Riyazet: Dengeli Yaşam – 5

riyazet-denge(Önceki bölümler Riyazet: Dengeli Yaşam -1, 2, 3, 4)

– Her daim Farkındalıklı yaşamak mümkün mü?

Eylemlerimizin her daim, çok fazla enerji gerektiren bilinç düzeyiyle, farkındalıkla gerçekleştirilmesi mümkün değil elbette. Çünkü beyinlerimiz yaşam mücadelesi içerisinde, sabit koşullar ve tehlikeli durumlar karşısında enerji tasarrufu olsun diye, daha hızlı/otomatize tepkiler verebilecek şekilde evrimleşmiş. Yani bilincin devre dışı olduğu (dikkate dayalı farkındalığın olmadığı) durumlar, özellikle hayati durumlar için büyük bir avantaj!

O kadar ki, şu an etrafımızda gördüklerimizin % 95’ini dahi beyin, bilinçdışı süreçleri/hafıza parçalarını kullanarak depodan tamamlıyor! Gerektiği yeni durumlar için dikkati devreye sokuyor sadece. Sihirbazlar tarafından kandırılmamız, optik illüzyonlar veya diğer göz yanılgıları da benzer mekanizma nedeniyle.. (Konuyla alakalı Kitap önerisi: Incognito – Beynin Gizli Hayatı)

Bize lazım olan ise her daim Şuurlu yaşamaya çalışmak! (Ayrıca Bknz. Bilinç – Şuur ayrımı yazısı). Her daim Farkındalıklı yaşamak mümkün olmasa da, farkındalıklı anların beslediği Şuurlu yaşam mümkün!

Farkındalık kavramında, içsel/dışsal ortamımıza bilinçlice getirilen bir dikkat kesilme söz konusu; ve bedensel/beyinsel mekanizma gereği bunu her zaman devam ettirmek mümkün değil! Beyin, beyin devrelerine kazınmış, kendisi için kolaylaş(tırıl)mış eylemleri tercih eder çoğunlukla. Alışkanlıkları terk edebilmek bunun için nisbeten zordur.

En küçük, kesintili dikkat düzeyindeki Farkındalık parçasından, bazı tekniklerle Şimdi’de yoğunlaştırılmış Yüksek Farkındalığa, oradan Rasullerde dahi ara ara yaşanan Evrensel Farkındalık derecesine kadar farklı düzeyleri var Farkındalığın..

Şuur kavramında ise, bireysel gelişim/manevi ilerleme yolunda ilmin, irfanın, eylemin, ortama getirilen Farkındalık anlarının bilinçaltı düzeye taşınıp otomatikleşmesi, içselleşmesi, melek(e)leşmesi ve nihayetinde bunun biz farkında olmadan dahi ! gündelik farkındalığımızı, davranışlarımızı, tepkilerimizi yönlendirmesi var. Artık, olaylar karşısındaki ortamı geliştirici bakış açımız, teçhizatımızdır Şuur! Farkındalık artık fondur, zihnin fonundadır!

Berzahı aşmak, Yeniden dirilmek!

Beyin, tasarruf ettiği enerjileri farklı/yeni durumlara/konulara farkındalık/dikkat getirmek için kullanır! Yani, beyinde yeni devreler/yollar açmak, yeni beyin yazılımları kurmak için.. Yeni kurulan ağ sonrasındaki süreçte peyderpey olarak azaltılan enerji/farkındalık ile geliştirici olsun veya olmasın, otomatikleşen eylemle, ilgili sinir ağlarının sınırları limitine kadar derinleşir, genişler geri besleme sistemi ile. İlgili eylem beden/beyin için kolaylaşır artık, enerjiden kazanım sağlanır. Böylece düşünce > davranış > alışkanlık > değer > karakter > kader zinciri kurulur. Yani daha fazla sinir hücresine kayıt yapılır, daha fazla nöron ilgili mana doğrultusunda kodlanır. İzler patikaya, nihayetinde de devamlı kullanılan yola dönüşür.

Bizler öncelikli olarak, beynin bu mekanizmasını kendimizde tespit ettiğimiz Risaletten uzak, Şuur geliştirmediğimiz, kalitesiz zihin tohumlarımız, duygu durumlarımız için kullanabiliriz.

zincirleri-kirFarkındalık anlarımızın beslediği Şuurumuz ile, hayat yolculuğumuzda kendi ellerimizle oluşturduğumuz Berzah = Engel için (Bknz. Berzah Alemin yazısı) Düşünce > … > Kader zincirini sekteye uğratıp tersine döndürebiliriz. Toplumsal/ailevi şartlanmalar sonucu oluşmuş olan kalitesiz kader >>> düşünce düzeyine zayıflarken, diğer yandan ilgili olay ve olgulara sık sık getirilen farkındalık da Alışkanlık > … > Kader aşamasına kadar güçlenmiş olacaktır > Berzah aşılır (Farkındalık parçalarının > Şuur boyutunu güçlendirmesi).

Yani sık sık, ekstra enerji vererek devreye soktuğumuz dikkat, farkındalık; hayat kalitesini/enerjisini yükselten; ama bu sefer ekstra enerji/gayret gerektirmeyen, otomatik bir programa dönüşür > Melek inmiş olur, (genelin alın yazısı anlamında kullandığı) kaderimiz Şuurla yeniden çizilir.

(Farkındalık ve Şuur yaşımızın nasıl artırılabileceği ile ilgili öneriler 3. bölümdeki maddelerde).

Şuur yaşımız arttıkça, egomuzun aşırılaştırarak ifade ettiği her duygu (şımarma, endişe, kaygı, stres, öfke, kin, vs) zayıflayarak bir adım daha fıtrata, dengeye, duyguların/manaların tam hakkını vermeye yani Hakk’a, hakikatimize yaklaşırız.

Yaşamın hakkını vermek..

Öncelikle ele alınması gereken yönlerimiz bir yana, yaşam kalitemiz üzerinde etkisi pek olmayan rutin durumları dahi yaşam kalitemiz üzerine etkisi olacak şekilde kullanmak mümkün! Farkındalığın “Şimdi”ye yoğunlaştırıldığı egzersizleri -akla geldikçe- uygulayarak Şuurlu bakış açımıza katkı da bulunabiliriz (3. bölüm 8. madde).

Örneğin, saçımızı tararken, sadece saça odaklanmak, merdiven çıkarken çıkışımızı seyretmek, müzik dinlerken tınısının içine dalmak, çayımızdan yudumlarken, yemek yerken olabildiğince sadece bu deneyimi hissetmek; hatta arada sırf kendinizi, bedeninizi, nefesinizi seyretmek.. Araya ilgisiz konuları, planları, düşünceleri olabildiğince sokmadan..  Böylece vücudun doğal tepkisini, iç dünyamızı seyretmek ve onu o duyguyla/deneyimle doyurmak mümkün.

Böylece, minik minik de olsa Şimdinin derinliklerine odaklanma gücümüzü, algı keskinliğimizi, kalabalıklar (!) içindeki inzivalarımızı, iz bırakmayan doyumlu anlarımızı, açıkçası ruhsal gücümüzü artırmış oluyoruz (duyguların potansiyel gücü ruhsala dönüşüyor). Şuur yönümüze güzel bir bakış açısı/alışkanlık = enerji pahası düşürülmüş, kolaylaştırılmış eylem kazandırıyor ve diğer yandan da Yaşamın bir çok anının hakkını vermiş oluyoruz aslında!

Onlarla bütünleşerek! Deneyimin bizatihi kendisi olarak! Çünkü bütünleşmenin olduğu yerde egonun sesi kısılır, veya kaybolur..

Yaşadığımız anlar, bütünleşme nedeniyle eksik – gedikli, aç kalmıyor, ve onlara enerjilerince borçlanmıyoruz böylece. İşte bu enerji borcunun birikmesi fıtratın = dengenin ötesinde davranışlara dönüşüyor sonra! Ve borçlandıkça daha çok borç batağına düşüyoruz.

Tam hakkıyla yaşanan deneyimler, duygular nefsi doyurur, zihin kabımızda tortu bırakmaz, egonun sürücü koltuğuna geçmesine izin vermez!

Hareketli bir spor sonrası insan zihinsel olarak neden rahatlar mesela ? Toksinlerin atımı bir yana, bu rahatlamanın bir nedeni de eylem esnasında ana odaklı dikkatin yükselmesi, duyguların zihni kaplaması ve egoya yer kalmamasıdır! Çünkü, gündelik bilinç, düşünceler bedenin hızına yetişemez ve insan kendini = egosunu ~ dağınık düşüncelerini kaybeder! Egonun bunaltıcı yükünden kurtuluyoruz belirli bir süre! Sporda, ego devre dışı kaldığından eylemin tam hakkı verilir. Gündelik bilincin, düşüncelerin devreye girdiği spor faaliyetlerinde alınan zevk de, olası başarı da düşecektir!

Bu alıştırmaları enerjisi yoğun diğer duygular (kızgınlık, üzüntü, şehvet, vs. ) için de yapabiliriz; ama bu çok sonraki bir aşama.. Bu basit egzersizlerle ilk önce beyni Şimdi’ye alıştırmak lazım. Yoksa zaten yoğun olan bu duygulara bir de odaklanıldığında, kalitesiz düşüncelerin bulaşarak tam tersi sonuçlar çıkartma riski var. Dolayısıyla, bu duygulara olay anından önce veya sonrasında Farkındalık getirme çalışmaları en uygunu (3. bölümdeki maddeler).

Duyguların hakkını yemenin iki ucu: 1) Salıvermek |:| 2) Bastırmak..

Fıtrata ait bir duygunun kalitesini, o duyguyu salıverdiğimizde veya tam tersine reddedip bastırdığımızda, nefs o duyguda aç/tıkalı kalarak terazinin dengesi nefsin ego yönü üzerine kayar.

1) 2. bölümde bir – iki örnekle de bahsetmiş olduğum üzere, salıvermede duygular bilinçsiz, kontrol edilemeyen spontan düşünce ile yoğrularak zamana yayılır, ve böylece kaliteleri düşer; ve gerçek mahiyetine ulaşabilmek adına ifade süresi uzar.

Tefekkür dünyamız için de önem arz eden, düşünceleri odaklı kullanmakla ilgili E-Kitap – Konsantrasyonun Gücü).

Hemen somutlaştıralım: Örneğin, konuyla bağlantılı olduğunu düşündüğüm bir adetimiz vardı.. Yemek yerken konuşmamak şeklinde!.. (Bu örneği aynı anda bir kaç iş yapmaya çalıştığımız tüm konulara uygulayabiliriz).

Konuşmadığımızda ne oluyor? Tüm konsantrasyon yemekte, yemeğin tadında toplanıyor; ve nefs de, beden de doymuş oluyor tada. Ama araya düşünceleri, konuşmaları, sohbetleri kattığımızda yemeğin tadından ve iştah duygusundan alınan kaliteyi düşürüyoruz. Nefsin – dürtülerin tabii kontrolündeki beden, çoktan doymuş olsa da, zihnin psikolojik olarak doyamamasına, ve bedenin, egonun kontrolüne geçerek daha fazla yemesine neden oluyor > iştah duygusuna ayrılan süre, kalitesi düştüğü için fıtratın gereksidiği dengenin ötesinde artıyor > borç batağı, duygunun hakkını yeme. Daha fazla “yenilmeyen” durumlarda, iştah duygusu farklı alanlara kanalize edilerek oralardan gideriliyordur!

Benzer şekilde suyu oturarak, ve üç yudumda içme tavsiyesi de böyle bir aceleye getirmeme, hakkını verme, ve su nimetine saygı duyma olabilir mi? ; )

Bu örnek elbette masum düzeyde kalıyor. Duyguların kontrolsüzce ifadesinin, salıverilmesinin etik açıdan kişisel, kişiler-arası ve nihayetinde toplumsal düzeyde de (şiddet, terör, öfke patlamaları, cinnet, taciz, cinsel sapkınlık vs. gibi) yozlaşmalarla sonuçlanabilecek olasılıkları taşıdığı aşikar. Bir yandan insanlığın şuur yaşımızın düşük oluşu, diğer yandan hep eksik, kalitesiz yaşanan duygular.. Basın – yayın organlarının duygularımızı tetikleyip de yarım bırak(tır)ması da cabası!..

Üzüntü, kızgınlık, korku, merak, sevinç, şehvet.. Vücudun, zihnin etki karşısındaki doğal tepkileri. Hayvanlar aleminde doğaları gereği tam, zamanında, hakkı verilerek yaşanır ve konu kapanır. Hormonların etkisinin bitmesiyle ilgili duygu durumu da biter.

Veya diğer bir anlatımla, Allah’ın manaları -çokluk aleminden yapılan bir bakışla- fıtratın verdiği ölçüde dengeli çıkar ve sonrasında Allah’ın Zât’ına geri dönerek açığa çıktığı varoluşun/nefsin mana-en rahatlamasını sağlar.

Bizde işi bozan, bizi arada bırakan nedir peki?

İnsan beyninde hızlıca evrimleşerek gelişen, düşünce mekanizmasını, ben – bilincini, zaman algısını üreten ön beyin bölgesi (neo-korteks) işi biraz zorlaştırmış bizlerde. Hayvanlar, ön beyin bölgeleri çok küçük olduğundan düşüncelerle geçmişte veya gelecekte yaşamak zorunda kalmazlar. Bizde ise duygular düşünceyle/egoyla bulanarak işlem süreleri artırılıp kalitesinden ödün verilince; tekrar tekrar yaşatılmak üzere üzüntü, kedere; korku, endişeye; kızma, öfkeye, kine, intikama; sevinç, neşe, şımarıklığa dönüşüyor. Duygusal bellek, zihin hep tortularla yaşıyor..

Bu durumda Allah’ın manalarının açığa çıkışında -buradan yapılan bir bakışla- mana zamana yapışıp Zât’a dönmekte geciktiğinden nefste dengesizlikle, tıkanma ve gerilimle sonuçlanır.

Tortusuz yaşama örnek arıyorsak.. Elbette hayvanlar, bizim cinsimizde örneği ise çocuklar.. Nefsi hemen, o an tatmin eden yaşam biçiminin örneği, (bilincin/egonun henüz katılaşmadığı) çocuklar..

Ve bir de nefsin/bilincin ego ile cihadı ile Şuuru açığa çıkardığı Allah’ın Velisi olduğu mahaller.. Allah’ın Velileri..

Gerçekten, Allah’ın Velileri (koruyucusu, himaye ettikleri, Takva/sorumluluk alarak Allah’a yakınlaşanlar, “Şimdi”‘nin derinliğini yaşayanlar) için korku (geleceğe yoğun egosal bakış) yoktur. Onlar, mahzun (geçmişe yoğun egosal bakış) da olmazlar, değil mi? (Yunus-62)

Allah’ın Velisi olduğu mahâl, geleceğe de (plan yapma) geçmişe de (deneyimden yararlanma) egosunu “kullanarak”; ama ŞİMDİ’nin içinde bakar.

2) Nefsin hakkını verememenin diğer ucunda, duyguları yaşamayı görmezden gelip bastırma durumundaysa, duygulardaki güç/enerji sıkışır, içsel bir gerilime dönüşür ve beyne hasar verir.

Duygu/mânâ deneyimlenilmek, açığa çıkmak ve çözüme ulaşmak ister.. Varlığın orjininden düzenlenen nefs şubemizin Rableşme isteği gereği..

Allah’ın zatındaki isimler/manalar/özellikler özgür kalmak ister. Bastırma, nefsimizin zatında tıkanmayla sonuçlanır.

duygulari-bastirmaDuyguları reddetmek, o an için onları göz ardı edip bilinçaltı halısının altına bastırmak/süpürmek demektir; ki mutlaka sonunda çözümlenmek/deneyimlenmek için patlamak/taşmak zorunda kalacaklardır. Deneyimlenmeyen, reddedilen isteklerimiz/manalarımız, daha sonra rüyalarda ve/veya gündelik yaşamda tekrar tamamlanmak/ortaya çıkartılmak üzere (Bknz. Nefsin Vefat ve Ölümübilinçaltına atılır. Bilinçaltındaysa süreç sürekli devam eder, ilgili sinir hücrelerinde biyokimyasal ateşlenme akar, davranışlarımızı, beden dilimizi, ilişkileri ve iletişimimizi yönlendirir, biz algılamasak da. Bu saklı süreç de bedene gerginlik, hastalık, rahatsızlık olarak yansır zamanla. Onlar, eğrilmiş-büğrülmüş olsalar da doğamızın birer parçasıdır, ve doğaları da deneyimlenilme isteğidir.

Dürtü – duygu ve düşüncelerin Şuurlu davranış gösteremesek de, geliştirici olan Şuurlu bir bakış açısıyla da (yani karşımızdakinin veya toplumun egosunu kışkırtmadan ve hakka göre işleyen gönlünü de incitmeden), daha bir tetikte olarak bastırılmadan tam ifadesi veya enerjinin dönüştürülerek kanalize edilmesi, kişinin bilinçaltını/bilinçdışını rahatlatır.

Örneğin, “Hayır”, demek isterken, arkadaşının -gönlünü değil- egosunu (!) kıramayıp “evet” demek; ağlama isteği varken, toplumsal adet gereği erkek (!) olduğunu hatırlayıp, kahkaha isteği varken kadın (!) olduğunu hatırlayıp saklamak; kızgınlığının geldiği yerde kibarlık adına idare etmek vs. vs. bir bastırmadır!

Dedikoduyla ego tatminine harcanan merak enerjisinin okuma-bilgilenme aktivitelerine yönlendirilmesi; sapkınlığa varabilecek aşırı cinsel enerjinin spor faaliyetlerine aktarılması enerjinin kanalize edilmesidir.

Doğal ve tabiata uygun olan, duyguyu yaşamak ve yaşatmaktır! İnsana yakışan ise sonuçlarını düşünerek duyguların çıkışına/gücüne Farkındalık çalışmaları neticesinde yön vermektir. 

Evet, ışığın fazla olmadığı bilinçdışı/bilinçaltı havuzumuzu tortulardan temizlemek, sıkışıklıkları gidermek, gölgeleri aydınlatmak için duygu-düşünce durumumuzla ve yansıması davranışlarımızla ilgili olarak, (önceki bölümlerden de özetle) şu maddeler belirginleşiyor:

  • Hangi kalitede olursa olsun doğamızı bastırmamak, kabul etmek, içimizi kirletmemek, onların hakkını vermek.
  • Dışımızı da bozmamak için doğamızın ifadesine, enerjisine yön vermek.
  • Yön/kalite verebilmek için onları sık sık gözlemleyip gerekirse kaydetmek (öncelikli olarak hayat kalitemizi, yaşam enerjimizi düşürenleri), olası sonuçlarını hesaba katmak.
  • Pek bir faydası olmayan, dışarıda suçlu arama alışkanlığından, sorumlulukları almaya evrilme. Zihin odamın içerisine girip beni rahatsız etti demek yerine, zihin odamın kapısını içeriden kilitlemek için anahtar elde etmek!
  • İçe dönük sorgulamalarla davranışın ardında yatan süreçleri keşfetme.
  • Kaynak nedenleri, etken zincirlerini belirleyip, geliştirici olmayanları gelişim için dönüştürme (> Hak – Halk yolunda kullanmak).
  • Çözümler için çeşitli teknikleri kullanma, çözüm yolları bulma, açlık noktalarını doyurma, tıkanıklıkları giderme.
  • Sorumluluklarımızı yerine getirme (takva) adına süreci kontrol ederken (cihat, sabır, azim), sonuç içinse tevekkül etmek
  • Olumlu, geliştirici sonuçlarla Firavun gibi, ilim denizinde kibirden boğulmamak için, sıklıkla acziyeti hissetmek (dua), karşımızdakinin hakikatinden perdelenmemek (şeriat ilkeleri).

Sonraki bölüm için tıklayınız.

Riyazet: Dengeli Yaşam – 5” hakkında 7 yorum

  1. admin bu cümleleri neden bu kadar uzun ve cok detayli yapiyorsun. vallah alamanci olarak zorlaniyorum

  2. ‘Hızır’la yolcu olunur’ anlatımı ; –düşünce > davranış > alışkanlık > değer > karakter > kader– böyle düşünsel bir yolculuğu mu anlatıyor ?…

    1. –düşünce > davranış > alışkanlık > değer > karakter > kader– zincirlemesi iyi – kötü her konuda geçerli bir mekanizma. Evrendeki Hızır mekanizması ile olan yolculuk “düşünselden” ziyade “içsel – içrek – müşâhedeye dayalı” sezgisel ve hissel bir yolculuk olarak anlatılır.

  3. şuurlanma böyle bir şeyde olabilir mi ?
    Duygu, bedendeki bir sürü hormon ve nörotransmitter’ın birleşerek oluşturduğu ve üstüne geçmiş yaşanmışlıklardan gelen kodlamaların eklediği bir kokteyl. Formülize edilecek kadar kimyasal bir şey. Bilgi ve anlayış olmadan sadece ‘duygu sarhoşu’ olursun! Olanı olduğu gibi görmek, anlamak için bilgiye ve analize ihtiyacımız var. Analiz yapabilecek seviyede bilgi toplamanın değerini öğrenen biri, manipüle edilemez ve manipüle edilemeyen biri yönetilemez. Yönetilmeyen bir insan, doğası gereği hiçbir şeyin acısını bir şeylerden çıkarmaz. Verimli yöntemler bulur, çünkü gelişmiştir ve birlik içinde yaşamayı öğrenmiştir
    ALINTI…..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir