İnsanın Evrimi

insanin-evrimi-yaratilisi

Sonsuz-sınırsız, Başlangıçsız-Bitişsiz, sonsuz boyutlu Kâinatın ANda, en alt düzeyde, o boyutun kendisi olarak patlaması ile Tümel, bölünmez Tekil NUR kudreti, en alt boyutta kuantum (=kesikli) NaR=eNeRji salınımlarına dönüşerek açığa çıkmıştır. Böylece gökten (!) gelen “KûN=Ol (meKâN sahibi ol)”[1] emrinin “Oluverme” açılımı da sanal gerçeklikte başlamış oldu…[2]

[1] Bu ifâde yoktan yaratma anlamında değil, Tek Varlığın Bilgisindeki potansiyellerin açığa çıkma, algılama-deneyimleme” düzeyine çıkarılması, fizik tâbir ile dalga fonksiyonunun çöktürülmesi anlamınadır. Termodinamiğin Enerjinin ve Bilginin korunumu yasası gereği “Mutlak yokluk”tan varlıklar meydana gelemez. Çünkü “mutlak yokluk” yoktur. “Var oluş” vardır./*

[2] ***“Mutlak Bilinç ve Gücün” dileği (?) en alt boyutta belirli bir sistemin, nedensellik ilkesi” çerçevesinde “kuralların kendisi olarak” ve bu “kurallar istikametinde” açığa çıkar. Dolayısıyla 4 boyutlu evrenimize asla tanrısal-ilâhi olarak adlandırılabilecek direkt-âni müdahaleler yoktur. Örneğin, belirli bir yükseklikten bırakılan bir nesnenin bırakılma anından yere çarpma anına kadarki süreçte çekim kuvveti ilâhi kudret ve irâdenin bu boyuttaki temsilcisi olarak işlevini sürdürür. Tanrının sihirli sopasına yer yoktur./*

Büyük PatlamaPatlama ile beraber, algıladığımız boyutun kendisi olarak bu tarafa gelen cehennemi sıcaklıklardaki enerji kudreti evrenimizin içeriğini oluşturmuş ve patlamanın etkisiyle evrenin hızla genişlemesine neden olmuştur[3]. Bu genişleme 15 milyar yıldan beri hızlı bir şekilde devam etmekte ve her geçen süre içerisinde evrenimizin daha da soğumasına neden olmaktadır.

[3] Göğü kudretimizle kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz (Zariyat–47)./*

Yaratılışın ilk trilyonda bir saniyelik kesirlerinin cehennemi sıcaklıklarında plazma durumundaki evreni meydana getiren 4 temel kuvvet (Çekim, Elektromanyetizma, Güçlü ve Zayıf Çekirdek kuvvetleri) TEK bir kuvvet halindeydi. Genişlemenin ve sıcaklığın azalmasıyla bugün bildiğimiz evrensel kuvvetler, kuvvet alanları, parçacıklar aynı tek alandan oluşmaya-ayrılmaya başladı (veya o alanın farklı görünümleri oluştu). Çekirdek kuvvetlerinin ayrılmasıyla kuark parçacıkları bir araya gelerek çekirdekleri, Elektromanyetik kuvvetin ayrılmasıyla da elektronlar çekirdeklere bağlanıp ilk basit Hidrojen atomlarını meydana getirdiler. Böylece evren, parçacıklar ve parçacıkların yüzdüğü kuvvet alanları olarak ikiye ayrıldı[4].

[4] Gökler (kuvvet alanları) ve yer (parçacıklar) FATK=Kaynaşık, plazma halinde iken RATK=ayrık hale gelmiştir (Enbiya–30)/*

Evrenimiz ilk dönemlerinde sadece Hidrojen moleküllerinden meydana gelen bir homojen gaz bulutu halindeydi. Eğer evrenimiz o haliyle kalsaydı ne galaksiler ne de hayat ortaya çıkacaktı. Fakat daha sonra patlamanın enerjisiyle oluşan 200 milyar kadar karadelik (uzay-zaman dokusunu delen yüksek çekim alanları) bu tek homojen bulutu çekim etkisiyle öbekleştirip milyarlarca parçaya ayırdı. Bu çekim odaklarında kümeleşen ve sıkışan gaz bulutları, galaksileri, yıldızları, gezegenleri; yıldızlarda sıkışan bol miktarlardaki hidrojen elementi ise nükleer füzyonla (=çekirdek birleşmesi) diğer elementlerin atomlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşte bu farklı elementlerin ortaya çıkıp uzay boşluğuna dağılmasıyla birlikte Dünya benzeri gezegenler üzerinde canlılığın tohumları da atılmış oldu.

Şimdi, bu bölümümüzle biyolojik canlılığın oluşumundan bilinç sahibi varlıkların ve insanın evrimine, oradan da Âdem kod adlı varlığın belirişine kadar yolculuğumuza devam edelim…[5]

[5] Holografik evren gerçekliğinde üst boyutların bilgisi bir alt boyuta kodlanır. Bu nedenledir ki, bir alt boyut üst boyutun misal âlemidir, misallendirilmesidir, gölgesidir. Anlatmaya çalışacağımız bütün süreçler (Büyük Patlama, mutasyonlar, kimyasal-biyolojik yaşamın başlangıcı, evrim, su, toprak vs. gibi her ayrıntı) maneviyat ehlinin içsel yolculuğunun aşamalarının yeryüzü aynasındaki birer yansımasıdır./*

Yaşamın Başlangıcı

karbon-bagi“Yaşam”ın en temel motivasyonu kendisinden kopyalar çıkartarak kendini geleceğe taşımaktır. Bu taşıma işlemi tüm özelliklerinin kodlandığı-kaydedildiği genetik materyalinin sürekliliği ile sağlanır. Yaşamın diğer bir özelliği de “evrimleşebiliyor” oluşudur. Kristal örgüler, çoğalan kil yapıları da kendilerini kopyalayabilirler, fakat bu sistemler evrimleşemez, yeni koşullara göre adaptasyon sağlayacak genetik değişimlerden geçemezler.

Yaşamın oluşabilmesinin ilk şartı, farklı atomların bir araya gelerek molekülleri ve bu moleküllerin de çeşitli karmaşık molekülleri ortaya çıkarabilmesidir. Moleküler çeşitliliğin yolu birçok sağlam kimyasal bağ yapma kapasitesine sahip elementlerden geçer. Doğada bunu sağlayan elementler, 4 bağ kurma yeteneğine sahip Karbon ve Silisyum atomlarıdır. Silikon ve karbon elementleri biyolojik bilgiyi taşıyacak moleküllerin bel kemiğini oluşturabilecek yapıdadırlar. Fakat canlılığın silisyum değil de Karbon temelli olmasının bir nedeni Karbon elementinin oluşturduğu moleküllerin (örn. CO2) suda çözünebilir[6] olması iken silisyumun oluşturduğu moleküllerin (örn. SiO2) suda çözünemez olmasıdır. Silisyumdan oluşan moleküller bu eksikliklerinden dolayı kimyasal reaksiyonlara yeterince giremez (Silisyum yapılı canlı yoktur). Hayatın su üzerine kurulu olması suyun birçok reaksiyonun gerçekleşmesine ortam hazırlayan kimyasal özelliği nedeniyledir. Ayrıca karbon, silikonun aksine birçok farklı atomla bağ kurarak makromolekül çeşitliliğini sağlayabilecek niteliktedir. Aksine silikonun oluşturduğu büyük moleküller monotondur. Karbon bugün canlıların yapılarında en çok bulunan Azot, Hidrojen, Oksijen, Kükürt elementleri (“Toprağın özü?”) ile kurduğu bağlarla canlılığın oluşabilmesi için gerekli organik moleküllerin oluşumunu sağlamıştır (Topraktan yarattık?”).

[6] Her şeyi sudan/su ile canlı kıldık” (Enbiya–30)/*

miller deneyiBilim insanları yapmış oldukları deneylerde –adı geçen elementlerin oluşturduğu bileşiklerden olan- metan, amonyak, karbondioksit, su buharı gibi moleküllerin canlılığı meydana getiren yapıtaşlarına (aminoasitler, çekirdek asitleri vs.) ultraviyole ışınları, yıldırım ve ısı gibi enerji kaynaklarıyla dönüşebileceklerini göstermişlerdir.

Ayrıca uzaydan her yıl yeryüzüne düşen toz içinde ve uzaydan gelen meteoritlerde de L-tipi [7] aminoasitler ve organik maddeler bulunmuştur. Yâni, yaşamın hiçbir doğaüstü müdahaleye gerek kalmadan, kendiliğinden (!) başlayabilmesi için gerekli olan bütün organik madde yeryüzünde bulunmaktaydı.

[7] Aminoasitler polarize ışığı sağa/sola kırma özelliklerine göre L ve D formlarında bulunurlar, fakat canlılarda kullanılan sadece L (ışığı sola kıran) formudur./*

Moleküler evrimin en zor aşaması bu basit organik yapıtaşlarının/birimlerin nasıl bir araya gelecekleri konusudur. İki organik birim (aminoasit gibi) bir araya gelip birleştiklerinde bir molekül su açığa çıkarırlar. Fakat suyun açığa çıktığı bu reaksiyonların kimya kanunları gereği su ortamında gerçekleşebilme ihtimalleri çok düşüktür. Su, gerekli yapıtaşlarını bünyesinde barındırabilir belki, fakat hayatın başlayabilmesi için daha yoğun ortamlar gereklidir.

Son yıllarda yapılan çalışmalar okyanus diplerindeki [8] kil=çamur yüzeylerinin (“yaratmaya ilkin Çamurdan başladık?”) organik yapıtaşlarının bir araya gelip yoğunlaşmasında katalizör [9] rolde olabileceklerini göstermiştir. Kil molekülleri milyonlarca sayıda organik yapıtaşının (aminoasitler, yağ asitleri, nükleotidler) bağlanıp, tutunmalarını (“Yapışkan çamurdan yarattık?”) sağlayacak yüzeyi oluştururlar. Böylece çamur yüzeyi sayesinde organik yapıtaşlarının yüksek enerji düzeylerinde rastgele çarpışmalarına gerek kalmadan daha düşük enerji düzeylerinde reaksiyonlar (“Pişmiş çamurdan yarattık?”) gerçekleşebilir. İşte bu tip ortamlar canlılığı meydana getirecek olan temel büyük moleküllerin (proteinler, DNA, RNA, yağlar) üretim ortamlarıdır [10].

[8] Canlılık okyanus diplerinde başlamıştır. Dünyanın ilkel dönemlerinde atmosferin olmayışından dolayı yeryüzüne yoğun bir enerji bombardımanı vardı. Bu enerji girişi karmaşık molekülleri parçalar ve hayatın oluşumuna izin vermez. Su, bu radyasyonu tamponlayarak canlılığın gelişebilmesi için koruyucu bir ortam olmuştur.

Okyanus yüzeyine çarpan güneş ışınları suyu parçalayarak oksijenin ayrışmasına neden olmuş, oksijen de daha yüksek katmanlarda ozon gazının oluşmasını sağlayarak koruyucu atmosfer tabakasının milyonlarca yılda oluşumunu gerçekleştirmiştir. Canlı çeşitliliği bu koruyucu katman sayesinde daha sonra karaya doğru geçiş yapacaktır. Oksijenin daha sonraki hızlı artışı ise “sudan oksijen ayrıştırma” reaksiyonunu hücre zarı yüzeyinde gerçekleştirebilen protein moleküllerine sahip bakterilerin evrimiyle gerçekleşmiştir./*

[9] Bir kimyasal reaksiyonun gerçekleşmesi için yüksek sıcaklıklar gerekir. Yüksek sıcaklıklar (=yüksek enerji düzeyi) moleküllerin daha hızlı hareket etmesini sağlayarak birbirlerine çarpma olasılıklarını artırır. Bu çarpışmayla eski bağlar kırılır/dönüşür, yeni bağlar ve yeni büyük moleküller oluşur. Canlılarda gerçekleşen biyokimyasal reaksiyonlar ise yüksek sıcaklıklarda gerçekleşemez. Yüksek enerji seviyesini düşürüp reaksiyonların oluşmasını sağlayan ve kendileri değişmeden kalan protein yapılı biyo-katalizörler enzimlerdir./*

[10] Bütün bu reaksiyonlar, yapıtaşları (Atomlar molekülleri, moleküller daha büyük yapıları) karmaşık molekülleri tesadüfler sonucu değil, tamamen biyokimya kanunlarına bağlı olarak meydana getirirler ve bu kanunlar çerçevesinde canlılık ilerler. Moleküler evrim karmaşık moleküllerin tesadüfen oluştuğunu söylemez.

Eğer bir yerde, yüksek miktarda hidrojen atomu ve karbon atomu varsa, mutlaka ortamda metan gazı (CH4); nitrojen varsa, amonyak (NH3) oluşacaktır. Karbonun metanın, oksijenin olduğu yerde de mutlaka karbon dioksit bulunacaktır; karbon dioksitin, suyun olduğu yerde ise şeker (glikoz, C6 H12 O6) tesadüfen değil, kimya kanunları sonucu sentezlenir. Aynı şekilde, aynı kanunların kaçınılmaz sonucu olarak oluşan bu yapıtaşlarının birleşmesiyle çeşit çeşit, daha karmaşık polimer (çok sayıda birimlerden=monomer oluşan moleküler zincirler) yapıda moleküller ortaya çıkar./*

 

santral dogmaGenetik materyal

Yaşam kendini kopyalayan moleküller üzerine kuruludur şeklinde ifade etmiştik. Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar milyonlarca yıldır kendilerinin benzerlerini üretebilmek amacıyla genetik bilgi aracı olarak çift zincirli, heliks şekilli DNA’yı kullanmaktadırlar.

Kendilerinin benzerlerini-yavrularını meydana getirebilmek için tek hücreli veya çok hücreli bütün organizmaların yapılarına en çok kattıkları makromoleküller proteinlerdir. Hücrelerde birçok görevlerde (enzim, reseptör, sinyal molekülü vb.) rol alan Protein moleküllerinin 3 boyutlu yapılarına kavuşabilmeleri, kıvrılabilmeleri için gerekli olan aminoasit sırasının şifreleri DNA’nın diliyle gen adı verilen bölgelerle saklanır ve gelecek nesillere aktarılır. DNA üzerinde bulunan genlerden bir kopya ilgili protein yapılı enzimler sayesinde RNA molekülü şeklinde çıkartılarak (Transkripsiyon) daha sonra hızlı bir şekilde Ribozom adı verilen hücresel aygıtta Protein molekülleri olarak tercüme edilir (Translasyon).

DNA>>>RNA>>>Protein şeklinde akan bu mekanizma yüz milyonlarca yıl önce aşamalı olarak daha basit süreçlerden evrilmiştir. DNA’nın kendini kopyalayabilmesi için protein yapılı enzimlere ihtiyaç vardır. Enzimlerin meydana gelmesi için de DNA’ya ihtiyaç vardır. Yâni biri olmadan diğeri meydana gelmemektedir. Bu mekanizmanın ilkel dünyada kerte kerte nasıl evrilebildiği düşüncesi hâliyle akıllara “ilk olarak tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı” benzeri bir ikilem meydana getirmektedir.

Bu paradoksun çözümü için birçok araştırmacı ilk kalıtım materyalinin RNA olduğunu düşünmektedir. RNA’nın modern hücrelerde aynı zamanda bir enzim olarak (Ribozimler) [11] da iş görebildiğinin bulunması RNA’nın hem ilk oluşan genetik materyal hem de katalitik aktiviteye sahip, bir enzim rolünü üstlendiğini savlayan “RNA Dünyası” hipotezini güncelleyerek ikileme bir çözüm yolu önermiştir.

[11] “Bütün enzimler Protein yapılıdır” anlayışı da terk edilmiş oldu./*

Abiyotik (hiçbir canlı organizmanın bulunmaması) şartların oluşturulduğu laboratuar deneyleri kısa RNA zincirlerinin ortamda kendiliğinden oluşabildiğini, oluşan bu kısa RNA dizilerinin monomerlerini içeren bir çözeltide 5–10 nükleotid uzunluğunda kopyalarını yapabildiğini göstermiştir. Bu zincirlerin katalizör olarakçinko metali eklendiğinde kendilerini 40 birim uzunluğa kadar % 1’in altında bir hata ile kopyalayabildikleri de tespit edilmiştir.

RNA dünyası

Bu tip reaksiyonlar elbette yeryüzünün ilk dönemlerinde de gerçekleşmiş olabilirler. Zamanla ortaya çıkan mutasyonlarla (kopyalama hatalarıyla) doğa daha kararlı/dayanıklı, daha hızlı ve daha az hatayla kopyalanan RNA dizilerini seçecektir.

RNA, tek tip bir biçime sahip ve çift zincirli olan DNA’nın aksine tek zincirli yapıda olduğundan sahip olduğu nükleotid (A, U[12], G, C) dizisine göre çeşitli 3 boyutlu şekillere kıvrılabilir.

[12] RNA’nın yapısında DNA’daki T yerine U nükleotidi kullanılır./*

Belirli aminoasitler zayıf bağlarla (H bağı gibi) RNA moleküllerine tutunabilir. RNA kalıp görevi üstlenerek aminoasitlerin birbirine bağlanmasında, yâni basit proteinlerin ortaya çıkışında rol almış olabilir ki modern ribozomların yapısında yapısal olarak bulunan ve tam da bu işi yapan bir RNA çeşidi vardır (=rRNA).

tRNAZamanla üretilen ilkel, protein yapılı enzimler -RNA’nın kopyalanması işi de dâhil olmak üzere- hücrelerdeki baskınlıklarını/etkinliklerini artırarak hemen hemen bütün reaksiyonları katalizleyebilir hâle gelmiş, kalıtsal materyal olarak ortaya çıkan RNA molekülü de doğa koşullarının baskısıyla yerini daha sağlam bir molekül olan DNA’ya bırakmıştır.

Geriye, hiç bahsetmediğimiz, tüm bu reaksiyonların, moleküllerin, genetik materyalin paketlenmesi işlemi kalıyor. Yapılan deneylerde ayrıca çamur=kil yüzeylerinin yağ asitlerinin sıvı dolu kesecikler (vesikül) oluşturmasını sağladığı, bu süreç içinde mineraller ve bunlara bağlanmış olabilecek proteinler, DNA, RNA moleküllerin de keseciklere hapsolduğu gözlemlenmiştir. Bu sayede dış çevreden farklı bir içsel, kimyasal ortamın oluşturulması sağlanarak ilkel bir hücre zarı ortaya çıkmış olabilir. Bu yağ kesecikleri daha sonra içlerine yeni yağ asitlerini çekerek büyüyebiliyor ve çamur yüzeyindeki mikroskobik deliklerden geçmeye zorlandıklarında içeriklerini yitirmeden bölünebiliyorlar. Bu en ilkel düzeyde genetik materyal sahibi bir hücrenin oluşumu anlamına gelmektedir.

Zaman içerisinde daha organize bir hücre zarına sahip, kendi kendine yetebilen, belirli bir büyüklüğe eriştiğinde bölünebilen daha karmaşık hücreler kimyasal olarak evrildi ve bu süreçte diğer olası yaşam formları ortam koşullarına adapte olamayıp doğa tarafından elendiler.

lipozomBeyin öncesi davranış

Gerçek anlamda ilk hücreler yaklaşık olarak 3,8 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. Bu tek hücreli canlılar hücre duvarında-zarlarında gömülü olarak bulunan reseptör (alıcı) proteinleri ile çevrelerini (bir maddenin besin/toksin olup olmadığını tespiti gibi) algılayabilirler. Canlı, gelen bilgiyi kimyasal olarak kendi bünyesinde işledikten sonra tümleşik bir cevap verir. Besin veya toksin olup olmamasına göre kuyruğuna kaç/yakınlaş bilgisi kimyasal olarak iletilir.

2.7 milyar yıl kadar önce çekirdekli ve zarlı organcıklara (mitokondri, kloroplast organelleri gibi) sahip tek hücreli canlılar iki çekirdeksiz hücrenin (prokaryot) birleşmesiyle (endosimbiyoz) ilk çekirdekli (ökaryotik[13]) hücreleri ortaya çıkardı. İçsel yapının karmaşıklaşması doğal olarak davranışları da kompleksleştirmiştir. Fakat bu periyotta yine de birçok kaynaktan gelen sinyale ya hep ya hiç yasasıyla, hareket et/etme şeklinde analog (0/1) cevaplar verilmektedir.

[13] DNA’sı hücrede bir zar (çekirdek) içerisinde çevrili-korunmuş olan canlılar./*

iyon kapısıGünümüzün büyük canlı gruplarının ortaya çıktığı dönem öncesinde milyonlarca yıllık süreçlerde meydana gelen mutasyonların ortaya çıkardığı genetik çeşitlilik ve bu çeşitliliğin uğradığı doğal seçilimle [14] tek hücreli canlılarda bir takım temel taşlar ortaya çıkmıştır. Yeni algılayıcı proteinler, ışığı algılayan ilkel gözler[15] (Hücre zarında ışığı algılayan protein pigmentleri canlının güneş ışığına yönelmesini sağlıyor, hareketlerini yönlendiriyor ki tüm canlıların sahip oldukları modern gözlerdeki ışığı algılayan proteinlerin atası niteliğindedir), Voltaj kapılı iyon kanalları (günümüz sinir hücrelerinin sahip olduğu elektriksel potansiyelin kökenleri)…

[14] Doğal seleksiyon mekanizmasına göre herhangi bir özellik=gen bulunduğu canlılarda popülasyon içerisindeki diğer bireylere göre “hayatta kalabilme” açısından avantaj sağlıyorsa bu genin sıklığı (frekans) zamanla artacak ve popülasyonda baskın hale gelecektir./*

[15] Elbette bu gözlerin alacağı optik etkiler sadece hücre içerisinde bir takım biyokimyasal süreçleri tetikleyerek otomatik-mekanik davranışların verilmesini sağlayacaktır. Yoksa herhangi bir bakteri bir zihne sahip olmadığından görüntü algısı da olmayacaktır./*

 

Çok hücreliliğe geçiş-İlkel sinir sistemi

Tek hücreli yaşam formlarının hücre zarlarında genetik mutasyonlar sonucu yapışkan özellikli proteinlerin belirmesi hücrelerin bir araya gelip-tutunup daha koordineli yapılar oluşturmalarına, daha karmaşık davranışlar-tepkiler göstermesine olanak sağlamıştır. Çok hücreliliğin getirisi belirli görevlerde uzmanlaşmış-farklılaşmış hücreler olmuştur. Evrimsel süreçteki en önemli basamaklardan birisi de çok hücreli organizmaların yapılarındaki kimi hücrelerin nöron benzeri özelleşmiş hücreleri ortaya çıkarmasıdır (600 MYÖ).

sinir hücresi

Sinir hücrelerinin ve sinaps benzeri boşlukların ortaya çıkışı, daha kompleks ve hızlı tepkiler verebilen sinir sistemlerinin seçilmesine neden olacaktır. Sinir hücreleri üzerinde akan akson potansiyelinin sadece belirli bir alana iletilmesiyle daha spesifik motor cevaplar ve gelişmiş davranışlar yaratıldı.

Sinir ağlarının oluşumu ileride daha karmaşık canlıların ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır (Yassı solucan gibi organizmalardaki sinir düğümleri (gangliyon) sinirler ve beyin arasındaki evrimsel halkayı oluştururlar). Çünkü çok hücreli canlıların hücreler arası düzen nöronlarla daha iyi sağlanır.

Sinir sistemlerinin ortaya çıktığı çok hücrelilerle birlikte beynin yer aldığı kafa, göz ve ağız gibi yapılar da hayvanın hareket etmekte olduğu yön doğrultusunda ona avantaj sağlayacak biçimde evrimleşecektir.

Kambriyen patlaması

545 MYÖ, 10 milyon yıl gibi –yeryüzü tarihine göre- kısa bir süre içerisinde bugün yaşayan tüm ana canlı grupların (balıkların, amfibiyenlerin, sürüngenlerin, kuşlar memelilerin) ataları ortaya çıktı. Denizlerdeki oksijen oranının artışının, manyetik kutupların yer değiştirmesinin, iklim değişikliklerinin oluşturduğu çevresel baskıların türleşmeyi hızlandıran en önemli faktörler oldukları düşünülüyor. Ayrıca, gen bölgelerinin kopyalarının genom boyunca dağılmaları (duplikasyonlar) ve zamanla çeşitlenmeleri beyin ve göz evrimini (özellikle renk yelpazesinin farklı kısımlarının algılanması) hızlandırmıştır.

Omurgalılar

470 MYÖ okyanuslarda ilk çenesiz ve omurga yerine omurganın atası olan bir sırt ipliğine sahip yüzgeçsiz balıklar belirmeye başladı. Tüm sistemler çevre koşullarına göre evrildiğinden gelişen beynin enerji ihtiyacı canlıları yüksek enerji içeren besin kaynaklarının tüketimine yönlendirmiştir. Kanda oksijen taşıyıcı molekül olan Hemoglobin de tek zincir olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır.

hemoglobin425 MYÖ ise ilk çeneli balıkları görüyoruz. Gen duplikasyonlarıyla günümüzün dört zincirli hemoglobin molekülleri evrilerek oksijen tutma oranı artmış ve böylece beyine daha fazla oksijen sağlanmıştır. Bunun yanında sinir hücrelerinde miyelin kılıf gelişerek akson potansiyelinin akış hızı büyük ölçüde artmış, böylece canlının enerji gideri de düşmüştür [16].

[16] Yeryüzünde büyük beyinlere ve gelişmiş algılama sistemlerine sahip iki büyük grup vardır. Omurgalılar ve ahtapot, mürekkep balığı gibi canlıların oluşturduğu sefalopod grubu. Fakat hemoglobin ve miyelin kılıfın sadece çeneli balıkların torunlarına has olması bugün bu torunların Ay’a gidebilecek teknolojiyi kurmalarının temellerini atmıştır./*

Sinir ağlarının, sinir düğümlerinin ve basit bir beynin bu dönemde ortaya çıktığını düşünürsek bu canlıların basit de olsa bir Zihin’e sahip olduklarını (?) düşünebiliriz. İkinci bölümümüzde de kısmen değindiğimiz gibi sinir hücrelerinin içsel manyetizmalarının eş-uyumluluğu beyne sahip canlıda içsel bir boyutun (5.>> boyut) açılmasına veya içsel boyutların maddeyle temasına neden olur. Zihin sahibi canlılar artık bir makine gibi değil, acı gibi duyguları hissedebilen, sesleri duyabilen, ışığı görebilen varlık konumuna yükselirler. Fakat Bilinç olmadığından bu duygulara, görüntülere karşı bir farkındalık yoktur. Görüntü/His algılandığı anda bilinçsizce otomatik tepki verilir.

Amfibiyenler- Sürüngenler-Memeliler

Hem karada hem denizde yaşayabilen canlıların çıkışından önce denizlerde bu çevrenin koşullarına göre evrilmiş beyinleri ve görme sistemine tercih edilen koklama sistemini görmekteyiz.

yürüyen balik375 MYÖ yüzgeçleriyle karayı yoklamaya başlayan bazı balık türleri milyonlarca yıllık süreçlerdeki değişimlerle hem karada hem de suda yaşayabilir hâle gelerek günümüzün dört ayaklı canlıların atalarına evrimleşmiştir. Beyin ve oksijen destek sistemleri de zamanla havaya adapte olmuş ve yeryüzünde soğukkanlı sürüngenlerin baskın hale gelmesine neden olmuştur.

Bu periyotta kara yaşamındaki gece-gündüz arası ısı farkları ilk sıcakkanlı memelilerin evrimini zorlayacaktır. Beynin gelişebilmesi memelilerde daha fazla zaman aldığı için [17] sinirsel gelişimin büyük bir kısmı doğumdan sonrasına sarkar. Bu da yavruların annelerine korunma ve yiyecek için daha fazla bağımlı olma durumunu ortaya çıkararak memelilerde süt bezleri ve yetiştirme davranışlarının gelişimini (neslin korunmasında artan sorumluluk vb.) teşvik etmiştir.

[17] Memeli beyni Sürüngenlerinkine göre 30 milyon yıl içerisinde 4–5 kat artmıştır. Daha sonraki süreçte maymunlarınki diğer memelilerin 2–3 katı, İnsanınki ise 6 katı bir büyüklüğe ulaşacaktır./*

limbik sistemLimbik Sistemin (duygusal yaşamda çeşitlilik; şefkat, merhamet, üzüntü, korku gibi duygular ve bunların kayıtları), Neokorteksin (duyguların farkındalığı), önbeynin kademe kademe evrimiyle de memeliler çevrenin yapısıyla, şekliye alakalı bilgileri işlemleyebilir, kaydedebilir bir yapıya sahip oldular.[18]

[18] Resimdeki Beyin İnsan türüne aittir. Diğer memeli grupların neokorteksleri ve bununla paralel olarak duyguları üzerindeki Farkındalıkları İnsan’ın sahip olduğundan çok uzaktır./*

65 MYÖ dünyaya çarpan büyük bir meteorun yeryüzünde oluşturduğu olumsuz etkiler karanlıkta yaşamaya alışkın sıcakkanlı memelilerin işine yaradı. Atmosferde oluşan büyük toz kümesi yeryüzüne ulaşan ışığı keserek 25 kg üzeri canlıların ve bu arada büyük sürüngenlerin de soylarının tükenmesine neden oldu. Dinozorların ortadan kalkmasıyla memeliler büyük avcıların korkusu olmadan çok hızlı bir şekilde evrilerek yeryüzünün baskın gruplarından biri hâline geldiler.

Primatlar [19]

evrim ağacı

 

[19] İnsanların, tüm maymunların, lemurların, tersiyerlerin yaşayan ve ortadan kalkmış tüm gruplarını içeren, memeliler sınıfının bir takımı./*

[20] Bu ağaç morfoloji, moleküler biyoloji ve genetik bilgilerine dayanarak hazırlanmıştır. Hayvanlar âleminin evrimsel açıdan en gelişmiş takımı olarak kabul edilen Primatların akrabalık ağacı bu şekildedir. Yol ayrımlarında verilen tarihler, dallanmaların ucunda görülen türlerin ortak atalarından ne zaman ayrılıp kendi evrimsel süreçlerine devam ettiğini göstermektedir. İnsanın evrimi herhangi bir maymun türünden olmamıştır, fakat maymunlarla ortak atalardan gelmiştir./*

50 MYÖ insanların, maymunların, lemurlar, tersiyer gibi tüm türlerin oluşturduğu primat ailesinin ortak atası ortaya çıktı. Büyüyen beynin sonucu olarak bu primatlar doğuştan gelen alışkanlıkların da ötesinde bilişsel mekanizmalarla deneyimlerini öğrenebilmektedirler. Ayrıca, canlının, içinde bulunduğu grubun diğer üyelerinin davranışlarını tahmin etme yeteneğinin [21] (sosyal zekâ) de bu dönemde ortaya çıktığı düşünülüyor.

Bu dönemde, dalları sıkı tutabilen ellerin; meyve, sebze, böcek gibi yiyeceklerin daha iyi tanımlanmasında kullanılan 3 boyutlu derinlik algısının da (gözlerin zamanla ön tarafa kayması sonucu) ortaya çıktığı düşünülmektedir.

ayna nöronlar

[21] Maymunlarla yapılan deneylerde hayvan tarafından gerçekleştirilen herhangi bir davranış sonucu kortekste meydana gelen elektriksel aktivitenin, aynı davranışın maymun tarafından başka bir kişide izlenmesinin de aynı bölgede bir aktiviteye neden olduğu gözlemlenmiştir. Bu ayna nöronların gözlemlenen hareketin beyinde soyut temsilini oluşturduğu bulunmuştur. İnsan bilincine giden yoldaki özbilincin ve belki de “benlik hissi”nin ilkel formları…

Hominidler [22] ve Homo sapiens

Yeryüzünün doğal tarihinin son 5–6 milyon yıllık dönemindeki çevresel değişimler, diğer türlerle olan rekabetler -geçmişte yaşamış ve soyları tükenmiş- insanın atalarını diğer primatlardan ayırmıştır. Modern insanın beyninin evriminde bipedalizmin (iki ayak üzerinde yürüme elleri serbest bırakmış, taşıma, alet kavrama, karmaşık araç yapımı ve kullanımını sağladı) ortaya çıkması, ateşin bulunması (yiyeceklerin pişirilmesinde kullanılarak dişlerin küçülmesine neden olmuş ve çiğneme kaslarının azalması beyine giden enerjide artışa neden oldu) pozitif etkileri olmuştur [23].

[22] Yaşayan insanı ve şempanzelerden ayrılmış fosil atalarını (Australopithecus ve Ardipithecus gibi) içeren primat ailesi./*

[23] İnsana giden yol yaklaşık olarak 6 milyon yıl önce şempanze ile olan ortak ata türden ayrılmıştır. Ayrılmadan sonra Homo sapiens’e kadar birçok ara tür yaşamış ve soyları tükenmiştir. Fosil bilimciler tarafından bu yolda çok sayıda ara formlar bulunmuştur. Australopithecus anamensis, Ardipithecus, Australopithecus afarensis, Homo neanderthalensis, Homo erectus.. gibi ara türler arkeologlar tarafından kazılar sırasında bulunup, çıkarılmış ve tayin edilmiş geçiş fosilleridir./*

İnsanın evrimi

İlk hominidlerden günümüz insanına kadar gelen bu süreci kısaca özetleyecek olursak:

1) 6 MYÖ: Şempanze ve insan nesli ortak bir atadan ayrıldı.

2) 4 MYÖ: Arka ayakları üzerinde yürüme yetisine sahip Australopithecus anamensis

3) >3 MYÖ: Australopithecus afarensis (“Lucy”) ara türü…

4) 2.5 MYÖ: Bazı hominidlerin taşları kullanarak keskin kenarlı aletler yapması…

5) 2 MYÖ: Daha büyük beyinleriyle Homo ailesinin ilk üyeleri (kabiliyetli insan anlamında Homo habilis) belirmeye başladı.

insanin-evrimi

6) 1.5 MYÖ: Baltanın icadı ve kullanımı. Hominidlerin Afrika’nın dışına (çoğunlukla Asya ve Avrupa) yayılması. Bu hominidler Avrupa’da yaşayan Neanderthal’lerin (Homo neanderthalensis) ve Asya’da yaşayan Homo erectus’un (dik yürüyen insan) atalarını içermektedir.

7) 100 bin YÖ: İnsan beyninin daha da büyümesi (şu anki hacmine yakın). İlk Homo sapiens’lerin Afrika’da belirmesi. Homo neanderthalensis ve Homo erectus aynı zamanda Eski dünyanın diğer taraflarında yaşamlarını sürdürmekte.

8) 50 bin YÖ: Kültürün ortaya çıkması. Mağara resimleri, süs eşyaları, ihtimam gösterilerek yapılan mezarlar… Modern insanın Afrika’nın ötesine açılması.

9) 25 bin YÖ: Diğer Homo cinslerinin soylarının tükenmesi ve geride sadece Modern insanın, Homo sapiens’in kalması, Eski Dünyada yayılması.

Her biri ortalama 1000 sinapsa sahip 100 milyon nöron ve bunun 10 katı daha fazla destek hücrelerinden oluşan Modern İnsan beyninin getirisi dil, kültür, düşünme, konuşma gibi üstün yetenekler olmuştur [24]. İnsan Bilinci sadece çok büyük bir beynin sonucu değil, aynı zamanda beyindeki büyük düzenin, karmaşıklığın, yeni koşullara gösterilen esnekliğin (plastisite) sonucudur. İnsan beyni bilgisini ve kültürünü de gelecek nesillere aktarabilecek düzeye ulaşarak yeryüzünde yüksek zekâsı ile istediği gibi hükmeden tür hâline gelmiştir.

[24] Elbette bu pozitif sonuçların yanında “benlik” hissinin ortaya çıkışıyla “kıskançlık, haset, gurur, utanç duyma” gibi duygular da Zihne yerleşmiştir./*

Tüm canlıların içsel ve dışsal kuruluşları gezegenin doğal tarihinde yaşadıkları çevrenin izlerini taşırlar. İnsan beyni de 4 milyar yıldır kendini kusurlu bir şekilde kopyalayan o genetik materyalin torunlarının yaşadıklarının tarihidir [25]. O ilk genetik materyalin bu torununun hem kendi kökenini (ilk genetik materyali) hem de yaşamın kökenini araştırması gerçekten hayranlık vericidir.

[25] Anne karnında geçirmiş olduğumuz evreler de türümüzün tarihinin kaba ve üstünkörü bir tekrarıdır./*

Doğa, tek hücreli bakterilerin “sonsuz şimdi”yi yaşayan birkaç saniyelik kimyasal hafızalarından 4 milyar yıllık [26] süreçteki olağanüstü artışıyla insan beyninde bir ömrün sahip olduğu deneyimleri, düşünceleri, duyguları saklayan “holografik hafıza”da kendini deneyimlerken bulmuştur.

[26] İnsan beyni ne kadar gelişmiş olsa da 4 milyar yıllık bir zaman dilimini algılayabilecek/tasavvur edebilecek bir kapasitede değildir. Yeryüzünün tarihini 1 güne indirgersek doğanın kendisini ilkel hayat biçimleri olarak bulması sabah 5’te, çekirdekli hücrelerde 17’de, çok hücreli hayat olarak 20’de, ilk amfibilerde 22’de, ilk memelilerde 23:12’de, ilk primatlarda 23:30’da, ilk hominidlerde 23:58’de, Homo sapiens’te 5 sn kala, Âdem lakaplı bilinçte ise 30 salise önce olacaktır.

İnsan türü bir göz kırpma süresince yeryüzündedir…/*

Yeryüzünde artık büyük bir beynin getirisi olarak “Yüksek farkındalık” potansiyeli ile doğan; ama 4 milyar yıllık tarihin ürünü bedeninin dürtüleri arasında kalan Homo sapiens vardır. Kişinin Âdemi ile ŞeytanıNın mücadelesi başlamıştır…

İnsanın Evrimi” hakkında 21 yorum

  1. Selam. Eskiden ben evrime karsi idim cunku materyalist tabiatcilar evrim teorisini ateizm icin arguman olarak kullaniyorlar idi. Amerikada ID kanadi var mesela, ama artik farkli dusunuyorum evrim bir surectir Allah Teala bu surec ile de yaratmis olablir, evet olabilir diyorum cunku tamamen emin degilim evrimden.

    Benim sorum; bazen ateistler ile tartişiyorum ve ilk canli hucre tesadugen olusabilir diyorlar ama bu dogru degil oyle degilmi ? Ilk canli hucre yaratilmistir ? Ve bir sorum daha var; insanlar nicin evrimi ateizm icin kullaniyorlar ?

  2. Merhaba Sufi,

    İlk hücrenin meydana gelişi ile ilgili sorunun özet cevabını bu yazının içerisinde bulabilirsin (Sanırım fark etmedin).

    Allãh ismi verilmiş Tümel Varlığın “kendi kendini organize ve refere edebilmekte” olan algıladığımız boyutundaki yaratılış, “deneme-yanılmayı“, “tesadüfleri/rasgeleliği” *de* kendinde barındıran bir sistemdir.

    Mistiklerin yüzyıllardır anlattığı ve çağdaş bilimsel disiplinlerin de işâret ettiği “Parçalardan oluşmayan, Sonsuz-Sınırsız, Tek, Mutlak Bilinç ve Gücün, Varlığın” yaratışı, kendi varlığının algıladığımız 4 boyutlu Evren boyutunda nedensellik ilkesi çerçevesinde, “evrensel fiziko-kimya kurallarının kendisi olarak” ve bu “kurallar istikametinde” açığa çıkmaktadır. Bu yüzden 4 boyutlu evrenimize asla tanrısal-ilâhi olarak adlandırılabilecek direkt-âni müdahaleler; başka bir deyimle sistemde Tanrının sihirli sopasına yer yoktur.

    Yaratım, süreç iledir, yoktan meydana gelme değildir. Dolayısıyla ilk hücre de cansızlıktan belirli bir süreç ile evrilmiştir/yaratılmıştır.

    Şu yazıları da incelemeni tavsiye ederim.

    Neden Evrimsel Yaratılış?
    Evrim Teorisi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
    “BEN”den “ben”e, “ben”den “BEN”e-3.2

    Evrimin ateizm için kullanılmasına gelince…

    Evrim Teorisi, gerçekten de ilahi/üstün bir gücün müdahalesine gerek kalmadan canlıların hangi mekanizmayla türediklerini açıklayabilen kuvvetli bir teori. Ateizmin evrim teorisini kullanması da gayet normal oluyor. Fakat bu durumun inançlı bir insan için sorun olmaması lazım. Nesneleri yere düşürenin yer çekim kuvveti olduğunu Gravitasyon teorisini kabul ederek benimseyen kişi, hayır bu Tanrı’nın işidir, yere düşüren Tanrı’dır deyip Gravitasyon teoremine karşı çıkmıyorsa, benzer şekilde bilimsel bulgularla da sürekli olarak desteklenen Evrim teoremine de itiraz etmemesi gerekir.

  3. evet, benim dusuncelerim de bu yonde. yani eger bir evrim yasanmis ise bu da ayni yercekimi kanunu gibi Allahin koydugu bir kanun/surectir.

    Sunnetullah yani tabiat kanunlarini mesela..

    bence ateistlerin yanildiklari bu, bir evrim goruyorlar ve bunun ”kendiliginden” olustugunu zannediyorlar cunku mataryalistler cunku kafalarinda kurduklari tanri nin gokyuzunde bulutun uzerinde oturan bir Zat zannediyorlar. Bilmem anlatabildimmi ?

  4. Yazim nicin silindiki? -Hayır silinmedi : ) AHHA- Evet gravitasyon Allahin koydugu bir kanundur, eger bir evrim gerceklesmis ise buda Allahin dilemesi ile olmustur. Kendi basina basibos bir evrim olamamistir. Bu yuzdende amerikada I.D grubu var ama anlamiyorlarki ID ve Evrim tektir, birdir. Ornegin; bir meni 9 ay icinde bir bebege evrimlesir, ama ayni zamanda ID de vardir icinde..

    Ben cinleri ve insanlari ancak bana kulluk etsinler diye yarattim buyuyor Allahu Teala, siz ise yazilarinizin birinde insan ile ilgilenden yok evrim insana kadar basibos gelisti gibi ifadeler ediyorsunuz, ya ben yanlis anladim yada siz bu konu hakkinda cok yanlis dusunuyorsunuz..

  5. İnsan sistem içinde meydana gelmiştir. İnsanla (özel olarak) ilgilenen bir Tanrı yoktur! cümlesini kullanmıştım. 2 ayağı üzerinde yürüyen, gelişmiş bir hayvan türü olarak İnsan ile ilgilenen yoktur; ama Halife Hz. İNSAN ilahi muhatap alanındadır.

  6. İnsan olarak düşünce ve karar yapımızın sınırı çok kısıtlıdır…”Ufkumuzu açamadığımız ve bilgimizin yetersizliği dolayısı ile…
    ”Başlangıçlı-Bitiş li ,Tek boyutlu-Dört boyutlu,Mekanlı-Mekansız,Nokta-Sonsuz,vs…”
    tabirlerini çok sık kullanırız…
    Allah C.C. ‘nu Mekansız,Şekilsiz,Başlangıçsız-Sonsuz tabirleri kullanarak ifade etmeye çalışmak ne derece doğru olur ?
    Yani gerçekte var olanı,Zaman ve Mekanın sahibini zamansız ,mekansız sanki yok gibi farz etmek fikirlerine set çekmek ve Zamanın ve Mekanın gerçek sahibi olduğunu bilmek gerekir…

    Görünen -Görünmeyen,Bilinen-Bilinmeyen,Mekanlı-Mekansız tariflerinden uzak,zerre tabir ettiğimiz tohum ve nüveyi yaratan; Ol Emri ile her şeyi var eden Allah C.C.;her anın ve her noktanın sahibi olarak An’ı , Mekanı ,var diye bildiğimiz sonsuz büyük evreni ve içinde yaratılmış her şeyi”Canlı,cansız”ve bilgi sınırlarımızı aşan her şeyi Yaratan olarak kuşatmıştır…
    Hiçbir şey ”O ‘ ndan” uzak veya ”O ‘nun” nasip ettiğinden yakın değildir.
    Her yere, her şeye vakıf ,yakın ama her şey ”O’na ” dilediği kadar yakın veya uzaktır.
    Her şey ”O’nun” kararına göre yaratılmış ve olmuştur,olmaya ve yok olmaya devam etmektedir…
    Her şeyi kuşatmıştır ama her şeyden dileğince uzaktır…
    Allah C.C. Bende ,Sende Her şeyde vardır demek,Ben O’na yakınım,”O’nun” layım,”O ”bende demek değildir…
    Bu tabir haddi aşmak olur…
    Allah C.C. dilediği kadar yakın ,dilediği kadar uzaktır…

    Nefis denilen şey perdelerin perdesi,,,Kabul edememenin izahıdır…
    Yani yok olamama göstergesidir…
    İtaatte fayda olduğu halde İtaatsizlikte ısrardır…
    Kısaca Terk,İsyan ve Cehennem yolcusu olmaktır…
    Nefsini terk etmek Allah C.C. ‘nun emrine itaatte tereddüt etmemektir…
    Nefse hakim olmak ;mümkün değil ,olamaz,nasıl olur gibi tabirleri aşmak emre itaat etmekte en ufak tereddüt etmemektir…

  7. Mutlak yokluk olamaz.
    Yoktan var olunamaz …
    Allah C.C. yaratımdan ”yaratmasından ” öncede vardı sonrada var…
    ”Göremez sekte” ki gören göz sende var ise ”O’nu” her an görebilirsin…
    Her an var olduğunu gören vardır …
    O’nu her an gören ,”O” görülemez görmek için Ahireti beklemeniz lazım…Kafa gözü ile göremezsiniz sözlerine inanır mı?…
    Çünkü o her an ”O’nu” görüyor onda Allah C.C. ‘nu görecek alet var ”GÖZ”…
    Tabi ki o gören göz sahibi de yanlış tabirleri bize aktaracak ve ”Allah C.C. nu bu dünyada dahi görebilirsiniz ”yeter ki ”O”’na layık olun diye söyleyecek..Bizde çaba göstereceğiz…
    Allah C.C nun emirleri her safhada mutlaka uygulanır…
    Kaza oluştuğunda ise Allah C.C. nun emri ne ise sonuçta o olur…
    Bizde mucize oldu 14 ‘üncü kattan düşen çocuk çim zemine düştü yara dahi almadan kutrtuldu haberi ile karşılaşırız…
    Burada Allah C.C. nun yazdığı Ölüm emri ,yine ”O”nun emri ile değişmiş ve çocuk hayatta kalmıştır…
    Bu örnekten …
    Allah C.C.nun her an, bir ŞAN’da olduğu anlaşılır…

  8. yapı taşının duvarı kromozomlar nasıl evrimleşiyor, canlılar birbirine karışmış olurdu, mümkünsüz bir mesnet . mümkünatı olsa idi davranışları ve kalıpları orantısız olurdu( dalında elma kuş gibi ötüyor)

  9. Yazılarınızı okuyorum.Güzel yazılar ve etkileyici.Ama gerçek ile batıl karıştırılmış.Maddeci zihniyetten, veyada dışarıdan Allah’a ulaşılamaz.Bugun bu yazdıklarınız dogru bile olsa ki dogruluk payıda var elbette insanları dısarıya yaonlendiriyor.Uzay, takyon, mutasyon,vs.Ben araca değil amaca giden yola bakarım.OKU mak yalnız Bismillahirrahmanirahim ayetinin sizde yani batınınızda olusması ile gerçekleşir.Yani kısacası insanlara batınlarına giden yolu göstermek zahiri arastırmaktan dahi iyidir.Burada zahir olgusunu sizin var sandıgınız bilinciniz veya zihniniz, batınıda yokluktan sonraki ahiriniz olarak düşünmek gerekir ki berzah seyri sülük dedikleri olgu oluyor bu durumda.Kendinize iyi bakın selametle

    1. Değerli Levent sen, şu an üzerinde çalıştığım bir yazı var, Tefekkür konusu üzerine. Yazının odak noktası olan ayet ise “Onlar, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken anarlar ve göklerle yeryüzünün yaratılışı üzerinde düşünürler”. Zahir ve Batın dengesini iyi kurmak gerekir. Bu konuyu daha sonra ayrıntılayacağım bi-iznihi. Selamlar.

  10. Evrim kesinlikle olmamıştır. Yüce Allah Dilediği gibi Yaratmaya Kadir dir. Evrim Kur’an da yoktur. Evrimle Yaratılış olmamıştır. Evrim konusunda http://www.harunyahya.org web sitesini ve sitedeki diğer siteleri incelemenizi öneriyorum. Eğer konuya önyargısız yaklaşıyorsanız bu mesajı yayınlayınız. Aksi halde zaten yayınlamayacaksınız. Ki hiç önemli değil.

  11. Sevgideğer Tarkan, Ortaokul ve Lise dönemim Harun Yahya kitapları ve sitelerini okumak, incelemek ile, ateşli evrim karşıtlığı yaparak geçti. Ön yargım hiç yok yani, merak etmeyin :). Harun Yahya Cemaatinin argümanlarını çok iyi biliyorum.

    Üniversitede ise Harun Yahya kaynaklarındaki bilinçli veya bilinçsiz yanıltmalara, çarpıtmalara bizzat şahit oldum. Evrim Teorisini Harun Yahya Cemaatinin tanıttığı gibi değil de Bilimin kendi kaynaklarından hakkıyla öğrendim ve ulaştığım sonuçları burada paylaştım.
    Bu konu benim için kapanalı epey oldu.. :)

  12. eşcinsellik,ensest,ya da diğer sapkın sayılan durumlar evrimin neresindedir acaba?bu konular hakkında bilgi edinmem mümkün mü? evrende her derece gibi bunların da yeri olduğunu düşünüyorum..(umarım olumsuz bir noktaya değinmemişimdir)

  13. Biyolojik evrim açısından canlıların genlerini gelecek nesillere aktarması en önemli/hayati konu.. Bakteriler gibi eşeysiz üreme yapan canlılardan sonra cinsiyetler ve çiftleşme ve nihayetinde daha karmaşık beyinli sosyal hayvanlarda “cinsellik” ortaya çıkmış. Canlılar açısından çiftleşme hayati bir önem arz ettiğinden paralel olarak/beraberinde zevk/ödül veren güçlü duygular da beyine yerleşmiş.

    Görünürde hiç bir mantıklı açıklaması olmamasına rağmen bir erkeğin kadının erojen ve/veya cinsel bölgelerinden etkileniyor iken, örneğin serçe parmağından cinsel açıdan etkilenmemesi, beyni yöneten ve cinsel duyguların açığa çıkmasını tetikleyen milyonlarca yıllık evrim süreciyle koşullara göre kaydedilmiş genetik program nedeniyledir. Yani, eğer neslin devamı, genlerin aktarımı serçe parmakların tokuşturulması ile gerçekleşse idi, genetik program bu şekilde kayıt yapacak ve serçe parmakların tokuşturulduğunda da beyinde ilgili cinsel duyguları tetiklenecekti.

    Ensest ilişkilerde genlerde resesif/çekinik/gizli kalmış hastalıkların ortaya çıkma ihtimalleri arttığından bu tarzda ilişkilerin azalması ve popülasyonun uzun vadede selameti için evrimsel süreçte beyinlerimize tiksinti uyandıracak sinir ağı kalıpları genlerimizce kodlanmıştır. Dolayısıyla belirli duyguları hissedebilen yüksek, sosyal canlılarda ensest ilişkilerin sayısı çok azdır. Benzer şekilde ürün vermeyen homoseksüel ilişkilerde de benzer duygular beyin tarafından tetiklenecek şekilde genetik yazılıma dahil edilmiştir. Normal ilişkilere oranla çok az da olsa hayvanlar dünyasında da üreme açısından işe yaramasa da eşcinsel ilişkiler bulunuyor..

    Genetik biliminde “varyasyon” diye bir kavram var. Örneği göz renkleri.. Mavi, yeşil, kahverengi göz renkleri gene ortam koşullarına göre evrilmiş birer genetik varyasyondur. Evrim açısından yeni bir varyasyon meydana geldiğinde eğer organizmanın bünyesi açısından enerjice masraflı değil ise ve az da olsa avantajları varsa veya nötr etkiye sahipse o yeni özellik nesiller boyu kendini fenotipte (dış görünüşte) kendini belli eder, popülasyon/toplum içinde yayılma imkanı bile bulabilir.

    İşte ensest veya homoseksüel ilişkilerin ortaya çıkış sebebi bu genetik çeşitliliktir. İlgili bireyin veya hayvanın beyninde bu uzaklaştırıcı duygular yeterince veya hiç uyanmadığından bu tarzda meyledişler görülebiliyor. Doğa ezici çoğunlukla bize bu kodları yerleştirdiğinden bu tarzdaki ilişkilere çok sert tepkiler veriyor, ilgili kişilere hoşgörüsüz davranıp sapkın, günahkar olarak ilan ediyoruz.

  14. ensest ilişkinin doğal yapıyı bozduğunu biliyorum ancak eşcinsellikte böyle bi durum yok ve ayrıca çoğalma söz konusu da değil(eşcinselliğin çoğalması yok,her devirde toplumda az seviyede süregidiyor)…lut kavmindeki durumu hep delil olarak vermeleri de anlamsız geliyor..ortada var olan şey ZULÜM iken insanların dar açıdan duruma bakmaları da gerçek olandan ne anladığımızı gösteriyor…cevap için teşekkür ediyorum gerçekten(minnettar olduğumu bilmenizi istiyorum)…

  15. Selamlar, Üstad 26 bin yıllık döngülere ne diyorsun?

    Yani binlerce sene (yüz binlerce) önce de oldukça ileri teklonojilere sahip farklı insan nesilleri konusuna ne diyorsun?

    1. Merhaba, bu konuda bilimsel mecmualarda/arkeolojik kazılarda vs. herhangi bir bilgi/bulguya rastlamadığım için -atışın serbest- olduğu bu konularda yorum yapmayı doğru bulmuyorum :).

  16. “…. Eğer bir yerde, yüksek miktarda hidrojen atomu ve karbon atomu varsa, mutlaka ortamda metan gazı (CH4); nitrojen varsa, amonyak (NH3) oluşacaktır. Karbonun metanın, oksijenin olduğu yerde de mutlaka karbon dioksit bulunacaktır; karbon dioksitin, suyun olduğu yerde ise şeker (glikoz, C6 H12 O6) tesadüfen değil, kimya kanunları sonucu sentezlenir….”

    “Kişi sevdiğiyle beraberdir”, atomlar da..

  17. “….birçok araştırmacı ilk kalıtım materyalinin RNA olduğunu düşünmektedir….”
    RNA molekülü (Transkripsiyon); yani yazı, çıktı, kelam.

    “Önce kelam vardı”

  18. evrim, yoktan yaratma olamaz gibi zihin cikarimlari seytani pulslarla dolu. beni soğuttu okumaktan vazgeçtim. Allahın yarattigi fizik yasalari ile yaratıcıyı sınırlamak büyük bir gaflettir. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim zikrini çokca tefekkür etmeliyiz. Hilbert uzayindan 4 boyuta geçtikten. Sonra, 3/189-190-191. Ayetlerinide bir tefekkür etmeliyiz. ahir zamanin en buyuk fitnesi ve perdesi icin deccalin yandaslarinin islam postunu giyip her turlu seytani pisligi zihinlere zerk etme faaliyetlerini unutmamak gerek. Planlanan hedefler arasinda iblisin varliginin inkari, evrim ile yaratıcın inkarı, bilimle sonsuz kendine yeter evren fikri, helak olmus kavimlerin pislikleriyle bulanmış, yenilenme, melekleşme, boyut atlama vb tuzak vaadler ile yeni karma bir din ve deccale iman. Kuranda ki her ayetin apacik anlamini mecaz diye eğip bükenler mekr icinde ahirete gidip acikli atesin azabini tadarlar. Uyanik olalim da firavunun ilmi gibi musibetimiz olacak dark side yolcusu olmayalim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir