Plasebo Aydınlıkta kaybolmadan..

aydinlanma-cagiGenel olarak okumama, okusa da önemsememe, ve önemsese de uygulamaya dönüştürmeme eğilimindeyiz. İnsana huzur alemini sezdirecek bir kaç tane -anlaşılması da kolay olan- evrensel ilkeyi içselleştirmek ve yaşama sokmak bile yetebiliyor iken, inançtaki samimiyet düşüklüğünün sonucu pratize etme tembelliğimiz nedeniyle bu yolun çok meşakkatli olabileceğini düşünebiliyoruz. Uygulamadaki atalet bizleri kısa sürede aydınlanmamızı (!) sağlayacak hap bilgileri veya -Kur’an’ın üslubu olmamasına rağmen, ama elbette kolaylaştırıcı- kategorize edilmiş bilgileri talep etmeye teşvik ediyor. İnsanoğlunun bu huyunu bildiğindendir ki, konuşan tümel Varlık ve onu en derinden sezen, rahmetinin açığa çıkışı, temsilcisi Beşer Rasuller (Necm-1_18), insanlığa uygulayabilmesi için çok sayıda evrensel ilke teklif etmekte. Bu değerlerin birkaç tanesini bile ihlaslı bir şekilde yerine getirse, âdet edinse kişioğlu, kurtuluşuna vesile olacaktır. 

plasebo-aydinlanma

Gürültülü, karışık (MÂRİCNÂR yapılı) insan zihni (Rahman-15), yani Cinler aydınlatıcı/irşat edici, nurâni uygulamaları eyleme geçirmeye pek yanaşmadığından, metafiziği yaşayamama geriliminin sürüklediği aydınlanabilme çılgınlığı adına sürekli yeni girdiler arayışında olup, iç dünyasına derinlemesine dalmak yerine meclisten meclise koşturur (Şuara – 225). Hatta sahip olduğu -genelin bildiğine aykırı, farklı, gizemli, ilginç- bilgileri şeyhinin/mürşidinin/inisiyatörünün beden dilinin, jest ve mimiklerinin taklidiyle de birleştirerek plasebo bir aydınlanma/ruhsallık/maneviyat hissi içerisine dahi girebilir. Genelde gizli bir ego enflasyonuna neden olabilen bu balon dünya, karşısına imtihan edici olaylar çıkıp da -bilginin yaşamı eksik olduğundan- patlayana (sükûtu hayale) dek devam eder.

Bilgi, ancak yaşandıktan (İlme dönüştükten) sonra maneviyat oluşur. Yaşanmayan bilgi egoya hizmet edebilir, egonun bir menfaati/avunması olabilir işin içinde.. Bilginin yaşamı eksik kaldıkça, RUH’a teğet Kalıbımız olan Kalp doyamayacağından, yerine nefsin düşük bilinç düzeyli boyutu, yeni nefsani doyumlar = bilgiler peşindedir. Bu da yeni zihinsel gürültülere, ve dışarıyı, gerçekliği duyamamaya/algılayamamaya neden olur. Dışarıyı duyamamanın, Tümel Varlığı sezememenin nedenidir zihindeki düşünsel gürültü.

Kalpler ancak Zikir (= Özün Öğüdü, hatırlatışı; hafızaya alınan evrensel bilginin hatırlanarak yaşatılması) ile tatmin olur.

Bildikleriyle amel edene de bilmedikleri İlim (bilgi + hazmı/yaşamı) edilir (hadis). Salih amellerle RUH denilen manevi uzayı şekillendirerek/biçimlendirerek hesabımıza bir şube, bir cüz, bir ÖZ/LÜBB (Âli İmran-190) açılır. LÜBB (yani evrensel çalışan akli odak), üzerinde tefekkür edilen ve yaşama dökülen konuyla ilgili frekansları/manaları/ayrıntıları/bilinmezleri  yani gaybi bilgiyi kalbe ilham eder, şehadete çevirir. Batın, Zahir olur. Şehitlik yaşanır.

O süreçte, her ümmet içinde, kendi nefislerinden üzerlerine bir ŞEHİT ba’s ederiz/diriltiriz/göndeririz (Nahl-89) .

O’nun HAK olduğu onlar için iyice açık/beyan olana kadar ayetlerimizi onlara AFAKTA (ufuklarda) ve ENFÜSTE (nefislerde) GÖSTERECEĞİZ. Rabbinin, her şeye ŞEHİT olması kâfi değil mi? (Fussilet-53).

Ş ā HİT [Ş-A-H-D] شَاهِدٌ : Tanık

ŞEH ī T [Ş-H-Y-D] شَهِيدٌ : Sürekli Tanık olan

(Arapça’da ي [Y] harfi X-X-Y-X kalıbıyla girdiği kök üzerinden kelimeye “süreklilik” anlamı katar) Sürekli/Sürekliliği olan bu Şehadet/Tanıklık, Hakk’ın/Gerçeğin kendini, Şuur’un iç (nefse dönük) ve dış (ufka yönelik) olarak “etiketlenen” âleminde apaçık GÖSTERMESİ ve kişinin/Rabbinin [~yönlendirici mânâ bileşiminin] de bu duruma TANIK olması. Bu apaçık fark edişe GÖKLERİN ve YERİN YARATILIŞI/DOĞASI üzerinde yapılan sürekli TEFEKKÜR ile ulaşmamız [> zikretmemiz] isteniyor gözüküyor.

Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzere iken Allãh’ı zikrederler (~özlerinde saklı manayı bilinç düzeyine çıkarırlar, bilinçlerinde tutarlar, hatırlarlar), GÖKLERİN ve YERİN YARATILIŞI/DOĞASI üzerinde TEFEKKÜR ederler (Âli İmran-191).

Bilgi ile yaşamı (marifet, irfan) arasındaki fark münafıklığın/azabın da derecesini belirler. Nefsin bilgi düzeyli yeni doyumlar peşinde koşması bir azaptır.

‘Azāb عَذَابُArapça’da “azube” kökünden nefse yoğun tatlı/lezzetli gelen (Furkan-53) demektir, kök anlamıyla(Arapça’da “Elif [A]” harfi X-X-A-X kalıbıyla girdiği kök üzerinden kelimeye “derinlik, yoğunluk” anlamı katar).

Arabi’nin de dediği gibi bir süre cehennemde olduğunu dahi fark etmez kişi, yoğun azaptan/tatlılıktan.. Kendini cennette sanır hatta (bühl = farkında olmadığının farkında olmayanların cenneti). Cennetliklerin çoğu bühl ehlidir (hadis).

Bilgi deryasında, kesrette zihnen dağılmadan tevhide yaklaşma adına,  kaba şirki (ille de ben/bana duygusunu) atma yolunda; anlaşılması ve uygulaması kolay; ama samimiyetin tetiklediği evrensel bir değer örneği olarak infak (~nefsi acıtacak derecedeki paylaşma) kavramı verilebilir.

Kur’an’ın ilk dönemlerinde inen ayetler büyük oranda zenginliği ile şımaran, malı devlet/tekel haline getiren  (HAŞR – 7) insanları eleştirir, misaller verir (Kalem-17_33) ve malından verenin, paylaşımda bulunanın kurtuluşa ereceği belirtilir.

“O ki malını veriyor, temizleniyor/arınıyor. LEYL – 18”

İlk dönemlerde ayet sayısı çok az sayıda olmasına rağmen Kur’an hükümleri üzerinde tefekkür edilip uygulanması gerektiği teklif edilir. Aksiyoncu din anlayışıdır bu…

Aydınlanma, tasavvuf veya kısaca hakikat yolunda gayret ettiğini söyleyen bizler , bizi özümüze yaklaştıracak, bilincimizdeki güç arzusunu, bilinçaltındaki kıtlık bilincini ıslah edici bu salih eylemi ne kadar gönülden uyguluyoruz acaba? Çok sayıdaki dairemizden, araçlarımızdan birini, ihtiyaç fazlasından muhtaçlara verebiliyor muyuz? Yoksa Haşr-7’ye mi muhatap oluyoruz?

