bu zihin?
Beden çözülse de bilinçli ve bilinçdışı zeka döngülerini de kontrol eden Zihninin Kuantum koheransı var (-bir yaklaşım, bir model olarak- eskiler ruh demiş)
Kaynaklar seni tetiklemesi için (dilersen)..
http://www.dr.com.tr/Kitap/Zihnin-Golgeleri/Roger-Penrose/Bilim/Bilim-Tarihi-ve-Felsefesi/urunno=0000000693292
http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1571064513001188
https://en.wikipedia.org/wiki/Orchestrated_objective_reduction
http://neuroquantology.com/index.php/journal/article/download/114/114
https://www.youtube.com/watch?v=jjpEc98o_Oo
Her şeye sahip, her şeye gücü yeten ve kimseye hesap vermeyen, kendi maddi manevi idealleri zevkleri için milyonların hayatlarını mahfetmelerine fırsat tanıyan konumları işgal eden empati yoksunu cahiller, tiranlar, aynadaki sırra ne ara vakıf olmuşlar? Aynadaki sırra vakıf olmanın sonucu buysa zaten işimiz iş. Ha yok değilse demek ki istediğin arzuladığın maddi – manevi realiteyi yaratabilmek için herhangi bir vukufiyet gerekmiyor üst mesajda söylendiği gibi şans meselesi.
Tiranların aynayla, sırla ne işi olur? Konumuzla ilgisi ne? Maddi – manevi realiteyi yaratmayı dünyevileşmekle, salt dünyevi isteklerle karıştırmayalım. İyi şanslar dilerim..
– Teşekkürler. Ben de onu anlamak için sormuştum. Çünkü tarihteki tiranlar önüne çıkan her şeyi yok ederek kendileri için diledikleri maddi – manevi realiteyi oluşturmuş ve hükümlerini sürmüşler. Bıraktıkları enkazların bedelini de başka insanlar ödemiş.
– Dünyevi olmayan istek var mı? Mesela?
– Siz maddi – manevi realiteyi yaratmak derken insanın kendi aklında yarattığı hayal dünyansından, dünyayı kendi aklında nasıl yorumladığından vb. mi bahsediyordunuz? O zaman sanırım söylenenleri ben yanlış anlamışım.
“DEĞİLMİ Kİ; İNSAN AZAR, KENDİSİNİ (MUSTAĞNİ) HER ŞEYE YETERLİ GÖRÜR” Alak/6-7
Felsefe=Tasavvuf(Gayb-sır bilgisi üzerinden din)
De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”( KEHF 26)
Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Allah’tan başkası onlardan habersizdir.(Enam 59) De ki: Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem.(Enam50)
Tasavvuf ehli gaibe taş atmaktadırlar. Kendilerini bir şey olmuş,gaib ilmine ermiş ve her şeyi kavradıklarını zannederek. Bu zanları onları Vahy/Kuran dan başka mecralara götürmüştür.
Derler ki; ALLAH Peygamberlerine gayb bilgilerini vermiştir. Doğrudur. YÜCE ALLAH Önce Vahy ediyor, kıssalardan bilgiler veriyor. Sonrada “işte bunlar gayb haberleridir” buyuruyor. Yani Gayb artık her duyan insanın bildiği bir şey olduğu için gayb olmaktan çıkıyor.
Ve sana rûhtan sorarlar. De ki: “Rûh, Rabbimin emrindendir. Ve size, ilimden sadece az bir şey verilmiştir.” İsra/85
Bu ayetin tevilinde insana verilen o az bilginin sırlara vakıf olunabileceğini söylüyorlar.
Halbuki RABBIMIZ İlahi bilgiden insana verilmediğini, sadece Beşeri bilgi verdiğini buyurmuştur. “Kendisine ilim verilenler”den bahseder Rabbımız. O bilgilerde ya Vahy bilgileridir Kehf Suresindeki gibi. Yada İnsan olarak Fenni bilgilerdir. Süleyman kıssasındaki gibi.
Dolayısı ile sıra ermek, gayba ulaşmak ve Yaratanla yaratılanı birlemek, Vahdeti vucud, vahdeti şuhud ile Bütünleşmek sadece “ZAN” dır.
SONSUZ İLM VE SINIRSIZ KUDRET YÜCE ALLAH’A AİTTİR. Yarattıkları için “KUFUVEN AHAD”dır İhlas/4. Biz her ne düşünüyorsak “O” O değildir.
Tasavvufçular sadece kendilerinin durduğu yerden değil, ALLAH(C.C) tarafından da bakma cesaretini göstermiş ve Ayna benzetmesini yapmışlardır.
Platon’un Mağara benzetmesindeki gölge teorisinden İslama transfer edilmiş bir anlayışla Ruhlar alemine, oradan da Vahdeti vucuda gitmişlerdir.
“ALLAH(C.C) yarattıklarına bakarak kendini görür” Tezi O na acziyet getirir. Acziyet ise ALLAH olmaya engeldir.
ALLAH :”O” ki Kudreti, İlmi bilinemeyen, “SUBHAN” noksanlığı olmayan, TARİFİ ANCAK KENDİ KUDRETİNE MAHSUSU OLANDIR.
Kendisini görmek isteyen, tecellisi belirmeden göremeyen demektir. ALLAH binmek istediği için kainatı yarattı” Uydurma rivayetle yola çıkan Tasavvuf ehli bir düşünse bu iftiranın vahametini. “ALLAH’A iftira edenden daha zalim (karanlıkta kalmış) kim olabilir.
AYNA ; bilinç- bilinçaltı -şuur mu oluyor….
Şuur Allahın ilmi, biz bir şuurun içindeyiz yani. Uyudun ve bir rüya görüyorsun rüyanda dağlar, taşlar, ovalar, deniz ve gök yüzü görüyorsun. Orada ailenle arkadaşlarınla zaman geçiriyorsun. Sonra bir an uyandın. Gördüğün rüyadaki bütün objeler ve subjeler. Senin şuurundan yansıyanlar. Kendi benliğin yönünden. Şimdi bütün bu rüyayı görenin insanı-Kamil diye isimlendirilmiş Hz. Muhammed Mustafa s.a.v olduğunu düşün. Yani Hz Ademin uyuyup bambaşka bir kemalatla uyandığını düşün. Bu rüyasa sen ve biz rüyayı görenin rüyasının tevilinden başka bişey değiliz. Ve bu öyle bir rüya ki Her insan Allahın Zatının,sıfatlarının ve isimlerinin tecellisi. Ama kendisi bir benlik içat ediyor ve buna ben diyor. O benliği silemeyiz ama mahiyetini bilebiliriz. İşte o benliği bir an için silersen fena hali olursun sonra kendi mahiyetine his ve anlayış yönlü arif olursa beka hali olur. İşte bu haller maalesef anlatılamıyor ama yaşandıktan sonra anlatılanlar anlam kazanıyor. Şimdi bir demir parcasına gitsen desen ki senin asıl formun sıvı o sana ne der hadi oradan ben dünyanın en sert maddelerinden biriyim der. Peki deyip onu gerekli sıcaklıkta ısıtıp onu sıvı forma getirsen ve sonra tekrar soğutsan ne olur. O aslının sıvı bir forma sahip olduğunu anlar ama bunu diğer demir parçalarına anlatamaz. Sadece bilime inanan demir parçalarına lafzen anlatabilir. İşte durum bu kardeşim..
Bende sığar iki cihân, ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
NESİMİ
Allah’ın zatı dersek sıkıntı olmuyor mu? Dikkat etmek gerekir diye düşünüyorum.
Orhan bey, Tasavvufçular gaybı taşlamıyorlar sadece derinlemesine ve büyük bir incelikle düşünüyorlar. İnsan ilahi bir varlıktır bunu anlatmak istiyorlar. insan ilahtır demiyorlar. “Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman da siz onun için hemen secdeye kapanın.” ayeti malumunuzdur. Yani insan Alla Hu Teala Hazretlerinin nefesine mahaldir ve bu nefesin kuvvetini içinde hisseden insanlar vardır. Elbetteki bu gücü içinde hisseden bir insanın şuuru ile olaylara tek düze bakan insanların anlayış seviyeleri bir değildir. İslam bir mertebeler bütünüdür. Tarikat-Şeriat-Hakikat ve Marifet olmak üzre 4 mertebede anlaşılır. Hakikat mertebesinden söylenen bir söz tarikat ve şeriat mertebesinde küfür sayıla bilir. Bu şuna benzer ki ilk okul eğitimi düzeyinde matematik bilen bir kişiye uzay matematiğini anlatırsanız o bu matematik değildir diyecek ve inkar edecektir. Çünkü böyle bir bilgi kendisinde yoktur. İnsan Allah’ın en büyük mucizesidir.
Ertan bey. Cevabınızı geç gördüm. Umarım sizde bu yazımı okursunuz.”İslam bir mertebeler bütünüdür. Tarikat-Şeriat-Hakikat ve Marifet olmak üzre 4 mertebede anlaşılır.” Diyorsunuz. Kuranı Kerimde (ALLAH’IN insanlara uymaları gereken borç) olarak yüklediği DİN tariflerinin hangisinde bu saydığınız kavramların olduğunu söyleyebiliriz. Her hangi bir ayet ile bu söyledikleriniz teyit edilmiş midir. Kuran bir bulmaca kitabı mıdır. ALLAH bize bilmediğimiz anlamadığımız mesajlar mı göndermiştir. Ya da bizi ancak özel kişilerin anlayarak anlatacağı bir din ile mi sorumlu tutmuştur “Bu kitaptan sorguya çekileceksiniz” (Zuhruf/44) ayetinin muhatabı bu kitabı okuyanların tamamı değil midir. Eğer ben bana ulaşan kitaptan sorgulanacaksam devreye girecek başka bir şey beni kitaptan saptıracak ve yanlışa götürecektir. Tasavvuf kendisine Kuran dışında yeni kurgular oluşturmuş, İnsanı İlahi varlık mertebesine oturtmuştur. Ruh üflenmesi ayetlerine dikkatle baktığımızda, Ruh Üflenen İnsan değil, Beşerdir. Beşer İnsanın Nefs boyutu kazanmadan önceki Beşeri durumudur. Beşeri yapı tesviye edilip-düzenlenip ruh üflenmiş ve semi, basar ve fuad verilerek bilinçli yapıyı oluşturan Nefs sahibi, sorumluluk yüklenerek imtihan edilen İnsan oluşturulmuştur. “Sana ruhtan sorarlar deki o Rabbımın işidir. Size ilimden çok az verilmiştir”(isra/85) ayeti Ruh ile ilgili bilgimizin olamayacağını söylerken, Tasavvuf Ervah-ruhlar alemi hikayeleriyle doludur. Tasavvufun temeli ruhların Yaratıcıya ulaşması, ruhların ölümden sonra da dünya ile irtibatlarını kesmeyerek yaşamakta olan insanları hakikat ilmi ile eğitmeleri, dünya işlerine müdahele etmeleri ve benzeri hikayeleri ile şekillenmiştir. Bu saydıklarımın hiç birisi Kuranda yoktur. Eğer böyle bir gizli ilimler boyutu varsa Kurandan sorulacak olan muminleri hiç mi hiç ilgilendirmez. İlgilendirenler kendi aralarında hemhal olsunlar. Bizim anlayamayacağımız bir şeyi bize anlatmasınlar. Mesela ben bir kerede yüz metre yükseğe çıkar 500 metre uzağa atlama yaparım dediğimde birisi hadi oradan diye cevap verdiğinde, ben de bu işi başka bir boyutta yapıyorum üstelik bir ben değil başkaları da var diyerek iddiamı nasıl doğrulamış olabilirim. O zaman bana verilecek cevap. Hadi siz gidin kendi boyutunuzda atlayın, hoplayın zıplayın olmalıdır.
Kısaca İnsan haddini de hakkını da bilmelidir. ALLAH mülküne kimseyi ortak etmez.Rum/28 ayeti ALLAH’IN ilminden bir kısmını bildiğini söyleyenler için bir uyarı vardır.
“Kendi kudretinden bir bölümünü kendisinin yarattığı varlığa vermez. Size kendinizden bir misal verdi: (Bakın) size verdiğimiz rızıklarda; sizin ellerinizin altında bulunan(köleler, hizmetçi)lerden sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sâhip) olan, birbiriniz(in hakkına dokunmak)dan çekindiğiniz gibi onlar(ın hakkına dokunmak)dan da çekindiğiniz ortaklar var mı (ki tutup kendi mülkümüzde, saltanatımızda bize ortaklar atfediyorsunuz, kendi kullarımızı, yaratıklarımızı bize eş koşuyorsunuz)? İşte biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz.”
Tasavvuf ledun ilmi, yani ALLAH’IN gizli ilmine sahip olduğunu söyleyen insanların oluşturduğu Kuran dışında bir din anlayışıdır. Her şeyin en doğrusunu ALLAH BİLİR. Selam ve saygılarımla
Asr ı saadette Cenabı Rasulullah SAV ashabı sufa ile konuştuklarını
ashabı kiram ile konuşmazlardı, bu itibarla marifet ve hakikat ilimlerini herkezin kabul etmesini beklememek lazım,bu bir istidat ve nasib işidir.
Bu itibarla yazılarınızı zevkle okuduğumu bildirir muhabbetlerimi arz ederim.