(Önceki bölümler Riyazet: Dengeli Yaşam -1, 2, 3)
– Yapışıp kaldığımız arzularımızın bedellerini/azabını niye ödüyoruz?
Zıtlıklar dünyasının bir kuralı.. Yapışıp kalınılan her bir arzunun belirli derecede kaybetme korkusunu da gizlice içinde barındırıyor olması. Sistem çarklarını çeviren de beynimizin en alt, en temel katmanından tüm beyne yerleşik bu güçlü duygu, korku..
Tercih olmayan, bilincin devreye sokul-a-madığı her istek, her arzu, bir bağımlılık olarak kabul edilebilir dedik. Her bağımlılık da bilinçaltının bedeni, bünyeyi koruma çabası gereği, içsel gerilim yaratır. Gerilimin birikmesi (günaha = zorluğa dönüşmesi) kendini bilinç düzeyinde üzüntü, pişmanlık, kaybetme korkusu vs. olarak gösterir ahiretimizde/sonramızda/karmamızda. Bunlar tutunulan arzularımızın bedelleri, azabı.
Örneğin, bilincine filtre koymadan, dikkat etmeden bir erkeğin şehvetle bir bayana bakmasının, beraberinde o bayanı elde edememenin erkek bilinç-dışına/bedenine verdiği gerilim gibi.. Sevgisiz, saygısız, ilkesiz sadece bedensel tatmine ve sömürmeye dayalı bir cinsel birliktelik sonrası, ama Ruhun gene doyamaması ve bu doyumsuzluğun farklı bedensel birliktelikler peşinde koşturması gibi. Evrensel Denge!..
Örneğin, otorite hırsızlık yapanın elini = mali gücünü kısmazsa/kesmezse de; zenginliğiyle şımarmış, mal kendi ellerinde dönüp duran bir devlet olmuş (59:7) Ebu Lehep çetesinin elini kurutmazsa dahi, ilahi sistem hırsızlık yapanın bilincindeki güç arzusu, ama bilinçaltındaki “kıtlık bilinci gereği” elini bilinçaltı yayını gereği gün gelip kesecektir. Varlık içinde olsa bile kıtlığa mahkum edecektir! İçsel denge = Mizan!.. İlahi Mizanı kuransa Evrenin her noktasının diğer her noktasıyla bağlantılı/haberdar olması.
Diğer yandan, Gönle ait isteklerde azap oluşmaz. Karşılık minimumdur, beklenmez genelde, ego kaybolur hizmette ve bilinçaltı tehlikeli görmediğinden bu eylemi, arzuların yarattığı ego tatmininin aksine ruhsal doyum ürün olarak çıktığından zıttını da yaratmaz yaşamda. Benzeri, Varlık indindeki acziyetimizin itirafı, egolarımızı incelten dualarımız, yakarışlarımız için de geçerli..
Gönül dünyası diye işaret edilen, Er-Rahman (En yüce sevgi – hoşgörü – merhamet) manasının tecelli ettiği varlığımızın ego yönünden farklı bir boyutu.. Gönül boyutunu ne kadar hissederse İnsan, o kadar da bedel/sıkıntı yaratmaz varlığı.
Söz gelimi, varlığımız yedi katlı bir apartman gibi; ama vaktimizin ezici çoğunluğunu bodrum katında geçiriyoruz! Bedeli/sonucu da doğal olarak karanlıkta kalmak!.. Üst katlarda sıkça dolaşırsak gölgelerimiz, karanlıklarımız, korkularımız da, bedelleri de azalır. Çünkü üst katlar zıtlıkların, ayrılıkların, kutuplaşmaların, yorucu çokluğun değil, birlikteliğin, Birliğin, Tekliğin diyarı.. Zıtlar yaratılmadığından azap da doğmaz.. Tek kutupta, tek kutuplu Huzur yaşanır. Ve fona sinmiş bu huzur boyutu, hayat enerjisi ile alt katlarımız ve muhatapları ile de sağlıklı bir iletişimin yürütülmesini sağlar.
Dinde ibadet namına her ne varsa, her ne anlatılmışsa insanlığın, Varlığın Tekliğinin (Ahadiyet) insan zihni tarafından algılanabilir yönü olan Tevhide, yani Varlığın Birliğine yaklaşabilmesi, varlıkların birbirleriyle olan bağlantısına, yekvücudu hissedebilmesine tekamülü için teklif edilmiş.
Sualin daha derin katmanımızda yatan cevabıysa, diğer canlılarda bulunmayan; her insanın derinlerinde var olan, fıtri Tekamül güdüsü, veya yansıması olduğu Evren’deki Tekamül ilkesi..
Egosal bir arzu, o konudaki bağımlılığımızın, Gönül Kabe’mizdeki bir putun göstergesi. Ve Tekamül için putlar kırılmak zorunda..
Bağımlılıklar, aşırılaşmış duygular ŞİMDİ’nin, Birliğin gerçekçi algılanmasını engeller, gerçekliği çarpıtır! Kendimiz ve diğerleri arasındaki farklılıkları abartır, benzerliklerimizi azaltır.
Tekamül ilkesi ve güdüsü gereği insan, çok olumlu, uygun bir ortamda yaşamını devam ettirse dahi, aynı bilinç seviyesinde kalmasıyla bir süre sonra sıkılma getirecektir (Bknz. Gizil Arayış yazısı). Çünkü İnsan, diğer bir çok canlıdan farklı olarak, Sonsuzluk Kulesi‘nde her daim tırmanmak, yeni ufuklara, yeni sonsuzluklara Mi’rac etmek ister. Yani, her an tekamül duasını ettiğimiz için, geliştirici olmayan eylemlerimizin bedeli, veya gelişimimiz için diğer imtihan/fitne (= yakarak arındıran) aracı kurgular da, içsel talebimiz, gizli sesimiz doğrultusunda otomatik olarak karşımıza çıkartılıyor, BİZce.
Koşulsuz sevgiyi, hoşgörüyü, Huzur’u, Tamlığı, Doyumu, Birliği, Tekliği algılamak istiyorum, diyoruz!.. İstiyoruz, çok güzel; ama kendi varlığımızı bunu algılayacak şekilde adapte etmeliyiz önce!.. Sonsuzluk Kulesi’nin yüksek Şuur katmanlarına tırmanırken, zihin bu algılara nasıl müsait olacak? Yüksek Zihin hallerine ait ufak bir ilahi esintide kendinden geçen meczup, hırslarınca sınırlanan bilinç kabı, nasıl dayanabilecek bu derin tadlara?
Bilincimiz gelişmeden, o (gelişmiş) bilince uygun olan fenomenleri algılayamayız (Doğan Cüceloğlu). Bulanık ve gürültülü bir zihin havuzundan ışık sızabilir kısa süreli; ama içerisi aydınlık olmaz. Havuzun paklanması gerekir!
Bilincimize henüz uygun olmayan fenomenleri, hissedişleri tatmamış olsak da, yaratılan yeni arzularla kavramlarının dedikodusundan da kendimizi alamamamız başka azaplar doğuruyor!
Bir kişi samimi bir şekilde ben Ruhsallığı yaşamak istiyorum diyorsa, kendini Nurani bir varlık olarak hissettirecek, madde beden veya egosal zihin olmadığını fark ettirecek davranışlar, olaylar isabet eder, evrende yankılanan duası gereği.
Kısacası, ihtiyaçlar hiyerarşisindeki her bir katmana denk gelen, nefsimizdeki gediklerimiz, tıkanıklarımız = gölgelerimiz kadar bağımlılıklarımız ve/veya yükselme ihtiyacımız kadar da bedeli var.
Şeriat – Tarikat – Marifet – Hakikat çizgisinde gölgeler
Eskilerin Nefsi Levvame/Tarikat süreci dediği, kendi zihin içeriğini gözlemleyen bilinç ile Farkındalıklı yönümüzü besledik. Nefisteki bariz gedikler ve tıkanıklıklar tespit edildi, çözüm yolları bulunup enerji düşüklükleri giderildi. Böylece nefs, hayat enerjisi kazanarak yeterli oranda tatmin edilir her katmanda.. Ve her ihtiyaç katmanı doyumlu bir şekilde aşılmış olur. Latif duygular, cennet esintileri, güzel melek(e)ler = meziyetler, kudret ve marifet (= kendini ve rabbini bilme) açığa çıkmaya başlar bireyden. Bir çok konuda doyuma ulaşmış, kanaatkar olmuş ve arzusal ihtiyaçları düşmüş nefs artık, Halk içinde Hayy-Hak ile Aşkın, Hizmet eri bir bilinç olma yolunda Razı olmuş ve olunmuş olarak Kaynağa/Hakikate dönme sürecine hazırlanır (89:27-30). Tabi, bu süreç samimiyetimiz ve çabamız oranında yıllarca sürebilecek bir dönem..
Bir çok nefsi ihtiyaç konusunda tatmin olmuş ve arzularında dengeye varmış bilinç gerçek hizmet eri olabilir ancak. Doyumlu olduğun, nefsi mutmainneye erdiğin ve (t)aşkınlığına ulaştığın konudan, noktadan (özden) verebilirsin!
Hizmet edeyim derken, egodaki delikleri kapatma, egoyu devreye sokma yanlışına, yani menfaate Fedakarlığa düşme riski her zaman var. Hakiki Hizmet erlerinde ise alt katların Feda-kâr-lığı, Öz-veriye dönüşür. İhtiyaçlar piramidinin alt katmanlarına ait yığınla gedikle/tıkanıklıkla yaşayan kişi başkalarını kendinden daha çok düşün-e-mez, öyle sanır! Öz-veri’de özgün “kendi” vardır ve büyük bir doyumla karşılıksız verir; Feda-kâr-lıkta ise etrafın oluşturduğu, yani var ve özgür olmayan egosundaki bir açlığın götürüsü ile kâr içerikli feda olmayı gerektirir.
Şimdi, ilim ve irfan yolunda şu nokta, çok önemli!..
Nefsimizde yeme, içme, sevme, sahiplenme, güvenme, ait olma, para, takdir edilme, övünme, kızma, cinsellik vs. konularında azap doğuran boşluklar olursa, yani nefs temel ihtiyaçlarda belirli bir yaşa gelinceye kadar mutmain olmamış, olgunlaşmamış, ve üstüne üstlük bir de kendi hakikatini tanıma yolunda insan psikolojisini zorlayan bir riyazet kurgularına da talip olmuşsa; ilmin marifete dönüşmesinde, Allah’tan razı olarak dön (89:27-30) hitabına muhataplıkta zorluklar çıkabiliyor.
Psikolojik, sosyolojik açlıklarını, tıkanıklıklarını, gizli rahatsızlıklarını = gölgelerini sıkı bir levvame süreciyle halletmeden, dünyaya, nimetlerine ve nefse hakkını vererek doymadan ilerlemeye “çalışılan” çizgi fasit bir daireye dönüşerek açmazlara, ve hatta girdaba sokabilecektir kişinin bilincini.
Geçmişten gelen gölge, nasıl açmaza dönüşüyor? Örnek bir sahne.. Bir ebeveynin, küçük çocuğuna bir “oyuncak” aldığını,çocuğun da oynamaya başladığını düşünelim. Sonrasında, komşunun çocuğu geliyor; ve ebeveyn çocuğunun oyuncağını paylaşmasını istiyor. Çocuk vermek istemediğinde, ebeveyn de çocuğuna güzel bir nitelik olan paylaşma ruhu yok diye kızarak elinden alabiliyor oyuncağı.
Peki bu durumda ne oluyor? Çocuk, Allah’ın, Varlıktaki El-Malik (sahip olan) manasının enerjisini rahatlıkla çıkartamamış, sahiplenme duygusuna doyamamış, bunu en gerekli yaşında tadamamış oluyor. Tatmış olsa, doymuş olsa, aşılması da kolaylaşacak..
Doyduktan sonra paylaşma sırası da gelir elbet. Aksi takdirde, ileriki yaşlarda, çocuk yaşta güçlü bir şekilde aldığı bu tarz etkilerin sonuçlarını cimrilik, tutumluluk vs. olarak yaşıyor.. Ve bedenleri yaşlı; ama davranışları dürtü/duygu odaklı çocukça beyinler yetişiyor!
Anneden, babadan sevgiye doymamış, tensel temas yaşatılmamış, aitlik duygusu hissettirilememiş çocuğa, mesela!.. İleride, tuttuğu takımında, ideolojide, partide vs. fanatizme kayıyor, sevgilisinde aşka, ileri düzey tensel temasa > sekse düşüyor, gözü başka bir şey görmüyor, çamurda batıyor. “Hayır, bu değilmiş” diyerek oradan çıkıyor; aynı açlıkla mistisizme, tarikata, tasavvufa koşuyor; [elbette arayış işin doğasıdır, bu sorun değil] ama bu sefer de bir nebze tattığı coşkunlukla Allah aşkı yaşadığını sanabiliyor hayalinde, o açlıkla. Nefs bu sefer de tanrısına veya mürşit olarak görülene aitlikte, camiasına ise sahiplikte düşüyor.
Yetişme, öğrencilik çağında örneğin, yeterince takdir edilmediğinden, orantısız başarı yarışına sokulduğundan, çeşitli ortamlarda bilgisini yarıştırmaya, popüler olmaya çalışıyor, bilgelik taklidine, gösterişe düşüyor. Bu minvalde örnek sayısı çok.. Sonuçsa hep çıkmaz sokak!
Bu gibi nedenlerle, bir ömür levvame süreci denilen proaktif bakış açısı ve yaşam biçimi, nefsin dengesini kurmak, eksiğini hissettiğimiz konularda bir an önce doymak, çözüm yolları aramak çok önemli, kıymetli arkadaşlar!..
Geçmişte.. Bişr-i Hafi, İbrahim Ethem, Mahmud Hüdai doymuş, Buda doymuş, ondan sonra kapı açılmış kendilerine.
Ezcümle, şeriat dairesinden çıkmadan dünyaya, nimetlerine ve nefse hakkını vererek doymazsak, İlim okyanusunda boğulabiliriz.
Ve aldığı ideal marifet bilgisiyle oynayan, örnekteki yaramaz emmare nefs düzeyinin ötesinde.. Talip için daha sinsi bir süreç, hatta girdap, tasavvufta mülhime bilinç diye işaret edilen, latif ilhamların hissedildiği, proaktivitenin ürünü marifetin açığa çıktığı zihin fonksiyonunun artmasıyla karşısına çıkıyor:
Marifet ve gizlice enflasyona uğramış Ego bulamacı!
Gizli ego şişkinliğinin nedeni ilmin hazımsızlığı! Acziyetin itirafı olan fiili/sözlü duayı/yalvarışları terk etmek! İlmin, irfanın, maneviyatın verdiği güçle kendini ihtiyaçsız sanmak, şımarmak.
Buna bir de bilgi ile eylemi arasındaki uçurumu da ekledik mi.. Bu uçurum, ruh doyamadığından, tatmin arayışı içerisinde, açlığı giderici olarak ayartıcı gölgelerimizin tetiklenmesi ile sonuçlanıyor.
Derin bilinçaltındaki tıkanıklıklar, gedikler, en gizli, üstü örtülü arzular üst katların rahatlatılması, şeffaflaşmasıyla kolaylıkla rüyalar düzeyine ve/veya bu nefs düzeyinin verdiği karizmayla bilinç/davranış düzeyine cesaretle ve kat kat artırılmış bir biçimde çıkarak büyülü bir dünyaya sokuyor insanı > Firavun hanedanlığı.
Büyünün yanında da ikilemde bırakıyor. Marifet yönüyle “Ben Hakkım” hissedilir. Bu özden gelen güven egoya takılarak, gölgelerin, fırsatını bulmuşken -çeşitli hikmet (!) kılıfları altında- günah/şeriat/başkalarının hakikatinin tanınmamasıyla sonuçlandırabiliyor. Ama diğer yandan gölgelerin yönlendirdiği günahların artırılmış azabıyla, sonuçlarını kısa/uzun vadede üzüntüyle de yaşar.
Bu süreçte, bebeklik, çocukluk, ergenlik dönemlerimizden kalan gölgelerin özellikle patladığı konular.. güç kazanımı/gütme içgüdüsü ve cinsellik.. Yansımaları, ötelerden/uzaylılardan mesajlar almalar, peygamberlik/mehdilik/gavslık/velilik (Bknz. Göğü dinleyen Cinler) veya daha küçük çapta, önder/popüler/efendi/merkezde olma düşünceleri; inanç sömürüsü, ve karşıt cins istismarı. Unutmayalım ki, emmare düzeyindeki firavun askerleri bir yana, mülhime firavununun insan yığınlarını etkileyebilecek yüksek bir karizması/sihirbazları/etkili beden dili-sözleri var!
Kur’an’ın içe dönük/batıni yorumunda Firavunluk, iman ehli bir bireyin, evet, iman ehli bir bireyin, Varlığın Tekliğini, yani Hakikati hissetmesinin verdiği ruhsal hazzın, gücün, kendi birimselliğinde ve bunun açığa çıkışı olan bedensel ve egosal isteklerde istismar edilmesidir. Kendi nefsimizin hakikatine arif olup (Semaya yükselip Yere indiğimizde) karşımızda görünenin hakikatinden perdelenmek ve Hakk’ı/Şeriatı/Kuralları çiğnemek! Marifeti egomuza alet etmek!
Marifetin, yani insanın kendini ve rabbini bilmesinin, diğer insanların da hakikatlerinin (Rabb’ül Alemin olan Allah‘ın) bilinmesine, Hakikate dönüşmesi için bir atlama basamağı olması gerekirken, Nefsin emmare yönünü şişirerek; Azazil’in İblise dönüşme süreci başlıyor! Veya Şeriat (Musa) devriyesi gezmediğinden -haşa- ilahlaşma = Firavunluk sürecine giriliyor!..
Nefsi emmarenin sahte/mecâzi yaşamının hayalî avuntularını, arzularını terk etmek göreceli olarak kolay iken, bu cendere vadisinde Hakikatin hissedilişinin/Marifetin pusuda bekleyen Azazil’imize vereceği -Kibriya diye yutturulabilecek- kibrini/ilahlığını/iblisliğini terk etmek ise zordur hakikaten (Firavun – Musa mücadelesi). İşte budur, bin kişiden biri geçebilir dedikleri cendere!
Kur’anda Firavun – Musa kıssasından bahsediliyor olması, Âdem’liğini hissetmiş (Bknz. Âdem hikâyesinden Âdemî Şuûr Metaforuna) ve bu yolda ilerlemekte olan tüm taliplerin, özünde O’nunla karşılacağının göstergesi.
Zihin, bağımsız bir varlığının olmadığını sezdiğinde, marifet vuku bulduğunda, aldığı ilhamlardan, gönlünde bulduğu manevî zevkten ötürü gurura kapılmamalı, kendine gelen güzellikleri Allah’tan; aldanışları ise “kimliğini” var sanışından bilmelidir (Şükür) (4:79).
Bu noktada her daim, ihtiyaçlı varlıklar olduğumuzu unutmamak, en basit gibi görünen şeriat/hukuk ilkelerine tutunmak, diğer varlıkların da hakikatini atlamamızı engelleyecek olan Allah ipidir. Marifetsiz Şeriat nasıl ki katılığı getiriyorsa, Şeriatsız Marifet de uçuşa neden olur (Göğü dinleyen Cinler). Denge = Hakikat ise, kökü sağlam, dalları göğe uzanan güzel bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle de her zaman yemişini verir (14:25).
Sonraki bölüm için tıklayınız.
Zihninize ve kaleminize sağlık.
Sonsuzluk Kulesi Bey yazılarınızı okumaya devam ediyorum. Size bir kaç sorum olacak bunları mümkünse link vermeden cevaplandırır mısınız ? (süreyi dert etmeyin beklerim, ancak sizden aşağıdaki soruları sizin andığınız şekilde cevaplamanızı rica ediyorum,cevaplarınız sizin anladığınız şekilde ve çok uzun olmazsa sevinirim :)
1- Kişinin Rabbi nedir? Kişi Rabbini nasıl bilebilir?
2- Nefsinize zulmetmeyin uyarısı ile ne anlatılmak isteniyor?
3- Mutmaine Nefs mertebesindeki mutmainelik ne konusunda olur? Yani nefs hangi konuda mutmaine olur?
4- Ruh ile anlatılan ve ölüm ötesine geçecek yanımız nedir?
5- Cennet ve cehennem nedir ve ne zaman cennet ve cehenneme gidilir?
:) Tamam.. Kısaca.. Ama detayları gene bu yazı dizisinde, ona göre.. :)
1- Allah’ın isimleri dediğimiz özellikleri tüm varlığın her noktasında kayıtlı bulunuyor. Her bir özelliğin her noktada/bireyde açığa çıkışları da farklı farklı derecelerde.. Çok basit bir misal örneğin, bir kişide tüm özellikler içinde El-Celal, el-Kahhar ismi, diğerinde de El-Halim, El-Latif ismi ağırlıklı olarak açığa çıksın… Bu kişiye has FITRAT’tır > Kişiye has Horoskopları düşünün (Güneş burcu İkizlerdir, kafası hızlı ama yüzeysel; Oğlaktır, yavaş ama derinlikli çalışır, gibi). Bu farklılıklar Allah’ın kendini o merkezde Rab olarak göstermesi demek.
Bu durumun bizde somut olarak yansıması da dürtüler, duygular, düşüncelerin bileşip ürettiği alt kişiliklerimiz = cinler ve öne çıkan kişiliğimiz = ins-ler.. Yani fıtratımızdaki bize has farklı derecelerdeki Allah manalarının kimisinin, ata dini (Risaletten perdeleyen örf/kültür/çevre/kişisel şartlandırmalar) etkisiyle iyice sivrilmesi. El-Celal, el-Kahhar çok fazla tetiklenerek öfkeli, acımasız bir kişiliği çıkartması.. El-Halim, El-Latif çok fazla tetiklenerek saf, mülayim hatta pısırık bir kişiliği çıkartması.. Yani Fıtrattan/Dengeden uzaklaşıp oluşan sınırlılıklarımız..
Kişiliklerimizi çözümleyip, bizi sınırlayanları, doğuştan getirdiğimiz Fıtrata yaklaştırmak, Allah manalarını DENGELİ bir şekilde yaşamaya dönüştürmek ise Rabbi bilmek.. Bu yazı dizisinin konusu.. El-Celal, el-Kahhar ağırlıklı kişi Rabbini bildiğinde, sivrilikler giderildiğinden acımasızlığı Hak/Hakikat/Hukuk için kızgınlığa iner/dönüşmüş olur. El-Halim, El-Latif ağırlıklı kişi Rabbini bildiğinde, mülayimliği sadece Hak/Hakikat/Hukuk için yumuşak olmaya dönüşür. Rab bilindiğinde de gene kendi fıtratlarına göre, kendi farklılıklarını ortaya koyarlar.
2- Yani doğuştan gelen Allah’a ait bu özelliklerini ata dini tetiklemesiyle sivriltip nefsin orijin versiyonunu bu sivrilik/aşırılık/perdelerle karanlıkta = zulmette bırakmayın.
3- Allah isimleri/özellikleri bileşiminin oluşturduğu fıtratımız nefsimizi nasıl ve ne kadar yönlendiriyorsa o kadarını nefse deneyimletmek nefsi o konuda doyurur, doyumu “hal” olarak yaşatır. El-Celal, el-Kahhar ağılıklı kişi El-Halim, El-Latif ağırlıklı insana göre Hak/Hukuk noktasında daha fazla kızgınlık duygusunu ortaya koyarak tatmin olur, mesela. Fazlası veya azı durumunda ise ego tatmin olur, kişi Risaletten uzak yaşam stili ile tatmin bulur bu sefer. Nefs-ego tatmini ayrımı yazıda..
Kararınca, yudum yudum su içtiğimizde dahi nefs doyar, mutmainlik halini yaşarız. Vücudun istediğinin altı-üstü ise fıtrattan uzaklaşma, nefsin doymaması, egonun devreye girmesi demek. Kendimizle ve toplumumuzla ilişkilerimizdeki konu ayrımı olmadan her türlü konu için bu kişiye has denge yakalandı mı, doygunluk hallerimiz mertebeye/makama/sabitlenmeye dönüşür.
4- Halkın kullandığı, bedenden çıkarak serbestçe dolaşan “ruh” anlayışı eski Yunan medeniyetine ait bir kavram. Kur’an ruhun bedenden çıkmasından, bedene girmesinden, ölüm ötesine geçmesinden bahsetmez. Bize, fiziksel ölüm ötesi için hep ilk yaratılışımız ve ölü toprağın canlanması örneklenir ve yeniden farklı bir bedenle ve doğal olarak yeni bir nefsle inşa edileceğimiz anlatılır.
“Kendi yaratılışını unutur da; “çürümüş kemikleri kim diriltecek” diyerek bize misal vermeye kalkar. De ki; onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir” (Yâsîn, 36/78, 79).
“Öldüğümüzde, kemik yığını ve toprak yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz? Diyorlardı. Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?” (el-Vakıa, 56/47).
“Allah rüzgarları gönderir onlar da bulutu kaldırırlar, Biz de onu ölü bir şehre sürükleriz, onunla yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte ölümden sonra dirilme böyledir” (el-Fâtır, 35/9).
5- Cehennem Risalet işlevinin ve sonuçlarının ihmal edilerek, hayat dışına itilerek kişide açığa çıkardığı Hak’tan perdelenme, uzaklık, ölülüktür.
Bu ölü insan, Gökten = İlahi bilgelik katından kendisine indirilen Su = Risalet ilmi ile Şeytanın pisliğini temizler, uzun vadede ölü toprağından dirilmeye (Hakikatini hissetmeye) başlar. Yeşillenir ve bahçeye (Cennete) dönüşür toprak, meyveler verir. Kişi bu fiziksel bedenle yaşarken cennet veya cehennemdedir. Ve nasıl ölürse öyle de yeniden dirilir.
1-” Rab” açıklamanıza birebir katılıyorum. Ancak kişinin Rabbini bilmesi konusundaki açıklamanıza katılamıyorum. Çünkü sizin bu bağlamda açıkladığınız “Allah ahlakıyla ahlaklanmak denilen olaya tekabül eder ki bu durum da Rab hükmünden çıkmayı gerektirir.
Yani kişi Rabbini bildiği zaman kendindeki, kendini bir anlamda idare eden yöneten özelikleri bilmiş olur ve bu durum onu cehennemden çıkarmaz. Cehenneminin bitmesi için kişinin rabbi Allah olmalıdır ki bu da Allah ahlakıyla ahlaklanmak denilen şeyi doğurur. Yani kişi esma anlamında dengesizlik ve eksikliklerinden arınır yani kendini dengeler.
2- Dğuştan her insanın kamil doğduğu daha sonra çevre-genetik-şartlanmalar vs. ile bozuluduğu savına dayanıyor sizin dediğiniz. Bunu da sanırım her insanın “islam fıtratı” üzerine doğması açıklamasına dayanarak söylüyorsunuz ki ben bu açıklamanın her insanın doğuştan kamil insan olduğunu ifade ettiğini düşünmüyorum. Bu açıklama yeni doğan bebeğin şartlanmasız zihnine işaret ediyor sadece.
Nefsinize zulmetmeyin uyarısı ( bu arada “nefs” den neyi anladığınızı tam olarak daha açıklamanızı isteyeceğim) önemli bir uyarı ve beşeri bakış açısı ve şartlanmalar ile gerçekte olmayan varsayımsalara göre kendimizi tanımlayıp-sanmamızın bizi aslımızdan alıkoyarak cehennem denen bilinç boyutunda yaşamamıza neden olduğunu hatırlatan bir uyarı. Dolayısıyla sadece beşeri boyuttaki dengeleme ile nefsimize zulmetmemiş olmayız, sadece daha dengeli bir insan olmuş oluruz.
3- Bu soruya verdiğiniz cevap ile şüphelendiğim konuda emin oldum. O nedenle cevabı uzun yazacağım sevgili kardeşim. Bu cevabı yayınlamamanızı hoşgörü ile karşılarım çünkü sadece sizi ilgilendiren bir mevzu.
Sizin muhteşem akılsal özellikleriniz ( güneş-uranüs kavuşumunuz, neptünle kavuşan merkürünüz) ve analiz yetenekleriniz ve sorgulayan korkusuz zihniniz ve daha sayamadığım diğer güzel özelleikleriniz ile ne güzel bir insansınız. Ancak sizde tespit ettiğim Kuran ve sünnetullaha ait diğer şeyleri tamamen akıl yönüyle ele almanız olayın akıl ötesi ( cebrailin yanacağı sınır) inceliklerini kaçırmanıza neden oluyor. Öyle ki nefs ve mertebelerini bile o şekilde anlamışsınız. Size göre her dengeli insan mutmaine nefsi deneyimlemiş oluyor, bunun için sadece kendini bastırmaması lazım.
Bu yanlış anlamaya neden olan yanınız akılsal yönünüz. Mutmamineliğin nefsin tatmin olması olduğu konusunda hemfikiriz. Ancak bu tatmin olmayı siz çok yüzeysel alarak açıklamışsınız yazılarınızda ve buradaki cevabınızda. Halbuki nefs kendinin hakikati yönünden tanıma konusunda mutmaine-tatmin olduğu zaman Veli olur ki bu da velayetin ilk basamağıdır.
Bu durum çok nadir bir durumdur ve tarif ettiğiniz kadar kolay ulaşılamaz. Dengeli insan zaten kendiliğinden ortaya çıkar bu mertebede, çünkü beşeritle artık işi kalmaz.
Bu yolda bazı işaretler vardır: biliçaltındaki saklı ve insana hükmeden kişilikleri soğanın halkaları gibi soyulur, her bir halkada kişi gerçekten de öldüğünü hisseder,
içi boşalır, dayanılmaz acılar çeker. Biliçteki şartlanmaları atmak yolun başıdır ve bu şartlanmaları atan bilincin firavun olma tehlikesi vardır çünkü kendini frenleyen vehimsel şartlanmaları atmıştır ve aslına dair ilhamlar alıyordur.
Nefs kendini tanımaya devam ederse Niyazi Mısri Hz. lerinin “Derman arardım derdime,derdim bana derman imiş” sözü ile ifade ettiği noktaya gelir ve bilinçaltı(RUH) üzerinde çalışmaya başlar ve arınmaya devam eder. Bu süreçte bilinci ağırlıklı olarak kendini şuur düzeyinde bulmaya başladıkça beşeri bir varlık olmadığı şuur asıllı bir varlık olduğunu hissettkçe mutmaine olmaya başlar. Bu durum belli bir sınırı geçip de artık bilinci kendini kalıcı olarak şuur boyutu ile tanırsa bir daha aşağı nefs mertebelerine düşmez, çünkü tatmin olmuştur nefsi ne olduğu konusunda, artık velidir.
4- Ruhun ne olduğunu bilmezsek Hz. Muhammed’in yahudilere söylediği ayetin kapsamına ineriz. Doğuda islam üzere yaşamış bigelerin Karma ile işaret ettiği Kuran’da da geçen ve dahi esma olarak bulunan HASİYB ismi bize en önemli isareti verir. Sonraki açığa çıkan her şey öncekinin bir sonucu ise Ruh ile açıklananın- ki astrolojide de Ay ile anlatılır- biliçaltı havuzumuz olduğu açığa çıkar. Ölüm sırasında bedenimiz ve egosal bilincimiz çözünür burada kalır. Öte aleme giden şey ise engin bilinçaltı depomuzdur. Ve oradaki tortu ve izler (arzular,korkular.vs.) Hasiyb ismi özelliğince sonucunu yaşatır ki sonucu da cehennemdir, gerek kabir aleminde
(kabiri sadece uyanmamış insanın bilinci olarak ele alırsan eksik bir anlayış olur bu, ayetlerin birden fazla ve her mertebeye göre anlamlarının olduğunu es geçme) cehennem ve sonrasında da tekrar dünya aleminde yaşanan cehennem.
5- Evet cennet, cehennem bahsine geldik yukarıda. Cehennem uyanmamış insanın yaşamıdır, çektiği sıkıntıdır, cennet ise uyanan insanın yaşadığı bilinç durumudur.
Değerli kardeşim bilim adamı gibi olan akılsal yaklaşımın takdire şayan ancak seni perdeliyor tespitime göre. Umarım yazdıklarımı kişisel algılamazsın.
Kıymetli arkadaşım, inandığım Bilgi-Deneyim sistemime zıt/farklı bir şey söylemiyorsun, dolayısıyla mutabıkım yazdıklarınla. Benden -cevap bulma maksatlı- sorduğunu düşünerek ve kısa cevaplar istediğinden bu tarzda bir ifadelendirmem oldu. Hatta inanır mısın :), Rabb’ül Alemini tanımaktan da bahsetsem mi, ama uzatmış ve ayrıntıya boğmuş olurum, bu konunun daha ayrıntılı bir yönü diye düşündüm. Bu yazı dizisinin 3. kısmı tam da bundan bahsediyor. Firavunun Rabbini bilmesi, ama Allah’tan perdelenmesi..
Kişinin Rabbi’ni tanımasıyla cehennem ateşinin bir çoğunu söndürür, hatta sönen yerlerde Cennet bahçeleri yeşermeye bile başlar.
Rabb’ül Alemini bilmek bir sonraki aşama olsa da, Rabbi bilmek ile iç içe geçmiş bir algı durumu.. Yani, birincisi tamamen bitsin de diğeri başlasın şeklinde değil..
2- Hayır, bunu kastetmedim. Kamil doğmuyor kimse.. Ama kamil olma potansiyeliyle doğuyor. El-Celal, % 48 oranında :) olacak şekilde doğuyor mesela, bu ömür boyu azalmaz; ya sıkıştırılır, ya da çevre/toplum şartlanmaları ile bu artar, sivrilir; dengeden uzaklaşılmış olur. Sadece bu kişi için ve sadece bu konuda DENGE-DOYUM noktası tekrar bunu Rabb’ül Alemini tanıma süreci ile % 48 oranına düşürmekle olacaktır. Bebekler, hatta bir hayvan dahi bu en başlangıç noktasında olsalar da bir BİLİNCE sahip olmadıklarından KAMİL olmuyorlar. Ama bebeklikteki duruma yaklaştıran kişi ise BİLİNÇ-ötesinde ŞUUR sahibi olduğundan KAMİLLEŞİYOR.
Beşeri boyuttaki bir dengelenmeyi basit bir örnek olarak verdim.. Dikkat etti isen Hukukun yanında HAK ibaresi de vardı.. Kendi manevi boyutumuzla da alakalı..
3- “Size göre her dengeli insan mutmaine nefsi deneyimlemiş oluyor”.. Hayır, öyle demedim :).
Kendimizle ve toplumumuzla ilişkilerimizdeki konu ayrımı olmadan her türlü konu için bu kişiye has denge yakalandı mı, doygunluk hallerimiz mertebeye/makama/sabitlenmeye dönüşür. Senin güzelce aktardığın nokta, kendimizle diye ifade ettiğim sözcüğün içerisinde giriyor.. Ayrıntı senden geldi.. Eyvallah ;)
Dediğim gibi -cevabına ulaşma maksatlı- sorduğunu düşünerek anlaşılması için zihnine basit yaklaştırmalar yaptım sadece. Aslında genel olarak amacım, insanlara deneyimle-me-dikleri ve belki de hiç bir zaman deneyimlemeyecekleri; ama nedense her ortamda tekrarlayıp durdukları ağdalı tasavvuf terminolojisi ile konuşmak yerine daha çok akıllarına vuracak şekilde bir indirgeme çabası.. Bunun akılcı olarak algılanması/eleştirilmesini de normal karşılıyorum. Yoksa Cebrail ve ötesi de var elbet, ötesi bende kalsın ;)
4- Yahudilerin sorduğu RUH ile kastedilen, kişisel bir “ruh” değil.. Kuran, Vahiy, İlahi Bilgelik anlamında.. Kavram karmaşası oluşmuş, bin yıl içinde.. Yani Kur’anın nefs dediği zamanla ruh a dönüşmüş. Kurandaki RUH kelimesini de bu anlamda sanmışız.
Selam..
Eyvallah kardeşim sürçü lisan ettiysek veya haddi aştıysak affola
Selamlar
-est. candaşım, oralara takılacak değiliz; konuyu açılımladığın için teşekkür ederim- Sonsuzluk Kulesi
Merhabalar Sonsuzluk Kulesi,
Benim de herkes gibi nefis konusunda sıkıntılarım mevcut ve bunları zaman zaman yoga,meditasyon,zikir gibi çalışmalarla aşmaya çalıştım,
tabi bu yangınların sevketmesiyle araştırmalar günlerce aylarca, psikolojik sıkıntıların ( öfke kontrolü, günçlü benlik duygusu, inatçılık, hazımsızlık, kibir, haset vs… ) aşılması için internet üzerinden araştırmalar devam etti ve ediyor..
Bu araştırmalar sonunda çoğu şeyin, belki tüm yaşananların bilinçaltından gelen dürtüler olduğunu ve bunların neticesinde olayların yaşandığını sezmeye başladım. (çocukluktan yarım kalmış duygular, yine yaşanmış olayların bilinçaltına olumsuz bir şekilde yazılması vs… ) gibi örneğin.
Olayın tamamen bilinçaltında koptuğunu zannediyorum. Orası yumuşarsa hayatımın cehennem olmasından kendimi kurtarabilirim sanıyorum.
Bu konuda gene aynı çalışmalara devam ediyorum.
Ve bu araştırma sürecinde rastladığım ve beni çok ümitlendiren bir konu , mutlaka duymuşsunuzdur, Subliminal bilinçaltı mesajları konusu. Tabiki kurumun güvenilir olması ayrı bir durum, ama bu konu hakkındaki fikirlerinizi öğrenmek istiyorum.
Tabiki ben de tedirginim biraz, acaba yanlış bir iş yapmış mı oluruz,
yada bu ruhsal tekamül sürecinde yan etkisi olur mu, birşeylerin hazırdan geliyor gibi olması birşeyleri eksik bırakır mı ? vs..
Bilinçaltında ne yazılıysa onunla hareket ettiğimiz kesin gözüyle bakıyorum,
Mesela, birisi yanlış bir hareket yapmışsa ona kızmak lazım, düşüncesinin bilinçaltına yazılı olması gibi bir örneği ele alalım. Bu bilgi yazılı olduğu sürece hayatta tabiki artık bu şekilde yaşıyoruz. Yanlış bir harekette kızıyoruz muhattabımıza.
Bunun tam tersi düşüncenin bilinç filtresinden geçip direk bilinçaltına yazılması, mesela , birisi yanlış bir hareket yapmışsa ona kızmak yerine onu anlamaya çalışırım düşüncesinin bilinçaltına yazıldığı durumda tabiki bilinçaltı o şekilde hareket edecek ve böyle bir durumla karşılaştığımda karşımıdakini anlamaya çalışacağız ve çözüm odaklı yaklaşacağız meseleye.
Tabi biz böyle yaklaşırsak , yani bu yönde yayın yaparsak karşımıdaki de ona göre davranış değişikliğine gidecek, ve dahası evrende de ona göre olaylar bizle buluşacak, ve böylece bazı yangınlardan kendimizi kurtaracağız.
Tabiki bu telkin konusu her konuya uyarlanabilir.
Bu şekilde bilinçaltımız üzerinde çalışmak doğru olur mu tavsiye edermisiniz.
Düşünce ve önerilerinizi öğrenmek istiyorum.
Merhaba Özkan Bey,
Olumlu içeriklerin subliminal telkininde sıkıntı yok.. Ama sadece bu şekilde olmasının -yani farkındalık düzeyi devreye sokulmadan-, ne kadar etkili olacakları konusunda şüphelerim var.. Bilinçdışı dediğimiz yönümüz anlatıldığı gibi “aptal” değil :), kendine has direnç sistemleri var. Kendi bütünlüğünü -bedene zarar verebilse de- korumaya çalışır, alışkanlığını bozmak istemez.
Ve bu gizli telkinlerin doğamıza uygun bir şekilde duygu katımlı, ve de ritmik olması da önemli.. Bilinçaltı duygu içermeyen bir olumlamaya tepki vermez. Sırf sade bir sesle duygusuzca okunanlar, korteksi/analitik/bilişsel beyni hedefler ve etkisiz kalır.
Bir de sürecin etkili olması için gürültüsü azaltılmış, sakinleştirilmiş, odaklandırılmış bilinç düzeyinde, bilinçlice yapılan olumlamalar, telkinler gerekiyor.. Bu şekilde bilinçaltı-dışı ön bir hazırlığa, adaptasyona sokuluyor, direnci derece derece kırılabiliyor.
Bir çok olumsuz programı hazırdan aldık :), bunları da hazırdan destek, hızlandırıcı maksatlı alabiliriz..
Selamlar Sonsuzluk Kulesi Bey,
Her insanın doğduğundaki mana terkibi farklılık gösterir. Fıtrat değişkendir. De ki: “Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür. Yolca daha doğru gidenin kim olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.” (isra/84). Durum böyle iken, her beşerin fıtratı islama uygundur diyebilir miyiz? Her doğan islam fıtratı üzerine mi doğar? İslamda bize Allah ahlakı ile ahlaklanmamız tavsiye ediliyorken ve Allah ahlakında tam bir denge söz konusu iken fıtratta var olacak dengesizlikler nasıl islama uygun olur?
İnsanlara veya insanlığa bir şeyler vermeye başlayın ve sürdürün…‘Sahip’ olacaksınız, siz verdikçe o büyüyecek…. ( alıntı)
maddi sahiplikten daha çok ; bir erdem- bir değer -bir karakter olarak Allah’ın, Varlıktaki El-Malik (sahip olan) manasının enerjisini rahatlıkla çıkartamak
IŞIK diye tarif edilen, görsellik de de başın Üstünde ki IŞIK olarak resmedilen
Nefsimizde; yeme, içme, sevme, sahiplenme, güvenme, ait olma, para, takdir edilme, övünme, kızma,cinsellik, gölgelerimiz, karanlıklarımız, korkularımız gedikler, tıkanıklıklar ,zıtlıklar, ayrılıklar, kutuplaşmalar, yorucu çoklu vs. konularında mutmain olmuş,olgunlaşmış olduğunda açığa çıkan RUH HALİ mi ve ayetlerde APAÇIK olarak geçen
IŞIK olmak bu demekmiş demek ki öyle mi
Ayetlerde ışık olmak ifadesini ben hatırlayamadım, ama o bahsettiğiniz Kamil Bilinç haline yaklaşırken sıklıkla hissettiğimiz o içsel esintinin adına IŞIK/NÛR diyebiliriz.
Ayetlerde geçen APAÇIK olmayı sormuştum.
İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ
mubin: apaçık açık
15-) Fa`budu ma şi`tüm min duniHİ, kul innel hasiriynelleziyne hasiru enfüsehüm ve ehliyhim yevmel kıyameti, ela zâlike hüvel husranulmübiyn;
(Artık) siz de O’ndan başka dilediğinize kulluk/ibadet edin (bakalım) !… De ki: “Muhakkak ki husrana uğrayanlar şol kimselerdir ki, kıyamet günü nefslerini ve ehillerini (kuvvelerini) husrana uğratmışlardır… Dikkat edin!… İşte o apaçık bir husranın ta kendisidir”.Ölüm anı sonrası bilinç yapının ikinci eşi olan astral beden ile ikinci yaşama baas ile geçisi sonucu kıyametinin yani düşünceleri ile oluşturmuş olduğu kitabını, yaşam muhasebesini gözlerinin önünden geçmesi ile tanık olduğu sürece ap açık diyor.Biyolojik bedenin terk edilme sürecinde de hakikate müşahit,tanık olur her beşer.Buna da Rabbine kavuşmak demiş Kelam.Çünkü herkes her beşer bu aşamada inançlı,inançsız fark etmiyor,tanık oluyor.Yani fetih sahibi oluyor bu konuda Rabbinin vadine kavuşmada Feth olarak dillendirilmiş.Rasul bu fethe ölmeden evvel kavuştuğu için sana ap açık Fethi Mübin verdik diyor.Kur-AN Ap Açıktır ama herkese değil Sevgi Değer Canan Hanım.Ayet ile bildirelim Oku demiştim sana Zümer süresini 17-) Velleziynectenebüt tağute en ya`buduha ve enabu ilellahi lehümül büşra* febeşşir ıbad (iy);
Tağut (gayrı vücud)’tan, ona kulluk yapmaktan ictinab edip/kaçınıp Allah’a (hakikatlerına) yönelenler var ya, onlar için büşra (müjde; vuslat) vardır…Kullarımı müjdele!. Fetih ile müjdele.21-) Elem tera ennAllahe enzele mines Semai maen feselekehu yenabiy’a fiyl Ardı sümme yuhricü Bihi zer`an muhtelifen elvanühu sümme yehiycü feterahu musferren sümme yec`aluhu hutama* inne fiy zâlike le zikra li ülil elbab;
Görmedin mi ki Allah, Sema’dan bir su (ilim) inzal etti de onu Arz’daki kaynaklara koydu… Sonra onunla (B sırrınca) renkleri muhtelif ekinler çıkarıyor… Sonra (o ekinler) kurur da sen onu sararmış görürsün… Sonra onu bir hutam (kuru bitki, çöp) kılar… Muhakkak ki bunda öz-saf akıl sahipleri için elbette bir öğüt/ibret vardır.
22-) Efemen şerahAllahu sadrehu lil İslami fe huve alâ nurin min Rabbih* feveylün lil kasiyeti kulubühüm min zikrillah* ülaike fiy dalalin mübiyn;
Allah kimin sadrını İslam’a şerhetti (açtı, genişletti) ise o Rabbinden bir nur üzere değil midir?!… Allah’ın zikrinden kalbleri kasvetlenen (katılaşanlara; latif hassasiyeti kaybolanlara) veyl olsun!… İşte onlar apaçık bir sapkınlık içindedirler.
23-) Allahu nezzele ahsenel hadiysi Kitaben müteşabihen mesaniy* takşaırru minhü cüludülleziyne yahşevne Rabbehüm* sümme teliynü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah* zâlike hüdAllahi yehdiy Bihi men yeşa`* ve men yudlilillahu fema lehu min Had;
Allah, sözün en güzelini, müteşabih (birbirine benzeyen, dolayısıyla karışık-kapalı, te’vili istenen), mesaniy (ikili; zahir ve batıni, vücub ve imkan alemine ait okunuşu olan) bir kitab’ı (tafsilen) indirdi… Rablerinden haşyet eden kimselerin cildleri O’ndan ürperir… Sonra cildleri ve kalbleri Allah’ın zikrine yumuşar (kabule müsayit hale gelir)… İşte bu Allah’ın hidayetidir… Onunla (B sırrınca) dilediğine hidayet eder… Allah kimi saptırırsa onun için hidayet edici yoktur.
28-) Kur’ânen Arabiyyen ğayre ziy ıvecin leallehüm yettekun;
Hiçbir eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an olarak (indirdik)… Belki korunurlar diye.
29-) DarebAllahu meselen racülen fiyhi şürekâü müteşakisune ve racülen selemen liracül* hel yesteviyani mesela* elHamdu Lillah* bel ekseruhüm la ya`lemun;
Allah bir mesel (ibret verici misal hikaye) darbetti (bir misal verdi): Hakkında müteşakis (zorluk çıkaran, anlaşmazlık içinde olan, kötü huylu) ortakların olduğu bir adam (müşrik) ile, yalnız bir adama teslim/ortaklardan halas bir adam (muvahhid)… Meselce bu ikisi eşit olur mu?… El-Hamdu Lillah!… Hayır onların ekseriyeti bilmezler.BAK BU AYET ÇOK ÖNEMLİ 30-) İnneke meyyitün ve innehüm meyyitun;
Muhakkak ki sen ölüsün (ölü hükmündesin; yoksun), ve muhakkak ki onlar da ölülerdir (yoklardır; Hayy Allah) !. İYİ DÜŞÜN BUNLARI 42-) Allahu yeteveffel enfüse hıyne mevtiha velletiy lem temüt fiy menamiha* feyümsikülletiy kada aleyhelmevte ve yursilül ‘uhra ila ecelin müsemma* inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yetefekkerun;
Allah, ölümleri vaktinde (fiziki ölüm ve hakiki ölüm’de) nefsleri vefat ettirir… (Ölmeden önce) ölmemiş (gaflette ve uykuda) olan (nefsleri) de uykularında (gaflette vefat ettirir/ya da ölmeden önce ölmeyenin vefatı uykusudur)… Hakkında ölüm hükmettiğini imsak eder (tutar?), diğerlerini bir ecel-i müsemma’ya (belli bir vakte, kiyamete) kadar irsal eder (salar)… Muhakkak ki bunda tefekkür eden bir kavim için elbette ayetler vardır.
9-) Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen yahzerul’ ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne ya`lemune velleziyne la ya`lemun* innema yetezekkeru ulül elbab;
(Böylesi mi) yoksa sacid (secde eden, fani) ve kaim (kıyam eden) olarak gecenin vakitlerinde kanit (hakikatına itaat ile ibadet eden, müstekıym), Ahiret’ten hazer eden (ona yaraşmayanlardan sakınan) ve Rabbinin rahmetini uman mı?… De ki: “Hiç BİLENLER ile BİLMEYENLER (sorumlulukta) bir/eşit olur mu (bilen, bilmeyen gibi davranır mı) ?… Ancak öz-akıl sahipleri tezekkür eder”.Çalışarak elde edilmeyecek durum FETH dediğimiz olgudur. Allah’ın ayetlerini okuyabilmeniz için yaşar iken biyolojik bedeni terk etmiş, devamı Vakia Süresi 22 Ve hûrun ‘ıyn;
Ve Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan “insan”ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin tasarrufundaki birden çok bedenle yaşama süreci. A.H.).
23 Keemsâlil lü’lüilmeknun;
Saklı (sedefte büyümüş) incilerin misali gibi (Esmâ hakikatinden oluşmuş ve o özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allâh yaratısı bedenler). MÜBİN AP AÇIK,BEYAN ETMEK.PeKİ ap açıksa sen,ben niye anlayamıyoruz :)) işte bu sözün karşılığı olan anlayan kişilere Ulül Elbab demiş 9-) Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen yahzerul’ ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne ya`lemune velleziyne la ya`lemun* innema yetezekkeru ulül elbab;
(Böylesi mi) yoksa sacid (secde eden, fani) ve kaim (kıyam eden) olarak gecenin vakitlerinde kanit (hakikatına itaat ile ibadet eden, müstekıym), Ahiret’ten hazer eden (ona yaraşmayanlardan sakınan) ve Rabbinin rahmetini uman mı?… De ki: “Hiç bilenler ile bilmeyenler (sorumlulukta) bir/eşit olur mu (bilen, bilmeyen gibi davranır mı) ?… Ancak öz-akıl sahipleri tezekkür eder”.
Kıyamet Süresi
17-) İnne`aleyna cem`ahu ve Kur`âneh;
Muhakkak ki Onu cem’etmek ve Onun Kur’anı (OKUması) bizim üzerimizedir.
18-) Feiza kare`nahu fettebı’ Kur`âneh;
O’nu OKUduğumuzda, Onun Kur’anı’na (OKUmasına) tabi ol!.
19-) Sümme inne `aleyna beyaneh;
Sonra, muhakkak ki O’nun beyanı (mananın kelimeler ile açığa çıkarılması) da bizim üzerimizedir.
20-) Kella bel tuhıbbunel`acilete;
Hayır!… Bilakis siz acile’yi (acele-hemen-peşin olanı, dünyayı) seversiniz;
21-) Ve tezerunel`ahırete;
Ahiret’i bırakırsınız!.
22-) Vucuhun yevmeizin nadıretun;
O gün (bazı) yüzler (vardır ki) ışıl ışıl parlar.
23-) İla Rabbiha nazıreh;
Rablerine nazır (bakıcı) dırlar. Kur-AN-I Rasul bir defada okudu.Sonra Cebrail ile vahiy şeklinde Nuzul ettirilmesi Akıllı varlıkların, varlıklarını devam ettirebilmesiİ İÇİN TAFSİLLENDİRİLDİ.(AYRINTILANDIRILDI) Sünnetullah gereği…Feth 23-) sünnetAllahilletiy kad halet min kabl* ve len tecide lisünnetillâhi tebdiyla;
Bu önceden beri işleyip duran Sünnetullah’dır; Sünnetullah’da değişiklik/Sünnetullah için tebdil (bedel) asla bulamazsın.
Canan Hanım gerçi uzun bir cevap yazmıştım ama gelmesine daha var sanırım kısaca cevaplayayım da senin gözden kaçırdığın noktayı daha iyi anlayacaksın şimdi.Fethi Mübin Rasule gelmeden önce Rasul de senin gibi ne olduğunu bilmiyor yani bu durum ona gizli, açık değil.Ama Allah için kapalı diye bir durum yok bize anlatırken Ap Açık Beyan ettim diyor.Burada bilen kendisi bu beyanı kendisi açısından böyle bizim için veya Rasul için değil.Ne zaman ki Rasul’un perdesini kaldırıyor işte o zaman Rasul’de duruma Biz Zat Tanık oluyor :)) Nasıl Tanık oluyor diyeceksin işte o anlatılmaz yaşanır.Kim kime Tanık. Şahid kim Şahid olunan kim.Hani biz KurAn okuyoruz ya kelimelerle işte Fethi Mübiyn denilen durum sende açığa çıkarsa Allah’ın varlığa Ol Hükmü verdiği An da KurAn’ın her zamana her mekana indiği farklı farklı süre isimleri aldığı Ana Kitabı ile okumuş oluyoruz bu okuyuş Zati okuyuştur.Bir anlık Nazırlık durumu.Allah İSMİ aynasında AN’DA olma durumu.O da İmam Ali’nin El Ani Kamekan (Halen Öyledir) durumuna vakıf olan zamanın İmamına mahsus bir durumdur.Biz anlatırız anlatmak kolay yaşamak Marifet sahibinin işidir.Sorunun cevabı bu başka şekilde açıklanması zor. Mübiynlik ALLAH Rasulü için bizimde payımız var tabi :)) ve dahi imanlı erkek ve kadınları diyor:)) Herkese yani beşere kapasitesi oranında ayetler ap açıktır.Ama iş Rasule varınca ve varislerine kapasite farklılığı olduğu için Beyan durumu değişiyor. Allah dilediğine Hidayet eder ayetinin bir anlamı da Allah dilediğine ayetlerini BEYAN Eder.Açar yayar.Umarım anlatabilmişimdir.
Sevgili Kim Bilir (A DeM)
Okuyanı hayran bırAkan Muazzam MANAYI İFADE paylaşımlarınız için çok çok teşekkkürler..
ben de bir yetenek görüp de, yeteneğimin işlenmesi gerektiğini düşünüyor iseniz ne mutlu bana…
Rica Ederim Canan Hanım ne demek! Sizi Yaradan elbette sizi başı boş bırakmamıştır :)) Sizin için neyi Murad etti ise elbette O sizi bulacaktır.Ve sizi ne için yarattı ise o size Kolaylaştırılmıştır.Ayet ile gidelim:))Kılavuzumuz O Rehberimiz O.
2-) Ma yeftehıllahu linNasi min rahmetin fela mümsike leha* ve ma yümsik fela mursile lehu min ba`diHİ, ve HUvel Aziyzül Hakiym;
Allah, insanlara bir rahmet (sıfat) fethederse, onu tutacak (engelleyecek) yoktur… Tuttuğunu da O’ndan sonra irsal edecek (salacak) yoktur… O, Aziyz’dir, Hakiym’dir.
22-) Ve ma yesteviyl ahyau ve lel emvat* innAllahe yüsmiu men yeşa`* ve ma ente Bi müsmiın men fiyl kubur;
Diriler ile ölüler de bir olmaz… Muhakkak ki Allah dilediğine işittirir… Sen kabirlerin içindeki kimselere (Bi-) işittirici değilsin.
32-) Sümme evresnel Kitabelleziynastafeyna min ıbadiNA* feminhüm zalimün linefsih* ve minhüm muktesıd*ve minhüm sabikun Bil hayrati Bi iznillah* zâlike huvel fadlül kebiyr;
Sonra kullarımızdan ıstıfa ettik (süzüp seçtik) lerimizi Kitab’a varis kıldık… Onlardan kimi nefsine zulmedicidir… Onlardan kimi muktesıd (mu’tedil, orta yolu tutan) dır… Onlardan kimi de Bi-iznillah (Allah’ın izni olarak) hayrat’lar (faziletler, hayırlar, tecelliler) ile (B sırrınca) öne geçendir… İşte bu fazl-u kebiyr (büyük lutuf, üstünlük)’dir!.
Vakıa Süresi
71-) eferaeytümün narelletiy turun;
Çakmakta olduğunuz (Musa’nın da gördüğü) o ateş’i gördünüz mü (bir düşünün) ?.
72-) eentüm enşe’tüm şecerateha em nahnülmünşiun;
Onun ağacını (?) siz mi inşa ettiniz yoksa inşa ediciler biz miyiz?.
73-) nahnu cealnaha tezkireten ve metâan lilmukviyn;
Onu mukviyn (çöl arazisinde/dünyada konaklayıp göçenler) için bir tezkire (öğüt-ibret-hatırlatma) ve bir meta (faydalanma) kılan biziz.
Musa’nın çaktığı ateşi gördünüz mü diye soruyor.Fikir ateşini hakikate yaklaşmak için çakıp, çakıp durduğun sorular :)) Burda Musa diye isimlenen kadın, erkek diye anladığımız olay değil Şuuru diri olan, Hakikat Taliplisi kişinin yüklendiği Hamili olduğu taşıdığı SU. Allah’ın Arşı suyun üstündedir.
Efendim bizim gördüğümüz bir yetenek değil :))Hakikat Taliplisi Kul Musa’nın ateş yakıp ısınmak için sürekli çakıp, çakıp durduğu kıvılcımlarım tutuşmasını sağlamak.
Yasiyn 80-) elleziy ceale leküm mineş şeceril`ahdari naren feiza entüm minhü tukıdûn;
O ki, sizin için yeşil ağaç’tan bir ateş (oksijen) oluşturdu… İşte bak ondan yakıyorsunuz!. Dip Not:Bu âyette, Arapların “marh” ve “afar” adını verdikleri iki cins ağacı YAŞ HALDE iken birbirine sürterek ateş yakmalarına işaret edilmektedir.
Enam Süresi 59-) Ve ındeHU mefatihul ğaybi la ya`lemuha illâ HU* ve ya`lemü ma fiyl berri vel bahr* ve ma teskutu min verakatin illâ ya`lemüha ve la habbetin fiy zulümatil Ardı ve la ratbin ve la yabisin illâ fiy Kitabin mübiyn;
Gayb’ın anahtarları O’nun indindedir (o halde gayb’a değil, O’na yönelin)… (Hiç kimse) bilmez onları, ancak O (bilir)… O bilir, Kara’da ve Deniz’de ne var ise… O’nun bilmesi dışında bir yaprak düşmez… Ne Arz’ın karanlıklarında bir habbe (tane), ne de yaş ve kuru (bir şey) yoktur ki Kitab-ı Mubiyn’de (“İNSAN”’da) bulunmasın. Yani Kitabı Mübiyn İnsanın kendisi EN büyük ayet olan İnsAN Özün de sana, bana yönelirsen Beyan edeceğim diyor sana, Seni :)) Kıyamet süresi 17-) İnne`aleyna cem`ahu ve Kur`âneh;
Muhakkak ki Onu cem’etmek ve Onun Kur’anı (OKUması) bizim üzerimizedir.
18-) Feiza kare`nahu fettebı’ Kur`âneh;
O’nu OKUduğumuzda, Onun Kur’anı’na (OKUmasına) tabi ol!.
19-) Sümme inne `aleyna beyaneh;
Sonra, muhakkak ki O’nun beyanı (mananın kelimeler ile açığa çıkarılması) da bizim üzerimizedir. Bak çakıp çakıp durduğun fikir kıvılcımları sana neler neler açıyor.Sana çoktan icabet etmiş! Durma devam et:)) Musa ne diyordu Kehf 60’da Ve iz kale Musa li fetahu la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahreyni ev emdıye hukuba;
Hani bir vakit Musa, Feta’sına (Feta: genç, er kişi ,hatun kişi fütüvvet sahibi; ….’e rağmen amacında ve sülukunda sabit olan) demişti ki: “Durmayacağım/ devam edeceğim ta iki denizin cem olduğu yere varıncaya kadar, yahud uzun zaman/senelerce gideceğim”. Unutma Rahman sende Hazır ve Nazır, Dışarda Arama,Aradığın Sendedir.Sen tarlanı,toprağını sür ve ek , günü gelince,Sulayacak Musa’da Yeşertecek Hızır da seni bulur :))
Şu ney sesinden dinlerken (kendisini dinleyenlere mecazen seslenerek) seni yücelere, yükseklere çeken her sesi yücelerden gelen her ses olarak bil. ( Hz. Mevlânâ )
Herkesi kü dur mand ez als-ı hiyş
Baz cûyed rüzgâr-ı vasl-ı hiyş
(Her kim aslından ayrı, uzak olursa;
O kavuşma zamanını bekler durur.
Işık terimini anladığım kadarı ile aydınlanmış, saflaşmış, arınmış, durulmuş bilinç ile özdeşleştirmiş Canan Hanım. Safi olmuş Şuur yapı olan Kamil kişide 8’nci basamak en tepe Taç Çakra Beyaz Renk olarak tasvir edilir. İsmi A DeM’İ Safiyullah’tır. İnsan’ı Kamil olan bin yılda bir gelen yani o makama çıkan AbdAllah kulunun makamıdır. Bu arada Işık olarak geçen Nur ismidir. Nur ismide 7 sıfatı içine almış bir biçimde ermişler arasında anlamlandırılır. Canan Hanım Nur’u Işıklandırdı. Nur isminde kavramak, anlamak, hissetmek, özümsemek, yani hücrelerine kadar işlemek vardır. Bilmek vardır, bilmemek yoktur. İki ağaç varya hani Kelamda Tuba ile Zakkum onun meyveleri işte. Beyindeki, Rahman Arşa Istıva etti dediğimiz Esmaül Hüsna isimlerinin potansiyelde bulunup açığa çıkmadığı potansiyelde kaldığı durum. Allah’tan bir Nur üzere olanlar işte o potansiyelde bulunan isimleri Hakkı ile bildikleri için isimlerin açığa çıkışı ile oyalanmazlar. Senin Mutmain diye söylediğin şuur seviyesinde olan beşerin, isimlerin özelliklerinin açığa çıkışını veya her ismin özelliğinin şuura, kalbe ne olduğu bilgisinin direk inzali. İdrak etmek, algılamak, görmek. Mülk 23-) Kul huvelleziy enşeeküm ve ce`ale lekümüssem`a vel`ebsare vel`ef`idete, kaliylen ma teşkûrun;
De ki: “Sizi inşa eden (mülk aleminde meydana getiren) ve sizin (kendinizi-hakikatınızı tanımanız, bilmeniz) için sem’ (işitme azası-işlevi; hakikatınızı algılama kuvvesi), ebsar (gözler; görme-idrak kuvvesi) ve fuadlar (kalbler) oluşturan O’dur… Ne kadar az şükrediyorsunuz! İşte bu kavrayışa bu bilişe ŞÜKÜR denmiş. Sen Ruh Hali de. 😊 Meyve tadılmış. Limonu düşün daha yemeden ismini duyar duymaz tüm hücreler titreşiyor. 😊 Bundan sonra gelecek olan marifetde bunların açığa çıkışını dengelemek, terazinin sağ kefesine ve sol kefesine eşit ağırlık koymak, isimleri isimler ile dengelemek. Celal ismi ağır basınca hemen Haliym ismine, merhamet elden gidince Rauf ismine, sivrilikleri törpülemek için her açığa çıkan düşüncenin veya ismin eyleme dönüşmeden bedene yansımadan önceki ışıktan hızlı demde kalan boyutumuzda elekten geçirip, ışık hızı altına indirmek. İsimlerin manasını bilmek, hangi ismin hangi ismi tetikleyeceğini. Hu’nun Zuhurunda olduğunu bilmek. El An Kamekan denilen duruma vakıf olmak.😊Kısaca Bilge olmak. Ayetlerde geçen durum bu. Derin anlamlar bunlar. Allah kulundan Zatının, sıfatının, esmasının hakkının verilmesini istiyor. Kısaca Elif,lam, Miym ol diyor bize Aliym ol diyor.Beni Hakkı ile takdir edemediler diyor. Bize de seni ancak Hakkı ile sen Takdir edersin demek düşüyor. 😊 Zariyat suresini OKU. SÖYLENİLENLER ORDA.
Zariyat değil Zümer Süresini OKU 😊 67-) Ve ma kaderullahe hakka kadriHİ, vel Ardu cemiy’an kabdatühu yevmel kıyameti vesSemavatü matviyyatün Bi yemiyniHİ, subhaneHU ve teala amma yüşrikûn;
O’nun kadrinin hakkınca Allah’ın hakkını vermediler (Allah’ı hakkıyla tanımadılar)… Kıyamet günü Arz bütünüyle O’nun (kudret) kabzasındadır, Semavat (Semalar) ta O’nun (Bi-) sağ eliyle dürülmüşlerdir… O, onların şirk koştuklarından Subhan’dır (münezzeh’tir), A’li (yüce)’dır.
32-) Vadrib lehüm meselen racüleyni cealna liehadihima cenneteyni min a’nabin ve hafefnahüma Bi nahlin ve cealna beynehüma zer`a;
(Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı örnek ver: Onlardan BİRİNE üzümlerden iki cennet/bahçe/bağ verdik (akli ve nefsi kuvveler), bu bağların etrafını (Bi-) hurma ağaçlarıyla (duyu organları ile) halkaladık, aralarında da ekinler oluşturduk. Onlardan birine iki bağ,bahçe,cennet verdim diyor,diğerine bir şey vermedim,Demiyor! AllaH.İyi Düşün. Ney (İnsAN kAMİL) sesinden dinlerken (kendisini dinleyenlere:)) mecazen seslenerek) seni yücelere, yükseklere çeken her sesi yücelerden gelen her ses olarak bil. ( Hz. Mevlânâ ) Bizimi dinliyor Mevlana (DOST) Bizde diyoruz ki onun sözü ile Kuru deriden Dostun Sesi geliyor:)) Arife bir işaret yeter :)) Refik’İ ALA :))Yüce Dostlar, Katından Seslenmiş Gönül Sahibine DUYDUN MU? O mu? seni AN’dı Sen mi :))
O’nun etkiye tepki/yanıt veren, capcanlı bir organizma olduğunu iyice anlamak gerekiyor. (Sonsuzluk Kulesi )
Bi de bir şey sormak istiyorum,
Yaş hurma meyvasının dokusu , gerçekten ŞUUR YAPISI nın dokusu gibi bir his uyandırıyor , şuurun görseli nasıl olur du ? dense gerçekten de bence en iyi örnek yaş hurmanın görünüşü, dokunulduğunda verdiği his derdim…
Aşkın ben, BEN in hissedildiği şuuru yapı gerçekten de hurma gibi mi ? HURMA denilirken bu şuur halimi işaret ediliyor ?
O’nun etkiye tepki/yanıt veren, capcanlı bir organizma olduğunu iyice anlamak gerekiyor. (Sonsuzluk Kulesi ).Detaylandırmak gerekiyor,Kelime Kökeni;Fransızca organisme “çeşitli işlevlere sahip parçalardan oluşan bütün” sözcüğünden alıntıdır.Organizma sözcüğü genellikle biyolojide canlı veya cansız birimleri birbirinden ayırt etmek için kullanılıyor.Bu ayırım beşer olan insanın beş duyusu ile algıladığı varlık sahasına göre tanımı.Kur’AN da ise Ölüleri ve dirileri birbirinden ayırd etmek için kullanılıyor:))Canlı (Diri) kelimesi. Bildiğimiz anlamda cansız terimini bile Kur’an ‘da bulamazsınız böyle bir ifade Kur’an için hükümsüzdür.Çünkü cansız ölü olan hiçbir yaratılmış yoktur.Canlı ve cansız ayırımı bizim ilk ve orta okul yıllarında bilinçlerimize veya beynimize ve zihnimize yerleştirdiğimiz, doğru ama yanlış olan bir bilgidir.Bize göre doğru ama Mutlak Yaratana göre yanlış.Hatta yaradan dememin sebebi bilinçlerin sürekli onun ile alış verişte olmasından dolayı:)) Anlatma babında yoksa beşer üstü bir varlık ile bir araya gelseniz bakış açınız nasıl şekillenirdi.Bunu ilerleyen yıllarda algı sahamıza girdikleri zaman anlayacağız:))Kendi değer yargılarımızdan ve anlayışımızın sınırlı alanından çıkarsak varlığı ve kendimizi tanıma şansımız artar.Şimdi neden böyle girdik böyle bir cümle kullandık sebep dediğimiz olgu bakın neleri önümüze koyuyor hani dedik ya ilk okul ile orta okul çağında beynimize canlı ve cansız ayrımını yerleştirdik.Etki,tepki canlı var cansız var bu tanım varlık sahamıza,beş duyumuza göre lokalize (kısıtlı,yerel) bir algı bu bilgi beyine girdiği ilk anda beyinde değişmez sabit bir bilgi olarak kalıyor ve bundan sonra gelecek olan bilgiler bu sabit direkler üzerine kurulmağa başlanıyor.Yani beynin kıyas (akıl) dediğimiz ölçme,tartma,değer verme,yeniden biçimlendirme,değerlendirme dediğimiz olgu yanlış veri üzerine yazma ve güncelleme yapıyor ama yapamıyor:)) Yaptığını zan ediyor,bu böyledir diyor. İşte beynimize ilgili bellek bölümüne veri tabanımıza da diyebiliriz beynin depolama birimi de diyebiliriz :)) Yanlış verinin oluşturmuş olduğu taban Bizim o ap açık dediğimiz Kur’AN’ı anlaşılamaz bir duruma getiriyor.Konu ile ilgili açıklamayı yapayım cansız nesne diye bir olgunun olmamasını İLGİLİ AYET 44-) Tüsebbihu leHUs Semavatüs seb`u vel Ardu ve men fiyhinn* ve in min şey`in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin la tefkahune tesbiyhahüm* inneHU kâne Haliymen Ğafura;
Ahmed Hulusi
Yedi semâ (yedi bilinç mertebesindeki tüm yaratılmışlar), arz (bedenler) ve onların içindekiler O`nu tespih eder (Esmâ`sının özelliklerini açığa çıkaran işlevleriyle her an hâlden hâle dönüp dururlar)! Hiçbir şey yok ki, O`nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! Muhakkak ki O, Haliym`dir, Ğafûr`dur.Diyanet Mealinden alıntı yapayım dedim ama İçindekiler kelimesinin yerine herkes kelimesini koymuş dolayısı ile manayı örtmüş, çünkü o bir kelime ayetin bütününü temsil ediyor.Siz herkes derseniz Ayşe teyze,Mehmet amca,Elif kız onu okuduğu zaman kendi veritabanı ile yanlış hüküm verir beyin veritabanı. Herkes Adıl(zamir)1.kim var kim yoksa bütün insanlar.”O gün herkes oradaydı”
2.bir yerde bulunanların hepsi. “Herkes ayağa kalksın” En doğru kelimeleri kim kullanmışsa elimden geldiğince o meali tercih ediyorum.İşte ayetteki Hiçbir şey yok ki, O`nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! ayetinin açılımı Her şey, bir “bilgi dalgacığı”…
“Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O’nu anar,
ama siz bunu kavrayamazsınız!” hükmü apaçık dalga bilgi
bütünlüğünün uyarısıdır! Çünkü, her şey “can”lıdır,“ölü” yoktur! “Ölü”, “canlılığını yaşamayan” demektir.“Can”, “bilgi”dir! “Can” mutlaktır; “ölü” ise göresel
(muzaf)!“Bilinç” ise, “bilgi”den başka bir şey değil! Bir düşünün bakalım… Bilinciniz ile bilginizi ayırabilirmisiniz?“Ben” dediğiniz şey, gerçekte “bilgi”den başka bir şey değildir.Yani İsmi Allah Olan Mutlak Ben kendindeki İlim sıfatı ile Aliym sıfatı ile Kendinde bulunan Esma’ül Hüsna’ya OL hükmü verdiği zaman ayet ile gidelim 82-) innema emruhû iza erade şey’en en yekule lehu kün feyekûn;
Bir şeyi irade ettiğinde O’nun emri ancak ona “Kün= Ol!” demesidir (zaman söz konusu değildir)… (Artık o) olur (tekevvün eder; hikmetle kevne gelir). O varlığın OL sözünün veya emrini yerine getirebilmesi için CANLI,ŞUURLU olması gerekiyor.Emri yerine getirebilmesi için :))Aslında bu ayetler bizim için büyük ayetler.Neden der iseniz KurAN’daki diğer ayetleri anlayabilmemiz için en büyük kanıt,delil,işarettir, tefekkür,tezekkür ve akıl edebilenler için Kur’AN’nın dillendirmesi ile. O’nun etkiye tepki/yanıt veren, capcanlı bir organizma olduğunu iyice anlamak gerekiyor. (Sonsuzluk Kulesi ) Anlamak için Etki OL Tepki ÖL.Kendinden istenileni yerine getirmek.
EL CEBBÂR… Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbâr’ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların varoluş sistem ve özlerinden gelen bir şekilde açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
EL MELİK… Mülkü hükmünde olan Esmâ mertebesinde dilediğince şe’n alarak fiiller âlemi sûretlerinde tedbir edendir! “Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan’dır… O’na rücu ettirileceksiniz” (36.Yâsiyn: 83). Tek Melik’tir! Ortağı olmaz. Bunun farkındalığını yaşattığının kesin ve mutlak teslimiyet dışında bir hâli olmaz! İtiraz ve isyan hiç kalmaz! “Arşı istiva” diye anlatılan olayda önde gelen özelliktir diğer birkaç özellikle birlikte… “Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melik, Kuddûs, Aziyz ve Hakiym olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh’ı (işlevleriyle) tespih etmedeler!” (62.Cumu’a: 1).
EL AZİYZ… Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Aziyz özelliğiyle hükmünü icra eder!
EL KUDDÛS… Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ’sıyla yoktan “var” kılarken; onlarda açığa çıkan özelliklerle tanımlanıp sınırlanmaktan dahi berîdir. Sonsuz ve sınırsız olmaktan dahi beridir.
EL BÂRİ… Mikrodan makroya doğru her yarattığını kendine özgü program ve özellikle yaratırken, bütünsellikle de uyumlu olarak onu işlevlendiren. Bedendeki tüm organların birbiriyle ahenkli düzeni misali!
EL MUSAVVİR… Mânâları sûretler hâlinde açığa çıkarıp, algılayanda o sûretlerin algılanma mekanizmasını oluşturan.
EL HAKİYM… İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.
Bu isimleri yazmamın sebebi Ol Hükmünü ardından Etki tepki mekanizması Bir de Şuurun Görseli nasıl olurdu:))
Kur’AN bizim için Mushaf değildir.Yazılı bir kitap olması ilahi bilginin beşere aktarılması yönündendir. Sonsuzluk Kulesiın yazı dizisinde anlattığı şu son cümlesi ile bitirelim ŞİMDİLİK
Unutulmamalı ki, müteşabih ayetler, kimseler anlamasın diye değil; insanlar Kur’an ile hemhâl olup O’nun, kendilerinin, yaşamın ve Kainat’ın üzerinde tefekkür, akletme, tezekkür gayretiyle dinamik ve sağlam bir veritabanı oluşturup, yaşamlarını sonsuzluğa uzanan bir yolculuğa dönüştürsünler diye, bu üslupla açığa çıkmıştır.Bu arada unutmadan Kuantum Fiziğindeki Elektronların gözlemciye göre hareket etme unsurunu gözden kaçırmayalım.Ve dahi unutmayalım Evren %75 Karanlık (Algılanamadığı,algılanan) Kudret (enerji,güç,kuvvet) %21 Karanlık Madde % 4 Madde (algılanan ve hala algılayamadığımız kendi sahamızda bulduğumuz,bildiğimiz isim verdiğimiz BİLGİ) Şuur’un ne olduğu konusunda Sonsuzluk Kulesi Beyin yazı dizisi vardı:)) Şunu da unutma ayetler inzal olur iken o devrin insanının da idraki için teşbihli anlatım benzetmeli anlatım söz konusu.Şuuru anlamak istiyorsun ya hani kaldır bakalım bir aradan mekanı,mekansızlığı,zamanı,zamansızlığı o zaman kalıyor mu? zihninde tasavvur etme olgusu yani görseli.Yukarıda verdiğim isimler çok önemli İYİ DÜŞÜN.Çok fazla detaylandırabilirim daha da ama düşünen bir insan için bu kadarı yeter.Bu arada senin yaş Hurma TRABZON hurması mı? :)) Eminim O Dur.Peki Arap yarım adasında hiç Yaş hurma görmeyen bir Arap! Şuurun görselini neye göre temellendirecek.:)) Aşkın Ben der iken bilgi temelli bir aşkın ben’e işaret ediyoruz sadece, aman HA Tabelaları asıl işaret edilen şeyin kendisi olarak kabul etme durumundan sakın. Bilgi ile denizin varlığını duyarsın ama o duyduğun deniz değildir.Vel hasıl görsen dahi o gördüğün de deniz değildir içine girip yüzmediğin şeyin sadece DEDİ KODU’Su dur.Kal Sağlıcakla.
İşte bazı konuları anlatmaya kalktığımızda yanlış anlaşılmasının nedeni bizim anlattıklarımızın kişinin veri tabanındaki bilgiler ile örtüşmesi için kişinin o anlattığımız konular hakkındaki bilginin girdilerinin kendisinde doğru bir şekilde kayıtlı olması gerekiyor.Biz Ruh der iken o kişinin ölüm ötesine ait Ruh’undan bahsetmeyiz çünkü Ruh diye anlattığımız kavramın anlaşılması için çerçevesinin belirlenmesi gerekiyor.:)) Allah Ruh’umdan nefh ettim der iken ne anlıyoruz,bana anlat desem donar kalırsın.Çünkü Allah denilen Varlığın Ne Olup Olmadığı bilinmediği sürece anlattığımız konuların hepsi HAVA’da kalır.Şuur’un tam olarak HURMA diye bildirilen meyve ile anlatamayız bu yapılan benzetme sadece kişiyi o anlatılan olguya yaklaştırmak için kullanılan bir araçtır.Eğer biz sınırlama getirirsek bence şöyledir,böyledir der isek orada beynimize sınır çiz demiş oluruz.Ve beynin o konu hakkındaki hükmü verdiğimiz sınırlama üzerinden Mühür yer eskilerin anlatımı veya Kur’aN’nın deyişi ile Kalpler Mühürlenir.Çerçeve çizilmiş olur.Yeni gelen bilgileri artık değerlendirmemiz (hamd) etmemiz, anlamamız mümkün olmaz:)) Hurma benzetmesini anlamanız için insanların en sevdiği maddi ve manevi soyut olguların ne olduğunu bilirseniz anlamanız daha da basitleşir.Ki Kelam da açılımı var bunların örnek dikenli ve dikensiz ağaç, tatlı su,acı su,tatlı meyve,ekşi meyve bunlar nerde yaşanıyor insan dediğimiz beşerin soyut algılama araçları olan Ruh’unda dediğim AN hangi Ruh’dan bahsediyorum :)) Zihin’de diyebilirim, beyinde diyebilirim,şuurunda hissediyor anlıyor da derim kalbinde duydu anladı da derim.İşte Ruh diye bahsedilen kavram geniş bir sahada kullanılan bir terim oldu.Kavramsal çerçeve geniş,kullanım alanı geniş.Peki dedik ya Allah Ruhum’dan Nefh ettim der iken ne anlayacağız. Allah’ın ne olup, olmadığını bilmiyorsak yapacağımız benzetmelerin hepsi açıklamaların tümü bizi yanlış yola sürükler sonra hayalimizde ki İlah, Allah olur. Bi-) hurma ağaçlarıyla (duyu organları ile) halkaladık Parantez içerisinde olan bölümdeki anlatılan olgunun bir yönü sadece.Allah ismi ile işaret edilen varlığa bizi götürecek olan araçlar,binekler de diyebiliriz.Hurma ile işaret edilen bir anlamda Mutlak Zatın Tekliğini betimlemesi ki Kelam da bizim anlamamız istenilen asıl bilgi.O bilginin Kalbe inzal (işlemesi) olması için yapılan teşbihi,benzetmeli anlatım ile yaklaştırıcı unsurlar. Eğer ki ben size evet öyledir desem Vah ki ne Vah. Ben size kalb,ruh,akıl,şuur,bilinç,fikir,zeka sezgi,işitme,görme, ile ilgili sözcüklerin işaret ettiği kavramsal çerçeveyi çok iyi tanımlamanızı öneririm veritabanınıza.http://www.allahvesistemi.org/ Sonsuzluk Kulesiin ilgili yazı dizilerine de göz atmanızı öneririm.Ruh ,zihin ayrımı-bilinç,şuur ayrımı -Uzay-Zaman ve Zihin Bilmecesi-Holografik Yansıma konuya yaklaşım elde etmenizi sağlayacak değerli bilgiler ilgili yazı dizilerinde mevcut.Bu arada Dinginliğin gücü-Dinginliğin Gücü- Eckhart Tolle okumanızı öneririm.http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/huzur/index.htm http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/husu/index.htm Göz atmanızı dilerim.Kalın Sağlıklı Bilgiler ile.:))
Bütüncül ve organik
Kur’an sembolizmin; imgelemi uyandırma, canlandırma yönündeki olağanüstü gücü
Sembollerin ”Arketipik imgeler” ya da “kolektif bilinç dışı’nın görünümleri”
oldugunu
v.b düşünceler, düşüncelerim için okuyor okuyorum,
ancak düşüncelerime hareket eklemenin , benim gerçek bir sonuç almama yardımcı olacagını da düşünüyorum, düşüncelerime KUDRET eklemem de bu site, sizin yorumlarınız, Her şey akış içinde gelişiyor….