“(kazanılan o) mallar, içinizden zenginler arasında dolaşan bir devlet/güç olmasın diye, Allah ve Rasulü içindir o mallar, yetimlerin, yoksulların, yolcularındır o mallar..” (HAŞR – 7)

Sohbet koşturmacalarında ezberlenilenlerin dedikodusunu yapmak tatlı/azap geliyor iken, maldan-mülkten vermeye, kanaatkar olmaya, zengin de olsa mütevazi bir yaşam sürmeye geldi mi yanaşmakta zorlanıyoruz açıkçası! Çünkü şeytan ayette de belirtildiği üzere, başka yerde değil, Allah’ın DOSDOĞRU YOLU  üzerinde oturmuştur.

Şeytan dedi ki: “beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” A’RÂF – 16 

İnsan sadece en başta ailesi ile, yakın akrabaları ve komşularından durumu müsait olmayanlarla varlığından paylaşımda bulunsa ve böylece kaskatı sahiplik duygusundan arınsa, bunun ürünü olarak hissedilen Huzur, zihin gürültüsünün kendisinden uzaklaşmasına neden olacaktır. Pasif alıcı konumundaki insan bodrum bilinç halinde durmaktan ve bir süre sonra bunun sıkıntısıdan boğulur, üst katlara aktif verici olarak çıkabilir ancak (Bknz. Gizil Arayış).

Dinde teklif edilmiş ve somutlaşmış her bir diğer uygulama ile -elbette olması gereken- felsefi, entellektüel, düşünsel zevklerimiz de daha da ruh kazanacak ve bilinçaltı amelin huzuruyla ilmek ilmek yeniden dokunacaktır.

Şehitlik sırrı çıksın, Rabbül Âlemin ihlastan ve aksiyonundan ayırmasın!

Plasebo Aydınlıkta kaybolmadan..” hakkında 12 yorum

  1. Sonsuzluk Kulesi Bey , çok değerli bilgi için teşekkür ederiz, önemli bir konuyu getirmişsiniz ! Allah gönül açıklığınızı daim etsin. Sevgiler.

  2. Cok degerli yazilarini taktir ile takip ediyom. Sadece cumlerini halk diliyle paylasirsan sevenirim. Inaniyom takipcilerin cogunlu ust seviyede okumus insanlar degiller. Allah yardimcimiz olsun.

  3. Gerçek Tefekkür;SORGULAMA ile başlayan fikir yürütmedir!

    BU CÜMLENİZİ ÇOK BEĞENDİM.

    Kapıları aralamak için anahtarları denemek gibi.

    Sorgulamalardan (anahtarları denemekten) korkma !
    Anahtar açmaz ise kapı o anahtardan dolayı kırılmaz korkma !

  4. İmanın amele nasıl dönüştürülmesi gerektiğini ifade eden yürekten kopan bu haykırışlarınızı bütün kalbimle dualarıma aldım.Susuz kalmış bitkiler misali yorgun ruhlara âb ı hayat suyu misalinde tavsiyeler!Yürek kaleminize sağlık ve bereket …

  5. RAHMET- RUH- NUR-LEDÜN…uygulanan teknikler sonucu ortaya çıkan haller-İLİM
    ESMALARIN hepsi birer BİLGİ ve birer birer uygulandıkları takdirde İLME dönüşüyor
    ve üzerimizde ki nimet tamamlanıyor…RAHMET- RUH- NUR-LEDÜN açığa çıkıyor..
    İSLAM olmadan bu halleri yaşamak mümkün değildir…

  6. nefsi mülhime cenneti ni yaşayan ademin ,bu halleri devamlı sonsuz olarak yaşama isteği üzerine şeytanın ona hap çözümler sunması mı ayağını kaydıran durum…
    ”Nefsi Mutmainne” bilincinde yaşanacak halleri
    bilincin gelişme aşamalarını yaşamadan
    ŞIHAB ile yanmış olmayı, nefis terbiyesini, duyguları – düşünceleri kontrol etmeyi yaşamdan… hap çözümlerle yaşama isteği üzerine şeytanın ona hap çözüm sunması.

    1. Tasavvuf’un nefs kategorileri üzerinden anlatılacaksa şöyle devam edelim:

      Hap çözümler emmare nefsin düşünce dünyasının konusu.. Kişi Levvame yani farkındalık sahibi olduğunda çoktan hap çözümler olmadığının idrakındadır.

      Nefsi mülhime-mutmainne-raziye makamları yaşantı olarak benzer içerikteler, fark günaha düşüp düşmeme > Ağaçtan tatma ve ilahi hislerin deneyimlenme yoğunluğunda (Allah isimlerinin talimi, meleklerin secdesi).. Mülhime ile başlayan huzur ve coşkunluk, aşk – muhabbet ve şefkat olarak raziye de nefsin sınırlarına yükselerek zirve yapar.

      Ağaçtan tadılmasa, Âdem ve zevci mutmainneye (melekleşmeye) ve ötesinde mardiyeye (sonsuzluğa) varacak. Ama gündelik zihin (şeytan) ise sonsuz – sınırsız olabilmenin yolunun tüm sınırlamaları kaldırarak yani günahlardan da tadılması gerektiğini söyleyerek olabileceğini fısıldayıp ayak kaydırır. Madem sınırsız olmam gerekiyor, ağaçtan da tatmam gerekir der mantık. Ağaç beni sınırlayamaz.

      Nefsin sınırlarından hal olarak değil de, sabitlenip dolaşmaya başlanıldığında, yani MARDİYE’deyse EBED – HALİD İNER/Nüzul eder, Haşyeti tetikleyerek. Kişi HURİ boyutu ile tanışır – EŞlenir. Kıyamet gerçekleşir, Şeytanın süresi dolar ve esamesi okunmaz. Arz – Beşer düzeyindeki değil de, Allah katındaki Ahiret hakk’el yakin yaşanır.

      Bütün nefs katmanları tüm insanlarda bulunur. Ağırlıklı ego bodrumunda seyreden insan dahi mardiye nefsi – ebediyet duygusunu yaşar an, an. Bu yaşanılan an lar Ebedde darbelerle kaybolmayan, Evrenin dokusuna kaynaşan RUHSAL HAFIZA’yı oluşturur. Kişinin makamı yükseldikçe bu hafızaya manevi beden kayıtları daha hızlı gerçekleşir ve BİRİMSEL RUH oluşur, RUH üflenmesi. Birimsel RUH, nefsin ölümü tatması..

  7. “İnsana huzur alemini sezdirecek bir kaç tane -anlaşılması da kolay olan- evrensel ilkeyi içselleştirmek ve yaşama sokmak bile yetebiliyor iken”

    Bu kadar yazıyla işleri karmaşıklaştırmanın ne anlamı var?

    Hangi inanca sahip olursak olalım, şu dünyada sınırlı bir hayatımız var, iyi olma motivasyonunu bir şekilde yakalamışsak, neye inandığımızın ne önemi var?
    Elimdeki telefonun bir yaratıcısı varsa, insan ürünü olmayan diğer şeylerin bir yaratıcısı olduğu fikri mantıklı. Ancak bunun dışındaki konularda yaptığımız her açıklama kişisel varsayimlarimizdan ibaret.

Yalcin için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir