Âdem hikâyesinden Âdemî Şuûr Metaforuna

(… ÂDEM’in evrimi).

adem-evrim-islam

Doğa tek hücreli canlıların “sonsuz şimdi”yi yaşayan birkaç saniyelik kimyasal hafızasından 4 milyar yıllık süreçteki olağanüstü artışıyla insan beyninde bir ömrün sahip olduğu deneyimleri, düşünceleri, duyguları saklayan “holografik hafıza”da kendini deneyimlerken bulmuştur.

Büyük bir ön-beynin getirisi, İnsanda “Yüksek farkındalık” potansiyelini oluşturmuş; fakat bunun yanında yüz milyonlarca yıllık evrimsel dönüşümün ürünü olan içgüdüsel dürtüler, modern insan olan Homo sapiens’lerin bilinçlerinde Hakikatini- Özü-yaşayışın ilk seviyesi olan Âdemİ ile en büyük cinnî kişiliği olan ŞeytanInın mücadelesini de başlatmıştır.

Bilinç, evrimsel süreç sonucu evreni, hakikati sorgulayabilecek seviyenin ötesinde, Âdem’liğine ulaştığında Risâlet dönemi (≈ kişinin özünden gelen hakikat yaşamı) de başlamıştır.

Ne hayvansal dürtülerimiz, ne de bizleri hakikate taşıyacak olan aklî melekelerimiz bir tanrı’nın geçmiş bir zamanda çamurdan yarattığı Âdem’e gökten bir anda düşmemiştir. Canlılığın ve dolayısıyla İnsan’ın kendiliğinden nasıl oluştuğu ile ilgili olarak belirli bir sistem dâhilinde, bilimsel bulguların dairesinde düşünebilmekten yorulduğumuz anda olayı bir takım üstün, ilahî ya da uzaysal güçlerin anlık müdahalelerine (sihirli sopalarına) bağlamak kolaya kaçmak, kolay yolu seçmek olacaktır. Âdemî bilincin, düşünsel dünyasında geçirdiği mutasyonlarla açığa çıktığı insan beyni-bedeni de diğer canlı türleri gibi yüz milyonlarca yıllık evrim ile son hâlini almıştır (İnsan bedeni ayrıcalıklı değildir). Biyolojik evrimden sonra İnsan türü ile beraber “kültürel ve zihinsel-ruhsal evrim de” yeryüzü sahnesinde rol almıştır.

Geçmişte, ancak eski Yunan, Roma tanrıları misali ötelerdeki olağanüstü güçler tarafından meydana getirilebileceği düşünülen birçok olguya bugün bilimin pozitivist diyebileceğimiz bakış açısı çerçevesinde açıklayıcı cevaplar verilebilmektedir. Bilimin şu an için cevaplayamadığı bütün sorular da er-geç cevaplanacaktır. Ötelerdeki (!) ilahi bir gücün anlık müdahaleleri ile doldurulacağına inanılan boşluklar konusunda bilim elbette iş başındadır.

Mistiklerin yüzyıllardır anlattığı ve çağdaş bilimsel disiplinlerin de işâret ettiği “Parçalardan oluşmayan, Tek, Mutlak Bilinç ve Gücün, Varlığın” dilemesi, kendi varlığının algıladığımız 4 boyutlu Evren boyutunda nedensellik ilkesi çerçevesinde, “evrensel fiziko-kimya kurallarının kendisi olarak” ve bu “kurallar istikametinde” açığa çıkmaktadır. Bu yüzden 4 boyutlu evrenimize tanrısal-ilâhi olarak adlandırılabilecek, sünnetullah kurallarına ters, direkt-âni müdahaleler; başka bir deyimle sistemde Tanrının sihirli sopasına yer yoktur. Çok boyutlu Evrenin her birime hitâp eden gerçekliğinde yürürlükte olan mekanizma materyalist felsefeye uygun gözükür. Elbette bu, gerçeğin herkes tarafından objektif olarak algılanan yönü olup meta-fiziğe yer vermemektedir. Metafizik âlemin varlığı ancak sübjektif olarak hissedilebilmektedir.

Evrensel Sisteme bakarken de ilk olarak materyalist (salt maddeyi gerçek sayan Bilim’in rehberliği) ve düşünce dünyamızda derinleştikçe de idealist (Salt Mânâ Evreninde yaşadığımızı işâret eden Gönül’ün Rehberliği) düşünüş modellerini temel alarak Dini metinlerin (konumuz gereği insanın yaratılışının) yorumlanması faydalı olacaktır.

Gönlün meta-fizik alanına tüm hayallerden (mecazlardan, sembollerden) arınarak sağlam adımlarla girebilmek için “Bilim” ve Bilimin bulguları rehberimiz olmalıdır. Aksi takdirde, bilimle asla uyuşmayan “Âdem ve Havva’dan insanlığın türeme anlatımları” ve bunun gibi çağının zorunlu mecazî anlatımlarını gerçeğin kendisi sanıp, kendimizi şişirdiğimiz balon dünyamızın içinde -kozamızda dışarıdaki Evrensel Sistemin gerçeklerinden bihaber olarak- yaşamaya hapsetmiş oluruz.

Bilim, doğa olaylarını doğaüstü, ilâhi bir takım kuvvetlerle açıklamak yerine, fiziko-biyokimyasal kanunlarla, teorilerle, somut, direkt ya da dolaylı bilimsel veriler doğrultusunda doğanın ve evrenin yapısını açıklamaya çalışır. Bilim, doğada bulunan canlı türlerinin “aniden, yoktan yaratılıp” yeryüzüne bırakılmasını kabul edemeyeceği için –ki en başta enerjinin yoktan var edilemeyeceğini söyleyen termodinamik kanununa aykırıdır bu canlıların birbirlerinden türediğini, yâni Evrim’in bir Gerçek olduğunu savlar.

Allah’ın Kendindeki Sonsuz İlmini DEHR boyutsuzluğunda seyredişi; başlangıcı ve sonu olmayan “Yaratımı, Deneyimleyişi” meydana getirmektedir. Potansiyel (Kuvve) hâlindeki Tümel İlim (DATA’daki Şey’ler/Eşya) Allah’ın KuDReti ile İRaDe olunduğunda, ŞEY tohumuna/programına göre boyutunda açığa çıkar/yaratılır/algılanır/deneyimlenir, OLdurulur (Kûn Fe yeKûn).

DEHR isimli boyutsuzlukta, ŞEY iken Varlık kokusu almamış olan Evrenimiz de Allah’ın İlim-İrade-Kudret sıfatları gereği “OL”arak Varlık kazanmıştır. Bu yaratılışın misali her an bizlerde de gerçekleşmektedir. Örneğin, “Kırmızı bir elmayı” düşünmek istediğimizde belleğimizde sûretsiz, potansiyel olarak (ŞEY) bulunan salt bilgi (DATA, İlim) bizdeki enerjinin kullanımıyla (Kadir) açığa çıkarılarak (İrâde) sûrete bürünüverir (OLuverir).

Evrenimiz sûrete bürünmek, algılanabilmek için Büyük Patlama ile açılmış, kuantlaşma/maddeleşme başlamış ve canlılık meydana gelmiştir. Cansız maddenin kozmolojik Evrimi gibi, canlılık da Biyolojik Evrimsel süreç ile türemektedir. Evrim, boyutumuzdaki Yaratılışın kendisidir. Yaratılış bu boyutta vasıtalarla, sebeplerle olmaktadır. DEHR’in Potansiyel ilminin bir cüz’ü (!?) bu boyutun birimlerinin kendilerinden (=birimlerin kendileri olarak) seyredilmekte, deneyimlenmekte, ifâde olmaktadır.

Üst boyutlara göre Olmuş-Bitmiş olan Evrenimizin Seyri biz birimsel zihinlere göre devam etmektedir. Evrenimizin idâmesini sağlayan bütün kanunlar HEP o en yukarıdaki (!) “Ol” buyruğunun içindedir.

AHAD, yani MUTLAK TEK olan Varlığın (Bknz. Hakikat | Kavramların yokluğu) algı düzeyine inmemiş DATA’sı akla gelebilecek/gel(e)meyecek Tüm Sonsuzluğu barındırdığından “OL” emri “Mutlak Yokluktan” yeni yeni Varlıkları açığa çıkarmak anlamına gelmemektedir.

Benzer şekilde “Khalak” fiili de “yoktan var etmek” anlamına gelmemektedir. Kur’an’da “Khalake>>>yaratmak” eylemi “yoktan, hiçlikten meydana getirme” anlamında değil de, bir değişimi, dönüşümü, evreleri, merhaleleri” anlatmak için kullanılmaktadır. Kelimenin orijinal anlamı bilinmek isteniyorsa, kelimenin mânâsının apaçık bir şekilde anlaşıldığı âyetler göz ardı edilmemelidir.

Örneğin, Mu’minûn sûresi 12, 13, 14. âyetlerini inceleyelim:

“…thumme [sonra] khalak na [biz khalk ettik] el nutfete [zigotu] ‘alekaten [embriyo] fe halak na [biz khalk ettik] el alekate [embriyoyu] mudğaten [etleşmeden önceki bir aşama], fe halak na [biz khalk ettik] el mudğate izamen…”

“Sonra o nutfeyi bir ‘alak/embriyo olarak yarattık, sonra o embriyoyu bir et parçası olarak yarattık, daha sonra o et parçasını kemik olarak yarattık…”

Anne karnında yaratılışın her evresi için ayrı ayrı olarak “Yaratmak=Khalak” kelimesi kullanılıyor. Görüleceği üzere her evre (nutfe, embriyo, et, kemikler) ayrı ayrı olarak yoktan, bir anda değil, bir dönüşüm sonucu meydana getiriliyor.

“Sizi, canlıları yarattık/Khalk ettik” benzerindeki âyetlerde de her zaman kelimenin bu orijin anlamını (“Yaratımın kademeli-dönüşümlü” olduğunu) göz önünde bulundurmamız gerekecektir.

Kur’an’da yaratılış âyetleri incelendiği takdirde hiçbir varlığın yaratımının vasıtasız meydana getirilmediği de fark edilir (Çamurdan, sudan, balçıktan, alak’tan yaratımlardan bahsedilir).

Kur’an, elbette insanın ilk(s)el (maymun, balık, sürüngen benzeri vs.) atalarından ve ara evrelerinden (geçiş türlerinden) bahsetmemiştir. İnsan’ın biyolojik/hayvansal bedeninin evrimsel sürecini bir filmin (sayısız) kareleri olarak düşünürsek Kur’an’da bütün karelerin tek tek sayılmasını beklemek de mantıklı olmayacaktır. Bunun yerine Kur’an, öz(et) olarak İnsan’ın biyolojik bedeninin Salsal‘dan (İnorganik + Organik kimyadan) dönüştürülerek safhalar halinde meydana getirildiğini söylemiş ve ayrıntısını da bizlere, AKIL sahiplerine bırakmıştır. Kur’an, Sistem hakkında işâretler vermesine rağmen elbette bir Bilim kitabı değildir.

ÂDEM

Dini metinlerde anlatılan yaratılış kıssalarının “ilk insan Âdem – Havva ve ikisinden üreyerek çoğalma”şeklinde yorumlanmasınınBilimsel anlayışa (Evrim sürecine) ters olduğunun anlaşılması gerekir. Evrim bir süreçtir, sürekliliktir ve bu yüzden Bilim açısından “ilk insan” diye bir kavram yoktur. “İlk” kavramı süreklilikte/süreçte kaybolur.

Âdem ’in yaratılan (biyolojik olarak) ilk insan olduğu düşüncesi genelde Bakara–30. ve benzeri anlatımları içeren âyetlere dayandırılır. Biz bu âyetlerin mecazî anlatım olmadığını varsayarak yorumlasak bile biyolojik anlamda “ilk insan” kavramı ile çelişecektir. Çünkü âyette Âdem’in Halife olarak vasıflandırılması (ceâle) esnasında yeryüzünde zâten fesat çıkarmakta (yüfsidü), kan dökmekte olan varlıklardan (yesfiküd dima’) bahsedilmektedir. Bilinçsiz ve dolayısıyla suçsuz olan hayvanlar fesat çıkartamaz, kan dökemez. Fesatçılık ve kan dökücülük bilinçsiz hayvanların değil, bilinçli varlıklara, dolayısı ile İnsan türüne has bir özelliktir.

Bazı dini içerikli kaynaklara dayanarak varsayımsal ata Âdem’in yaşadığı dönemi en fazla 15–20 bin yıl öncesine kadar götürebiliriz. Fakat fosil bilimciler milyonlarca yıl öncesine ait insan fosilleri bulmaktadırlar. Bu da Âdem diye özel bir varlığın yaşadığı çağlarda insan isimli türün zaten yeryüzünde yaşamakta olduğunu gösterir. Bu sebeple geçmişte bir Âdem yaşamış olsa bile bu kişinin modern bir insan (Homo sapiens) olduğunu bile rahatlıkla söyleyebiliriz.

Biyolojik açıdan “ilk insan kavramı” bilimin konusudur ve bundan dolayı bu konuda asla kanıtlayamayacağımız inançlarımızla değil, bilimin bulgularıyla-verileriyle hareket etmemiz gerekir. Bu da bizi “Evrimsel Sürece” götürmektedir.

Kur’an’da Âdem’in bizlerin biyolojik atası olduğunu açıkça gösteren bir beyânı yoktur (“neden böyle bir atadan bahsetme gereği duysun ki” sorusu da sorulabilir tabi).Ayrıca geçmişte yaşayıp yaşamadığına dâir ortada objektif (tarihsel vs.) kanıtlar yok iken de “ilk insan” tartışmasını yapmak abesle iştigâl olacaktır. Kutsal kitapta geçmişin hikâyelerinin ayrıntılarıyla (Örneğin, “Meryem doğum sancısından kurtulmak için hurma yiyor”. İbret alalım (!?) diye anlatılan bu tarz kıssalarda neden bu tip ayrıntılar var? Düşünülmeli…) anlatıldığını düşünmek kanaatimizce Kur’an’ın ruhuna aykırıdır.

Kur’an, Rasûlullah’ta açığa çıktığına (O kendinde Kur’an hakikatlerini bulduğuna) göre kıssalar da gene Kur’an’ın ifâdesiyle “evvelkilerin tarihsel verileri (esâtîrul evvelin) değil, Hakikatin açığa çıktığı Beynin geçtiği “Şuûr (içsel farkındalık) Evrelerinin” sembolik anlatımları olmalıdır.

Kuran, İNSAN’ın Şuûr içeriğinin anlatımıdır! İNSAN’ın (= Tüm OKU’nan Kur’an ayetleri) BOYUTSAL GEÇMİŞİnin anlatımıdır. Geçilen evrelerin o Beyin tarafından OKUnmaya başlamasıyla da o mertebeler “kıssalara bürünerek” dilde ifâde bulmuştur.

Örneğin, Rasûlullah kendinde öyle bir –kelimenin tam anlamıyla- boyutsal sıçrama (Meryem’den ~İsa’nın doğumu) süreci yaşamış ki, bu sürecin sancısını (o sancı her ne ise?) giderecek olan şeyin (o şey her ne ise?) Holografik yansımada, dilimizde tam olarak ifâde bulduğu, en uygun kelime hurma olmuştur. Yoksa, ne geçmişte –fizik-biyoloji-genetik yasalarına, dolayısıyla mantığa aykırı- mucizevî bir şekilde babasız doğan bir erkek çocuk var, ne de hurma yiyen bir bakire! Daha önce geçilen bilinç seviyelerinin aksine Beşer dokunmadan (her ne demek ise!) yapılan bir boyutsal sıçrama ve bunun geçmişte Muhammed Rasûl’de (ve her devirde) yaşamı var.

Kur’an’dan okuduğumuz Şeytanın ayağını kaydırdığı Âdem, madde dünyasında yanmayan İbrahimHakikat Bilgisi ile ÖLÜ Bilinçleri DİRİltebilen ~İsa, Muhammed Rasûlullah’ın kendisidir. Rasûlullah’ın Evvelleridir, evvelki mertebeleridir. Bu yüzden “Ve iz kale Rabbu KE lil melâiketi (Hani bir zamanlar Rabbi N meleklere..)”, “Ve ZKuR fil Kitâbi Meryeme… (kendinde açığa çıkardığın Evrensel Bilgi kaynağından HATIRLA)” diye geçmektedir.

Evrenin Holografik oluşu (yani Zerrede Tümel’in boyut boyut SAKLI oluşu) gereği, Rasûlullah kendinde bulduğu boyutların diğer insanlarda da potansiyel hâlde olduğunu bildiğinden ÖZGÜR = KUL olmak isteyen Beyinlere kendinde bulduğu DİNi teklif etmiş ve bu yolda yaşanan aşamalar da BİLENLER için hakikatindeki KENDİSİ tarafından sembolleştirilmiştir.

Rasûlullah’ın ve O’nun varislerinin Özlerini hissetikleri-bildikleri ilk aşama kutsal kitaplarda Âdem ismi ile kodlanmıştır. Âdem eski dillerde “verimli toprak” anlamına gelir. Ürün verme potansiyelini taşır. Verebileceği ürünler (≈sonraki bilinç düzeyleri) Nûh, Hûd, Salih, İbrahim, Mûsa, ~İsa … vs. olarak adlandırılmıştır.

*** Bundan sonraki cümlelerimizde kullandığımız “Âdem” ismi ile kastedilen geçmiş bir zamanda Âdemî bilince nâil olmuş tek bir kişi değil, her çağda İNSANlığın bu ilk basamağına ulaşma şükrüne kavuşmuş beyinlerdir. ***

Hakikati Bilmek’liğin ilk basamağı sendeki Âdem’dir. Hakikati Bilmeyi Hisseden zihin de Âdem evlâdı olur. Dolayısıyla “Âdem evlâtları” ifâdesi geçmişte yaşamış bir Âdem’in biyolojik olarak çocukları değil, Âdem gibi ve daha da ötesindeki mertebeleri, halleri yaşayanlar anlamınadır. Dünyada yaşamakta olan tüm insanlık, Âdem evlâdı ve “Halife” değildir. Belirli hissiyatlara erip Evrensel Bilinçten ilham alan, –ebedi olmasa da- cennet(i) yaşayan İNSAN = Halife Âdem, Âdem (seviyesinin) ötesinde sürekli YENİLENEN bilinçler de Âdem evlâtlarıdır.

Kişinin bilincinde Âdem boyutu çıkmadan önce zihin kâh “ins (gündelik zihin farkındalığı)kâh cin (özel şartlarda açığa çıkan saklı kişiliklerin)“ etkisinde veritabanına yüklü yazılımların çıktısını yaşar. ATA DİNİ (genetikten ve çevreden gelen dürtüler, içgüdüler, şartlanmalar, değer yargıları, davranış kalıpları) işletim sisteminin ve yazılımlarının bireyin veritabanını programlaması sonucu bu zihinsel hâller bireye cehennemi (=Allah’tan uzaklık) yaşatır.

“Cehennem için birçok İNS ve CİN hazırladık. Kalpleri vardır, FIKIH edemezler; gözleri vardır, BASİR edemezler; kulakları vardır, SEMİ’ edemezler. Onlar SÜRÜ (En’am) GİBİdirler, belki daha sapmış, daha gafil.”

Bu yaşayış hayvanî yaşamın daha kompleks olanıdır ve üst boyut ALGISI, İNSANÎ meziyetler (Tefekkür, Sezgi, İlhâm, Aşk, Huşû, Birlik vs.) bu yaşam biçiminde yoktur. Dolayısıyla kişi HAKİKAT’e Cahil=ÖLÜ’dür, UYKUdadır. Üst bilinç seviyelerine göre bu yaşamlar dünyada DİRİ DİRİ MEZARda yaşamaktadır.

Kişinin mezarından dirilebilmesi, hissedebilmesi potansiyelindeki Melek(e)leri kendinde bulabildiği ölçüdedir. Melek (elk=aracı, bağlayıcı ve/veya melk=güç köklerinden gelen anlamları itibariyle) zihnin birimselliğinden kaynaklanan yaşayışı yanı sıra kişiyi TEK olan MUTLAK Varlığa bağlayacak, Varlığın gerçekte TEK olduğunu hissettirecek güçleridir. Bu güçlerin açığa çıkmasının yolu (şartı) da insanı diğer canlılardan ayıran SORGULAMA ve DERİNLİKLİ DÜŞÜNME yetilerinden geçmektedir. Sıradan bir yaşam ve sıradan düşünceler yatay boyuta (cansız evrene) âit iken, TEFEKKÜR dikeye kanat açmanın ilk şartıdır. Tefekkür yeteneğine sahip birey için DünyaSı Anne Rahmi gibi olur.

“Sizin birinizin ana‐baba maddeleri 40 gün anasının karnında toplanır…”

“Rabbin meleklere “Ben kupkuru bir çamurdan, SalSal’dan insan yaratacağım” dedi.

Hakikat bilgisini alan yolcu kendini, âlemi SORGULAMAya, DÜŞÜNMEye başlar. Ölü olduğu Mezar âlemi, Sorgu melekelerinin çalıştırıldığı nispette Kabîr âlemine dönüşür.

İlkel atalarımızın hayatta kalabilme mücadelesi sonucu genlerine işlenen içgüdüleri milyonlarca yıllık bir “şaşmazlığa/kesinliğe” sahiptir. Belirli bir etkiye karşı bir hayvanın vereceği tepki –canlıların gereksinimi sonucu evrimleşerek bünyelerine katılan şaşmaz mekanizma dolayısıyla- bellidir/belirlidir. Milyonlarca yıllık tarihi olan bu mekanizmalar bizlere genetik yolla aktarılarak duygusal belleğimizi(limbik sistemimizi) ve bu atasal belleğin bireydeki duygu ve davranışlarını (rekabet, kıskançlık, hırs, saldırganlık, öfke, endişe, korku vs.) doğal olarak, yâni kişinin elinde/iradesinde olmadan şaşmaz bir şekilde oluştururlar. Nefis terbiyesi bu nedenle milyonlarca yıllık tarihe meydan okumadır ve kolay bir mücadele olmadığı ortadadır! Bu derece duygu yoğunluklu geçmişin izlerini silmenin yolu benzer yoğunlukta bir etkiyle mümkün olabilir. Bu da ancak konuyla ilgili Tefekkürle sağlanabilir.Her gün yapılacak 1 saatlik derin Tefekkür 1 milyon yılın etkilerini azaltabilir.Milyonlarca yıl süren” diye işâret edilen “Kabîr âlemi hayatı” anlatımının yoğun (sıkıştırılmış zaman) geçen Tefekkür ANlarına eşdeğer olduğu düşünülebilir.

Kabîr âleminde, kişi bağlı olduğu yol gösterici Mürşit’ten (Hakikati anlatan ilmi eserlerden, kişilerden, bilimsel gelişmelerden vs.) beslenmeye başlar. Artık Rahim duvarına bağlanıp embriyo (alak) haline gelerek ilk besin maddelerini almaya başlamıştır. Bebeğin sağlığı, düşük olmaması (=nefsi emmareye düşmemesi) için Tefekkürünün yaşamı ile zengin içerikli besin alımına devam edilmesi gerekir.

“Sonra o maddeler o kadar zaman içinde katı bir alak hâlini alır.”

Beslenmeye devam eden embriyo artık CANlanmaya başlar ve ET-KEMİK haline gelir.

“Sonra yine o kadar zaman içerisinde bir çiğnem ete tahavvül eder.”

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik..”

Sabır‐Sebatla ilerlenen yolda yoğun Tefekkürler sonucu Beynin-Bilincin hassaslaşmasıyla kişi dikey boyuttan ilham alır hâle gelerek Evrensel Bilinç’ten nemalanmaya başlar (kendi yolunu nedensel işleyen beyin biyokimyası yanında Evrensel bilinçten aldığı nedensel olmayan içe doğmalar, yaratıcılık, AKIL ile de çizer). Kişinin bilinçaltı Evrensel duygularla yeniden programlanır. Artık günlük yaşamında hem cinlerinin hem de meleklerinin kontrolünde davranışlar sergiler.

Meleklerin bireyin beyninin derinliğinde yerelleşmesi kişinin Büyük Meleklerin, BURÇlar diye işâret edilen BÜYÜK BEYİNLERin ASTROLOJİK tasarrufuna, çekim alanına (KEHF Uzayı) girmesine neden olur (“Yıldızlarla yollarını bulurlar”). Dünyanın, zihnin DÜZ AYNAsı olması, yani bilinçte yaşanılanların dış alemde karşılık bulması bu evrede başlar. Kişi önceden sadece bilinçaltının sonuçlarını yaşarken Kabîrde (içerisinde gelişeceği kozasında, Tefekkür hayatında) elleriyle = bilinci ile yaptıklarının sonuçlarını da yaşar.

Bilinçte açığa çıkmaya başlayan Melek(e)lerle hakikat bilgisinin HİSSEDİLMESİ (=Ruh üflenmesi mecazı) gerçekleşir.

“Ona bir melek gönderilir de bu melek ona ruhu nefh eder”

“Onu tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman…”

RUH’tan parça (!?) almak/olmak Âhiret ortamı, Nur Bedenin üretimidir. “ben”’den geçip “Biz”de eriyiştir.

Anlatım sadedinde “üretim” demiş olsak da, gerçekte aynı zihin dönüşüme – arınıma uğramaktadır. “Madde-Enerji-Nûr” beden hep aynı, tek zihindir. Ve hatta “Dünya-Kabîr-Âhiret” ortamı “Madde-Enerji-Nûr” bedenin/zihnin ta kendisidir.

“RUH’undan üflemesi” birey için İNSANlığının başlangıcıdır. Bu düzeyde zihinde Âdemlik Şuuru belirir. Hakikat bilgisinin Tefekkürü sonucu yaşattıkları bilinçaltının bütünlüğüne entegre olur ve yer yer farkındalık düzeyinde etkileri hissedilir (Tefekkürün ürünü huzur – huşû – teslimiyet – tevâzu – hayranlık – aşk – birlik -tamamlanmışlık gibi Âdem hâlinden önce zor yaşanabilecek cennet nimetleri). -Tasavvuf terminolojisi ile- mülhime pencerelerinden zihne ulaşan hakikat ışıklarıyla, beyin anlık (sabit olmayan, geçici) mânevî zevkleri (nefsi mülhime cenneti) yaşar (maddi bedeni hissettirmeyen Birlik yaşamı).

İşte bu hâller kişinin bedeninde/zihninde/algıladığı âleminde (Arz’da) HaLiFe olmaya başladığı zamanlardır.

“Rabbin meleklere ‘Ben Arz’da bir halife vasıflandıranım’ dediğinde…”

Kişinin özündeki (çokluk âleminden münezzeh) SuBHan ve (saf, temiz) KuTSî evrensel güçler (“Bizler Seni Hamd ile SuBHan ve Senin için KuTSî olur iken…”) bir zamanlar günâh işleyen (…Arz’da fesat çıkaran, orada kan döken birini…”) alt boyuta (=HaLeFine), zihne yansır.

Âdem her ne kadar geçmişinde cinlerinin tasarrufundaki ins hâliyle günâh içinde yaşamış ise de, bir madde bedene sahip olduğundan, Sonsuzluğu yaşattıracak potansiyel ön-beyninde gizlenmektedir. Tefekkür dünyası ile beynini – zihnini hassaslaştırarak, yâni derinindeki içsel boyutlarına temas ederek melekî mânâları (Esmâe külle hâ) kendi zihnine=Arz’ına indirebilir. Bu İLİM’in inişi Âdem Şuurunu oluşturur.

“Âdem’e belirli mânâların hepsini İLİM etti.”

“Esmâe külle hâ”, dilbilgisi açısından “var olan tüm mânâlar” yanı sıra “belirli mânâların hepsi” anlamını da vermekte olup daha uygun durmaktadır düşüncemize göre. “var olan tüm ilâhi mânâların” ve dengeli açığa çıkışı, en güzel kıvamda (Ahseni Takvîm) “Kâmil İnsanda (~İsa)”, “belirli isimlerin hepsi”ni açığa çıkartabilecek potansiyeldeki (verimli toprak) beyin ise Zihin=Arz’daki Halife Âdem’dir.

Melek(e)ler soyut evrenin mânâ-taşlarıdır. Hangi anlam için yaratılmışlarsa (hangi bilgi kodlanmışsa) -tam teslimiyet hâlinde- o görevi icrâ ederler (çekim kuvvetinin sürekli çekmesi gibi). Gelişerek-değişerek kendilerinde farklı mânâlar açılamaz (“Melekler, Seni SuBHan ederiz, senin bizde İLİM olarak açığa çıkarttıklarından başka ilmimiz yoktur, dediler”). Ancak bir madde beden aracılığı ile algılanır ve anlam kazanırlar. Madde bedene sahip insanın ise kendinde birçok meleke açığa çıkarabilerek (“Ey Âdem! Onları mânâları ile çağır, dedi”), yâni gelişebilme, Sonsuzluğa açılabilme potansiyeline sahip olduğunun bilgisi kendilerinde yoktur (“onlara Sizin bilmediklerinizi ben bilirim dedi.”).

Zihin, “sadece TEK olan MUTLAK VARLIK var yaşamına erdiği zamanlarda kendi derinliğindeki melekleri bulup onları kontrolü altına alarak (“biz meleklere Âdem(i oluşturmak) için (li Âdeme) secde edin dediğimizde…”) Âdem’liğini yaşar. Melekler Âdem (evlâdı) ortamının dokusudur. Yani Melekler, kendilerinden ayrı bir Âdem var da, O’na secde ediyor değiller! Meleklerin otomatik olarak (“…melekler derhal/hemen secde ettiler…”) secdesi ile zihinde Âdem yapısı oluşuyor.

Bu öze dönük bilinç =Şuur ortamı iradesi/farkındalığı ile tasarruf edebildiği madde bedeni (zevcesi=Havva) ile Cenneti mesken edinir, mânevî zevklerle haşır neşir olur (Ey Âdem! Sen ve Zevcin cennete yerleşin; ondan istediğiniz yerde bol bol yiyin), varlık TEK olarak algılanır (“…şu ağaca (karmaşa/çokluk âlemine) yaklaşmayın…”), ağaca yaklaşılmaz. Ağaca yaklaştıracak olan Hakikatimize dair İlim eksikliğinden kaynaklanan zulumât = karanlıktır (“…sonra ZaLiMlerden olursunuz…“)

Kişideki İblis’in fonksiyonu gereği, İblis Âdem ortamının dokusu olamaz (özüne secde edemez, “…o kâfir idi…”). Çünkü iblis kişinin kontrol edemediği (secde ettiremediği) sıradan/gündelik (“…(İblis) elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım…) DÜŞÜNCE mekanizmasıdır. Enerjik yapılıdır (“…beni ateşten yarattın…”) ve kişiye, iradesiz çıkışından dolayı günah işletebilerek (“Şeytan” kelimesinin mânâsı dolayısıyla Hak’tan uzaklaştırıp) kişinin kendisini özünden habersiz, salt madde beden olarak görmesini sağlar (“…onu çamurdan yarattın…”).

İblis ve Şeytan kelimelerinin âyetlerde aynı konu içerisinde farklı yerlerde, farklı amaçla kullanıldığına dikkat edelim.

İnsan, varlığı TEK olan Varlığın fiilleri olarak seyredip İblis fonksiyonu devre dışı kaldığı anda Âdemliğe geçer. Zihin iradesiz olarak gündelik düşünce mekanizmasının işletildiği (sadece beyin biyo-elektrokimyasının hâkim olduğu) duruma döndüğünde de (TEK’ten ayrı birimlerin ve bunların fiillerinin var sanılması ile) bu cennet yaşamı sona erer (“Şeytan “o ikisini” oradan kaydırdı ve içinde bulundukları yerden onları çıkardı”), Âdemlik biter. Âdemsiz zihin ve o zihnin cesedi olarak (“…o ikisini” oradan kaydırdı…”) kalır (ilginç bir şekilde Bakara–31,33,34 ve 35 âyetlerinde Âdem –ve zevcesi- olarak hitâp edilen varlık birden “o ikisi” olarak adlandırılır. Âdem’in değil, Âdemsiz Zihnin “Çokluk âlemini” tatması, anında Zevceyi ceset (SEV’At) yapar ve “ikisi olarak” dünyaya düşer)

“ayıp/çirkin yerler/edep bölgeleri” olarak meâllendirilen “SEV’At” kelimesi gerçekte canlılığı olmayan/ruhsuz beden anlamına gelir. Aynı kelime “Kâbil’in Hâbil’i öldürüp cesedini gömme” konusunda geçmektedir (Mâideh-31). Bu bağlamda Âdem’siz/cennetsiz zihnin “diri olmadığının”, kişiye salt madde olarak göründüğünün işâret edilmesi mânidardır.

Kişinin Âdem‘i (özündeki ilâhi mânâları (esmâ) çağırabilecek potansiyeldeki mülhime bilinç bedeni); kendisinde hâlâ var olmakta olan vehminin (ŞeytanI) biyokimyaya tâbi zihnini Kesret/Çokluk âlemi (ağaç) ile kandırması (Çokluk alemi bilinci ile fiilleri görmesi) Sonsuz olduğuna inandığı “ağaçtan tatmasına” neden olacaktır. Tattığı anda da cesedi (=Âdemi bilincinin kontrolünde olmayan, İblisinin kontrolündeki madde bedeni, bedenselliği) kendisine gözükecektir (“Ağacın meyvesini tattıklarında SEV’At kendilerine göründü”) (O Şuûrun kontrol ettiği ceset ve zihin kendisinin “zevcesi” idi).

Şirke düşmenin getirdiği pişmanlık kişiyi tövbeye yöneltir (Âdemsiz zihin ve ceset dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz…”). Âdem olarak yaşadığı hissiyâtı tekrar yaşayıp “bedenselliğe düşüşten” kurtulmak ister (“…Cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar…”); ama kendini zihin, ceset ve şeytanı olarak bulur (“… Hepiniz inin oradan…”).

Şeytan ile mücadele şeytanın da kontrol edilebildiği, kişinin TEK ile Diriliş-KıYâM edişine (kıyâmet) kadar devam edecektir (“Bana diriliş anına kadar mühlet ver, dedi. Mühlet verilenlerdensin, dedi ”). Bu diriliş için Âdem bilincinin de ötesine geçmek gerekir. Çünkü sadece Âdem ile cennet ebedi olarak yaşanamaz (“O unuttu. Onda azim de bulmadık”). Bilinçaltı havuzundaki kirler Âdem’liği sık sık dünyaya düşürür.

Âdem sonrası..

Kişi Âdeme yerleştikten sonra kendindeki Rasûl’leri de çağırabilirse (“…sizden, size Rabbi’nin âyetlerini okuyan ve sizi uyaran Rasûller…”)boyutsal- sırasıyla Nûh, İbrahim ve Âli İmran bilinçlerine yükseliverecektir. Bir beynin örneğin İbrahim veya ~İsa bilincinde olabilmesi için en azından İNSANlığın=Halifeliğin en alt seviyesi, başlangıcı (!) olan Âdem düzeyine ermesi gerekmektedir.

Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ve İmran ailesini âlemler üzerine seçmiştir”

Âdem ile beraber bilinçaltı kısmen temizlenip kişi bir nebze de olsa Özden gelen Rasûl’un Diriltildiği (ayağa-kıyama kaldırıldığı) için âyet okuduğu ve uyardığı zihin içeriği KıYaM’da olanlar anlamında “KaViM” etiketini alır. Âdem ile zihin Salât’ın ilk kısmı olan KıYaM’a kalkar; Secde’ye varmak ise -kişide açılırsa- Rasûl’un uyarıları ile daha ileriki düzeylerinde gerçekleşir. Âdem bilincinin ürünü Kavimler aynı istikâmette yürüdükçe Milletleşerek Hanîf İbrahim bilincine ulaşır. Biz’den (Mutlak) BEN’e geçiş ise “Hayy ve Selam” olarak Dirilen ~İsa boyutunda gerçekleşir.

Âdeme kadar, kesret âlemi ile perdelenen insan Âdem’den sonra da mânevî hâllerin yaşattığı güzellikler ile oyalanıp kendini sabitleyerek ’dan perdelenme yanlışına düşebilir. Dolayısıyla her boyut bir perdedir ve her bilinç mertebesinin de kendine has bir azâbı, cehennemi ve cenneti vardır. İNSAN’ın KENDİsini/KENDİyi bilmesinin sonu da yoktur.

Âdem hikâyesinden Âdemî Şuûr Metaforuna” hakkında 83 yorum

  1. Merhaba..merakımı hoş görmenizi diliyorum. yeni bir yazınzı göremiyorum daha dogrusu okumak istiyorum sizden akan kelamları nedendir bilmiyorum epeydir göremedim yazılarınızı bir hüzün çöktü içime aç ve susuz kaldığımı hissettim çok özür dileyerek.şu günlerde kafirün suresini okumaya gayret ediyorum.bazı notları ve okumaları aklımdan geçirdiğimde şirk halinin hiç kalkmayacağı hatta şahid olmada dahi şirk olduğu bilir kişilerce söylendiği..merak ettiğim çoğunlugun hakikat bilgisini inkar ettiğini kabul ettiğimizde ama bireyin olüme kadar olan sürecinde aslına kavuşacağı bilgisini öğrendikten sonra gerçeği örtmekle nasıl bir bağ kurabiliriz??sonsuz sevgiler.

  2. Sevgideğer Semra,

    Düzenli aralıklarla yazı yazan bir köşe yazarı formatında olmadığım için yeni yazı(lar) konusunda beni mâzur görün. Aklımda olan konuları yeterli şekillenmeler oluştuktan sonra içime aktıkça yazmayı tercih ediyorum. Bu arada üzerinde durduğum, şu an esinti geldikçe yazdığım hâlihazırda bir konu var. Ne zaman biteceğini Allah bilir :).

  3. Semra Hanım,

    (Gizli) Şirk içerisinde olmak şu an için sizi endişeye düşürecek bir mesele olmamalı. Kul, kulluğunu hissettiği müddetçe (gizli) şirk içindedir.

    Size naçizâne tavsiyem… Kendinizi tanıma sürecine yoğunlaşmanız. Şahitlik bu sürecin sonunda (Rabbe ârif olma) sizde yaşanacak olan hâlin adıdır.

    Sorunuzun devamındaki cümleyi anlayamadım açıkçası?

  4. can dogar, gelişir, ölür. evrende var olan her nesne kendine taksim edilmiş şuurluluk ölçüsünde hayatını belirli vakte kadar idame ettirir.

  5. Makaleyi dikkatlice okumaya çalıştım…Derinine girmek istedim ancak fazla hayali düşünce sistemine boğulmuş olduğunu fark ettim…
    Bilimsellik adı altında gerçek bilimin İLMİN dışına çıkıldığını söylemek isterim…
    Allah C.C. nun tüm alem veya alemlere direkt müdahalesi olamaz fikri…Tamamen hatalı bir düşüncedir…Ötelerde bekleyen ve belirli zaman olmadan kısıtlı müdahale eden veya hiç edemeyen sanki birilerinden haber bekleyen tarzı görüş tamamen hatalıdır…
    Adem A.S.ı yok farz ve kabul etmek; hakikati gizlemekten veya saptırmaktan başka bir şey olmaz..Hele diğer Peygamber A.S. ları da yokmuş kabul etmek tamamen hatalı bir yaklaşımdır…
    Muhammed Mustafa A.S. ın tekamülü yaklaşımı da yanlış bir davranıştır…
    Muhammed Mustafa A.S. ın Nur’unun emanet sel aktarımları bu Peygamber A.S.lara intikal etmiş olduğu kabul edilebilir..Hatta doğrudur…Ancak Adem.Musa İsa A.S. ların insan olarak var olduğu konusunda tereddüt olmamalıdır…
    La İlahe İllallah Adem Resulullah,.. La ilahe İllallah Musa Resulullah vs. kelimeyi tevhit leri doğru sözlerdir…
    Adem A.S. öncesin dede İnsanlar var demek Kuran öğretisine terstir…
    Meleklerden sonra yaratılanlar arasında kan dökmenin fazla olması dolayısı ile Allah C.C. na hitaben kan dökecek.fesat çıkartacak vs.sözlerin söylendiği doğru dur…
    Ancak Emir dinleyen ve Emre muhalif hareket eden yaratılanlardan sonra Allah C.C. İNSAN yaratacağını beyan ederek bunların üstünlüğü övülmüş ve emredilmiştir…
    Allah C.C. İNSAN ‘da misafir olmuş ve ona şah damarından daha yakın olmuştur…
    Düşündüğünüz tarzda evrim geçiren bir insan yoktur… İnsan bizzat yaratılarak aniden var edilen dir…Hatta HAVVA validemiz dahi ayrı bir sırdır…
    Adem A.S. ve Havva validemizin birlikteliği insan neslinin devamını getirmiştir…
    Meryem Annemiz olayı da bir hakikat ve doğrudur… Arka planda hata aramak yanlış bir düşüncedir…
    Hayatın bir rüya olduğu ve bu rüyanın Allah C.C. nun hediyesi olduğu da bir gerçektir ancak biz yaratılanlar açısından bu tarz düşünce aklımızın sınırlarını zorlar…
    Hayal fırtınası veya düşünce fırtınası şeklinde tarif edilebilir…Ama bizim açımızdan yaşanıldığı farz ve kabul edilen bir süreçtir…

  6. Adem A.S. yokluk ‘a inerek Allah C.C. nun rızasını kazanmış ve Cenneti Alaya yükselmiştir..
    Şeytan Lain ise Varlık ve Benlik güderek kendini överek Allah C.C.nun Rızasını kaybetmiş ve Adem A.S. yaratılış anından itibaren Cehennem ehli olmuştur….

  7. Allah C.C. KÜN emri ile Yaratıldığı esnada Adem A.S. 33 yaşında idi…Yani 33 yaşında bir kişi olarak yaratılmış ve varlık aleminde bir anda var olmuştu…
    Varlık Aleminde İSİMLERİ öğreteceğim emrine mahsar olmuş ve Yaratıldığı andan itibaren öğrenmeye başlamıştı…”Sadece Deneme yanılma ile değil bazı zamanlarda Allah C.C. nun emri ile Cebrail A.S. tarafından öğretilmiştir…
    Yaratıldığı AN itibari ile Yaratılanların en mükemmeli olarak var olmuştu…
    Adem A.S. ın yanlız hayat mücadelesi 40 yıl sürmüştü … Bu esnada üreme gibi herhangi bir bilgiye sahip değildi…
    Ne zaman ki Allah C.C. Havva Validemizi Yaratarak Adem A.S. ile buluşturdu ve ilk Aşk tohumlarının bilgisini oluşturdu …İşte o zaman ilk emri var oldu…Şu meyve ‘dan sakın yeme…
    Allah C.C. dilemesi ve Adem A.S. ‘a atalık görevini NEFİS vasıtası ile vermesi ve Şeytan Lain’in üstünlük mücadelesi sonucu; Adem A.S. ve Havva Validemizin birlikte o yasak MEYVE ‘yi yemesi ve Aşkın doyuma ulaşmasını öğrenmesi sonucu nesil çoğalma emri yerine gelmiş oldu…
    Bazı öğrenimleri Adem A.S. ve Havva Validemiz deneme yanılma bazı öğrenimleri ise Cebrail A.S. ın öğretmesi veya Allah C.C. nun Direkt müdahalesi ile devam ettirdiler…
    Karga kendiliğinden gelip te Ölü yavrusunu yeryüzünde toprağa gömmedi Allah C.C. tarafından emredildi…
    Allah C.C ‘nun sebeplere dayalı ve OL emri ile kendiliğinden oluşan düzen emri kesintisiz her safhada yerine getirildi…
    Allah C.C zaman zaman hayata direkt müdahale etmiş ”Öğretmiş”…Bazen de Sahife ve Kitaplar vasıtası ile müdahale etmiş ,Peygamber A.S. lar göndererek örnek hatırlatmış bazende HIZIR A.S. ‘lar vasıtası ile direkt öğrenme sağlamıştır…
    Kur’an-ı Kerim bize tekamül etmiş ve seçilmiş bir din olan İSLAM öğretisinin anlatıldığı ve yerine göre emredildiği bir kitap olarak nasip edilmiştir…Tamamlanmış, Tekamül etmiş ve gelişmiş en son Allah C.C. nun Kelamını bize aktaran bir vasıta olmuştur…OKU emri ile de OKUNMASI ,anlaşılması emredilmiştir…
    Okumayı ilk öğrenen de Habibullah Muhammed Mustafa A.S. olmuş ve o vasıta ile ÜMMED ‘lerine aktarılmıştır…
    Muhammed Mustafa A.S. ın OKU ‘mayı biz insanlara öğretimi de ALLAH C.C. Emri ile birleşip bir İLİM olarak biz insanlara aktarılmıştır…
    Halen OKU ‘ yupta Oku ‘yamıyan yani gerçek okumayı bilmeyen İNSAN ‘lar okumayı bilen KAMİL ‘i MÜRŞİD arayışında yani …öğrenme OKU ‘maya çalışmaktadırlar…
    ÜMMED ‘ler dahi gerçek OKU ‘ma için Allah C.C. nun İLMİ ‘ne daima ihtiyaç duymaktadırlar…
    Öğrenimi tamamlanmış HAŞA ;Allah C.C. ‘nun emrine veya İLMİ’ne ihtiyaç duymayan hiç bir ÜMMED,KUL,HACI,SÜLEYMAN dahi yoktur…OLmayacaktırda çünkü sonsuz İLMİN yeğane sahibi ALLAH C.C. dur…
    Söz burada sona erdi …Acizane bilgilerinize sunmak istedim…
    Hatamız çoksa Allah C.C. nun affına sığınırım…

  8. Yukarıda yorumlara bir ek yapma gereği hasıl oldu.
    Şöyle ki …
    La Mallah denilen bir zaman birimi var …İşte bu zaman biriminde Allah C.C. ile muhatabı arasında bilmediğimiz tarzda irtibat oluşur…”Bu irtibatı Melekler dahi bilemez…
    İşte sadece bu anda Muhatap olan kişi Zaman içinde zamanı an içinde An’ı yaşar…
    Allah C.C. nun arzu ettiği tüm bilgiler ona aktarılır…Allah İLMİ ona akar…Gerçek İLİM sahibi sadece O dur…Muhatap çok ise onlar ‘dır…Zaman ,süre vs…Allah C.C. bilgisindedir… Gerçek KAMİL’i Mürşid O dur…
    Kim olduğu ,nerede olduğu bilinmez…Kesinlikle kendilerini ifşa etmezler… Tanınmaz ve bulunmaz lardır…Allah C.C. nun bulmasını istedikleri hariç…Sayıları bilgisi de gizlidir…
    Şu zamanda 13 kişi oldukları bilen büyüğümüz tarafından iletilmiştir…

  9. Yazınız aslında bugüne kadar bu konular hakkında derinlikli düşünmediğimi hissettirdi. Bazı sorularım olacak; Ademle ilgili açıklamanıza göre Habil ile Kabil ve anlatılan olaylar neyi ifade etmektedir?
    Peygamberlerin dualarına Kuranda yer verilmektedir. Bu dualar insanın bilinci için ne ifade etmektedir?
    Bazı peygamberlerin kavimlerini terk etmeleri, beddua etmeleri gibi bize göre olumsuz durumlardan bahsediliyor. Sizin bakış açınızla bu durum nasıl yorumlanabilir?
    İnsan kendi bilinç seviyesinin derecesini bilebilir mi?
    Tefekkür belli bir disiplin olmadan bu bilinç seviyelerini geçmeyi sağlar mı?
    teşekürler:)

    1. Gönledoğan: Peygamberlerin dualarına Kuranda yer verilmektedir. Bu dualar insanın bilinci için ne ifade etmektedir? Bazı peygamberlerin kavimlerini terk etmeleri, beddua etmeleri gibi bize göre olumsuz durumlardan bahsediliyor. Sizin bakış açınızla bu durum nasıl yorumlanabilir?

      Peygamber duaları, bizlerdeki çeşit çeşit Şuûr (İçsel Farkındalık) hallerinin kelimelere dökülmüş tercümeleri.

      Peygamberlerin kavmini terk etmesi, gelinilen Şuûr boyutunun nefsi dizginleyecek yetkinlikte/yeterlilikte olamaması, kavmin helakını istemeleri (dua diyelim), kalıplaşmış eylem ve düşüncelerimizin kontrol edilebilmeleri ve ruhta yok olabilmeleri için özümüze olan irtibatımızın artırılması.

      Gönledoğan: İnsan kendi bilinç seviyesinin derecesini bilebilir mi?

      Evet, olgunlaşma süreçlerini geçerken fark edebileceği bir yer olacaktır. Bunu bebekken, kendinizin bebek, karşınızdakinin yetişkin insan olduğunu fark edemezken, büyüyüp akıllandıktan sonra çocuk mu, delikanlı mı yoksa yaşlı mı olduğunuzu bilmenize benzetebiliriz. Bu olay aslında bu farkındalığın dünya yaşamındaki misalidir.

      Gönledoğan Tefekkür belli bir disiplin olmadan bu bilinç seviyelerini geçmeyi sağlar mı? teşekürler:)

      Tefekkür başlı başına disiplin isteyen bir süreçtir ve göklerin krallığına kanat açmanın en hızlı yoludur.

  10. Habil ile Kabil.. Elbette güzel bir kız için kardeşini kıskanarak öldüren bir kişinin hayatını anlatmıyor :).

    Âdem [‘Elif’ (Allah) + ‘Adem’ (yokluk) >> Allah ile var olduğunun bilincinde olan “yokluk”] ismi verilmiş, kendinde sınırsız Şuûr platformunu hisseden, tadan kişi psikolojik olarak dünyaya döndüğünde kendisinde bundan sonraki süreçte iki hal (iki Âdem evladı) hasıl olur doğal olarak.

    İkisi de yaşanır insanda..

    Birincisi bu halin devamlılığını sağlamak amacıyla, samimi bir şekilde, takva sahibi olarak Âlemlerin Rabbine yakınlaşma çalışmaları (‘kurban’, boğazından kesilmiş adak hayvanları değildir), ki bu Rabb indinde maKBuL (kurbanın kabulü) olandır. > Habil ile sembolize edilen..

    İkincisi ise Âdemliği, sınırsızlığı tatmanın nefse vermiş olduğu, şımartıcı egosal haz. Çoğunlukla olan budur. Günümüzde tasavvufla, mistisizm ile ilgilenen bir çok insanda manevi duyguların insana vermiş olduğu kibir, hırs görülür. > Kabil ile sembolize edilen..

    Artık bundan sonrası, kişideki Habil ile Kabilin mücadelesidir. Ve çoğunlukla Kabil Habili yani, nefsin maneviyatı egosu için kullanması, bizi Allaha yaklaştıracak düşünce ve davranışların pratiğe dökülmesine engel olmaya çalışır, daha tatlı gelir nefsin şımarıklığı ve manevi mertebeler için olan hırsı (Kabil’in Habil’i öldürme isteği).

    Kabil’imizdeki ‘hırs’, karganın ba’s edilmesi (diriltilmesi/belirginleşmesi/somutlaşması) olarak âyette ifade edilmiştir. Karganın toprağı eşeleyerek örnek teşkil etmesi, Habil’in cesedinin gömülmesi ise, bizi sınırsız farkındalığa götürecek eylemlerimizin, manevi mertebe vd. kazanma (Habilin kızkardeşine göz koyma) hırsı yüzünden beden/zihin toprağında kaybolması/gömülmesi anlamınadır diye düşünüyorum.

    Aslında daha da detaylandırılacak kısımları var, fakat sıkmamak için burada kesiyorum.

  11. Manevi mertebe kazanma hırsı, farkındalığı artıracak eylemleri nasıl engeller?

  12. AHHA, evet aynen dediğiniz gibi size katılıyorum, umarım şartlı ve ön yargılı beyinlerce anlaşılırsınız, böylece neden varız biraz anlaşılmış oluruz.

  13. Sonsuzluk Kulesi yorumlarınızı farklı bir bakış açısı olarak görüyorum, beğenerek okudum fakat merak ettiğim bir şey var; Sanırım siz tüm varlıkların bir değişim ve dönüşüm ile yaratıldığını düşünüyorsunuz yani biraz daha açarsak bütün yaratılanların yaradanın sonsuz enerjisinin zerrelerinin başkalaşmış değişmiş dönüşmüş halleri olarak görüyorsunuz. Ama merak ettiğim, ALLAH C.C ‘ nün bir varlığı yoktan var edebileceği gücünün olduğunuda destekleyen bir cümle göremedim, böyle bir sıfatının da olduğuna inanmıyormusunuz acaba?

  14. Değerli Saygı, yazı içerisinde bahsetmiş olduğum Kur’ãnî kullanımda da olduğu gibi Khalak=Yaratmak kelimesi, “yoktan var etmek” anlamına gelmemekte ve bu anlamıyla kullanılmamaktadır. Kur’ãn’da da Mutlak Varlığın “yoktan var etmek” gibi bir sıfatından bahsedilmemektedir.

    Bizlere “yoktan var etme” şeklinde anlatılan, aslında Allãh’ın “subhan” olan zatında Potansiyel halde bulunan İLMİN açığa çıkması ve algılanır olmasıdır. Bu açığa çıkış ve algılanır oluşu da yaratmanın gerçekleşeceği boyutun kanunları çerçevesinde gerçekleşir.

  15. Yorumlarınız alışılmışın dışında ve geliştirici, takıldıgım konu suki kuran Allahın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu söyler yani bu cümlede bence yaradanin yoktan varetme kudretinin de olduğunu apaçık doğrulamaktadır. Allah kainatı yoktan varetmiştir, tabiki sonra şekilden şekilde sokarak çeşitlendirmiş ve güzelleştirmiştir diye düşünüyorum. Demek istediğim evrim Allahın yaratma sanatlarından biri olabilir ama bu haşa Allahın yoktan varedemeyeceği anlamına gelemez. Bu konu dile getirilirken önyargılı insanların sizin hakikati arama ve anladığınca aktarma yolunda olduğunuzu düşünmeleri açısından daha uygun olmaz mıydı?

  16. Değerli Saygı, bizlere “noksan sıfatlardan münezzeh” diye anlatılan “subhan”, Allãh’ın sıfatlarıyla/özellikleriyle kayıtlanmayan (Zâti itibariyle) bir yönünün de olduğu anlamınadır.

    Bu “subhan” oluşun, yönün HALİFE potansiyeli olduğundan bizlerdeki karşılığını şöyle anlatayım:

    Varlığımızdaki ve varlığımıza ait tüm düşünce, duygu, sıfat, özellikleri, tanımlamaları çıkardığımızda geriye kalan bir boyut vardır bizlerde, cinsiyetsiz, sıfatsız; kişiliğimizin-egomuzun tersine asla yok olmayacak olan, varlığı Mutlak Varlıktan olan, salt BEN hissi (düşüncesi değil !).

    Bu bizdeki “subhan”, yani kelime anlamıyla da “yaratılmışlıktan” “uzaklaştırılmış”, kendi kendine var olan, varlığı bir nedene bağlı olmayan boyutumuzdur. Bütün düşünceler, duygular kısacası algılamalar, bu TEK olan BEN FONU üzerine yamalanarak gerçekleşir.

    Şimdi, böyle bir boyutumuzun olması her istediğimizi yapabileceğimiz anlamına gelmemektedir, çünkü alt boyutlarımızda, yani düşünce-duygu-madde beden boyutumuzda belirli ilkeler istikametinde hareket etmekteyiz. Yani, “subhan” boyutumuz var diye, 2+2’yi toplayıp = 5 yapamayız, havada uçamayız; burada konu gücümüzün bazı olgulara yetip yetmemesi değil, evrensel fiziko-kimya kurallarıdır.

    “Her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilen” ifadeleri bir Tanrı’nın tanımıdır; ama Allãh bir süper-insan özellikleri olan bir Tanrı değildir. Örneğin, El-Kadir, “her şeye gücü yeten” demek değil; “gücün mutlak olarak onda olduğuna” işarettir.

    Akla şu gelecektir: Allãh’ı kendi koyduğu kurallara mı mahkum ediyoruz? O koyduğu bir kuralı bir üst kural ile istediği her zaman değiştirmeye kadir değil midir?

    İşte bu bakış açısına yaratıcının SÜPER-İNSAN/EGO formatında düşünülmesi diyorum.

    Yaratıcı benim sınırlı zihnimde kimlik, kişilik, ego sahibi, düşünen, sonra karar veren, arada bir müdahale eden bizlerin SÜPER/SINIRSIZ versiyonu bir varlık değildir (tenzih gereği ne olmadığını anlatmak istedim). En güzel isimler olarak adlandırılan Yaratıcının vasıfları ise sınırlı insana, insan dünyasına/zihnine göre yapılmış, yaklaştırıcı tanımlamalardır, gerçeği/sınırsız olanı hakkıyla ifade etmez.

    Örneğin, El-Âlim oluşu gereği, Kainattaki BİLGİ Varlığın her zerresine YAYILI/KAYITLI haldedir, Yaratıcının Zât’ının (teşbihen) alt boyuttaki bir GÖRÜNÜMÜ/GÖLGESİ/TECELLİSİ olan kainatın BİLİNÇli oluşuna işâret eder. “O her şeyi bilir” ile mecazi olarak anlatılmak istenen budur kanaatimce. El-Âlim oluşu gereği Kainat BİLİNÇLİDİR/FARKINDALIKLIDIR (insani bir bilinç değil, bu önemli). Evrim de, Âdemin atalarından evrimi de boyutumuzdaki ilahi iradedir, çekim kuvvetinin sürekli çekmesi gibi; tabi burada insani vasıflarda bir kontrol/iradeden bahsetmiyorum.

    El-Hâlik oluşu gereği, Yaratıcının Zât’ındaki POTANSİYEL İLİM, ALGILAMA düzeyine İNDİRGENİR.

    Örneğin, (teşbihen) nasıl ki ışığını yayan Güneş ışığını kesebilir mi, kesemez mi sorularının muhatabı bir EGOsal varlık değil ise, Yaratıcı da mahkum etmek/edilmek, zorunda mı değil mi gibi soruların muhatabı değildir, çünkü bu anlamda bir SIFATI yoktur. Allah’ın El-Kadir liği her şeye gücü yeten bir insani-tanrıya değil, BİLİNÇLİ olan Varlıkta GÜÇ/ENERJİ/KUDRET olduğuna işarettir.

    Şu yazıda da birazcık bu konulardan bahsetmiştim:

    https://sonsuzlukkulesi.com/ezeli-sistemdeki-kendiliginden-mekanizmasi

  17. İnsan konusu ve DİN’in insan felsefesine girişi için mükemmel bir yorum. Ancak daha yalın bir dille açıklanması gereken kavramlar var. ÖR; İblis/ şeytan/ATEŞ kavramının insandaki Öfke, hırs, kıskançlık …vb fenomenlere tekabul etmesi gibi. Ya da İlk günah denilen yanılgının adem/insanın iradesinin ortaya çıkmasındaki rolu… ŞEY’i tanımlamanın insanlaşma sürecindeki rolü… vd. Dilerseniz buna benzer bir makalemi gönderebilirim. Uygun görürseniz yayınlarsınız.

  18. kaf suresini açıklar mısınız ? özellikle 17-37 arası ve özellikle 27. ayet. İnsanla beraber olan dost kimdir ? tanık ve sevk eden kimdir? Sevk eden kişi bahsedilen yanındaki dost mudur yoksa tanık ve sevk edenden farklı mıdır? Kaf 17 deki gözetleyiciler, tanık ve sevk eden aynı güçler midir? Açıklarsanız sevinirim?

  19. Kaf-17’deki “mutelekkiyan”; yani “iki karşılayıcı” dinde “Kiramen Katibin” diye isimlendirilmiş, yapılan fiilleri kaydeden resullerdir (Zuhruf-80).

    İNSAN’ın “Sağ” ve “Sol” yanında otururlar ile kastedilen, İçsel Farkındalık (Şuûr) açığa çıkmakta olan, bilinci genişleyen Beynin/zihnin gündelik bilince bakan yönü (sol) ile Evrensel bilinçaltına bakan (sağ) yönüdür, düşünce sistemime göre.

    Kaf-21’deki, İNSAN’ın üzerindeki gözetleyici, ŞAHİT, bütün düşünce ve fiillerini KAYDEDEN/HAFIZAYA alan bu beyin yapılanmaları; ve Sâik, sevk eden de hayra veya şerre yönlendiren, motive edici bedensel iç güdülerdir.

    Kaf-23, 27’deki “Karine“, yani “birlikte olan” ise her insanın potansiyel olarak özünde taşıdığı hakiki kimliğidir, farkındalıklı, Şuûrlu-Halife yönüdür. Bu gizli olan “Karine”, kişi “ölmeden önce egosuna ölme” süreci içerisinde ve Sûr’a üflendiğinde fark edilir, hissedilir hale gelir. Çağla’da saklı sıfatsız, kayıtsız, sınırsız Karine, Çağla isimli egonun ölümünü/yanmasını/azabını/zat boyutunda kaybolmasını/hiç bir zaman var olmadığını seyreder bu süreçte.

    Kaf sûresini yorumlamada bunlar ip uçları..

  20. Sonsuzluk Kulesi selamlar
    Ayanı sabitenin değişmemesi ancak buna karsın levhi mahfuzun değişmesi olayını anlayamıyorum.Yani bu kişinin terkipsel manalarının değişmesi buna karşın Allah ilminde nasıl yaratıldı ise o şekilde olması anlamına mı geliyor?Biliyoruz ki nefs safiye boyutundan emmareye düşebildiği gibi emmareden safiyeye tekrar yükselebiliyor.Bu durumda ayanı sabite denilen olay saf bilinç olup alt kademeler levhi mahfuzdan okunanlarmıdır?Düşünceleriniz nedir?

  21. Sonsuzluk Kulesi. yukarıdaki yorumlarınızı yeni okudum. Çok güzel yorumlamışsınız adem halifeliğini. Ancak saygı adlı kişiye vermiş olduğunuz bir yorumda süper insan/egodan bahsetmişsiniz. Doğrudur bu konuda kanaatimce.ancak bence atladığınız bir konu vardır ki buda ledünni ilimler konusudur.Yani imandan ikana geçiş noktasıdır ki ef’al aleminde bir takım mucizelerin meydana gelişidir.Aklınızdan saf (mardiye boyutunda) geçirdiğiniz düşüncelerin oluşum sürecinin hızlı olması ve bir anda karşınızda bulma olayı var. bu gerçektir. Size garanti bile verebilirim)) ama bu sizin aynanızın temizliğine bağlı. selamlar..

  22. Levent Bey, Âyânı Sabiteyi, Levhi Mahfûz’un (Mahfûz burada bilinenin aksine” değişmez, sabit” anlamında değil; hıfz edilmiş, hafızaya alınmış, kaydedilmiş anlamında “korunmuşluk” içerir) çok boyutlu bileşkesi olarak görüyorum.

    Şöyle basitçe bir örnekleme yapayım:

    Şu an gelen verilere göre hafızanız değişebilir, beyniniz buna göre şekillenebilir ve şekilleniyor da zaman boyutuna tabi olduğu için. Öte yandan, bir üst boyut bakışıyla, yani zaman ötesi boyuttan baktığımızda ise sizin 70 yıllık ömrünüze..

    Bu 70 yıllık ömrün ürettiği (zamana göre) NİHAİ (zamansızlığa göre halihazırda var olan) MANAYI, RUHU da bir cetvel gibi düşünüp bu cetvelin bütününü de yukarıdan tek ve tümel bir şekilde görebildiğimize, hatta bu cetveli elimizle tutabildiğimize odaklanalım..

    Zamana tabi ve zaman içerisinde gelen verilere göre her an değişebilen, BİLGİYİ KORUYAN/MUHAFAZA EDEN/KORUNMUŞ LEVHA olan Beyin bir nevi Levhi Mahfûz; bu cetvel, zamana tabi olmayan bu üst bakış açısıyla Âyânı sabitemiz gibidir.

    ÖZ, ÖZET, TOHUM olan Âyânı Sabitenin, bir alt boyutta, farklı bir bakış açısıyla AÇILIMINA, AĞACINA, TAFSİLATINA ise Levhi Mahfûz diyebiliriz.

    Başımıza isabet eden olaylara verdiğimiz tepkiye göre Levhi Mahfuz sabit de kalabilir, değişebilir de. Bütün bu bilgiler ise MUHAFAZA edilir APAÇIK bir KİTAP’ta..

  23. O zaman aslında cetvel her zaman elimizde. sadece B sırrı ile rahmaniyet boyutumuz rahimiyetten gelen bir şekilde açığa çıktığında yada noktadan açığa çıkan açı kesiştiğinde ki bu durumda rahimiyet evrenin taa kendisi oluyor (bismillahirrahmanirrahimi OKUdugumuzda ki bu ayanı sabite boyutu, Dediğiniz gibi ÖZ, TOHUM) boyutsal zamanda (AN) yükselerek (KAZA) hıfz edilmiş bilgileri (levhi mahfuzdan yansımaları) ŞUURda yaşıyoruz.(KADER)…doğrumu anladım?
    Benim ikinci sorumda suydu kişi nefsini,terkibini emmare seviyesinde yaşayıpta başına ilahi bela ve dert geldiği zaman levhi mahfuz va ayanı sabite nasıl çalışıyordu ? ki anladığım eğer ayanı sabite değişmez ise o kişinin Özü,tohumu gene kişinin kendi varlığından gelen TERKİPSEL bir biçimde ilahi cezaya nail olur ki bu aslında onun için hayır olmuş olur.Doğal olarak hayrın ve şerrin sahibi Allahtır ayeti ile de çelişmiyor.doğrumu anlıyorum?teşekkürler.

  24. Diğer yorumunuz için de… Evet, kişi saflaştıkça düşüncelerinin madde aleminde somutlaşma seyri de hızlanır; ama bunlar evrensel doğa yasalarına aykırı olağanüstü olaylar/mucize değildir ki. Gene belirli kanunlar istikametinde açığa çıkarlar.

  25. Sonsuzluk Kulesi,
    Allâhumme inniy euzü bike ile rabbi innî eûzu bike arasındaki fark nedir?

    1. Rabbî ile başlayan, terkibin sınırlılığı içinde enfüsi seyirde açığa çıkan hâl dili;
      Allahumme ile başlayan, terkip ötesi sınırsızlık içinde afaki seyirde açığa çıkan hâl dili.. diye anlıyorum.

  26. adem bilinci;ben’in kendisini Allahın kendisini indirgemiş hali olarak hissetmesi olabilir mi?yani gerçeklik,ben’in kendisini algılamasının(içsel algılama,hissetme) Allahın kendisi olması demek istiyorum ama demek istediğim de bu değil aslı,yaratılmış olmak ben’in kendisini (perdesel,indirgenmiş,batının zahir olması,oyun,saklambaç,tecahül-i arif yapması gibi )algılaması ya da Allahın kendisini ben olarak algılaması diyebilir miyiz ademi şuuru?

  27. “Allah’ın” demek yerine Tek olan RUH’un, Kozmik Bilincin, Nefsi Vahide’nin kendini indirgemesi desek yanlış anlaşılmaların önüne geçebiliriz değerli Yusuf.

    Cansız varlıklardan en gelişmiş bilinç düzeyine kadar bütün algı noktaları bu indirgenmenin belirli oranlarda açığa çıkışı.. Âdemi Şuur ise bu açığa çıkışın (gündelik bir dikkatin ötesinde) İçsel Farkındalığa dönüşümünün başlangıcı diyebiliriz. Ben şahsen böyle algılıyorum.

  28. çok ince bir nüans var sanırım…hakk denilen kainat adı altındaki perde de indirgeme değil mi?ve hepsi de Allahtan başkası da değil mi? panteizm aslında Zahir’i işaret ediyor oysa sınırlanmaktan da münezzeh elbet ancak var olan da yine o…hakk denilen de o ben dediğim de o…ayrısı,gayrısı bunca laf kalabalığını doğurmuyor mu :) teşekkürler…umarım sorularım için çok zahmet vermiyorumdur….bazı noktalarda tefekkürde zorlanıyorum…

    1. Est. bu sitede yorum kısmını açmamın nedeni karşılıklı fikir alışverişleri maksadıyla idi.. Asıl sizler kusura bakmayın, bazen hemen cevap veremeyebiliyorum, vaktim olmadığı durumlar oluyor; değerli zamanlarınızdan ayırarak yaptığınız yorumlara geçiştirici cevaplar da vermek istemem :).

      Ne demek istediğinizi de anlıyorum; nihayetinde Cahiliyye dönemi şairi Lebid’in dediği gibi “Allah’tan gayrı her şey batıldır“. Önceki yorumumda da belirttiğim üzere bu şekildeki bir ifade, yanlış anlaşılmalara açık kapı bırakabilir. “Hak” denilen de “ben” denilen de O’ndan ayrı/gayrı değil daha doğru bir ifade değerli dost. O’dur demek parçanın bütünle özdeşleştirilmesi anlamına haiz. https://sonsuzlukkulesi.com/subhanallah/

      “Allah âlemlerden zengindir (yani onlarla sınırlanmaz)” ayeti gereği, Hakk’ın tam zahir olduğu vakit (fena-cem-sırf zât makamlarında) dâhi Enel-Hakk durumudur, “Ene Allah” değil. Bu makamda O’nun idrak edilemeyeceğini idrak çıkar ortaya.. “Ene Allah”, Ben=O’yum olsa idi, O’nu idrak ettim derlerdi :).

      Şekil, üzerine çizildiği zemini iliklerine kadar hissedebilir, zeminden olur; ama zeminin tamamını idrak edemez. Musluktan düşen bir damla, içindeki kireçten, pastan arıtılarak okyanustan gelen damlalığını, ve malzemesinin aynı, SAF SU olduğunu fark edebilir; ama SAF SU okyanusunu idrak edemez, okyanus olmaz, okyanustan olduğunu fark eder.

  29. his olarak yaşanılanların hepsi kelime ile ifade edilebilir mi? hissedilen bazı şeyleri kelime ile ifade etmekte (dağarcığım fazla değildir doğru) zorlanıyorum. kelimeye döktüğümde kelimeler hissettiklerime iğreti duruyor ve ekseri yanlış anlaşılıyorum (söz meclisten harici).. burada yorum yapma-mın/mızın belki de ekseri amacı anlam bulmak, çözülmektir…histen de beri olan el-Bari, ifadesiz anda var olduğunu his olarak kendini (onun, sadece ben varım ifadesi) ifşası olsa da, bununla sınırlanmasa da kelimeleri, anlamları bir tarafa koyduğumuzda çıplak gerçeğin hakikat olması bazı şeyler… çabalarınız için minnettarım kendi adıma.. benim adıma Sahibim size daim af ve afiyet versin (alt beynimin saf teşekkürü kusura bakmayın :)

  30. (SAF SU olduğunu fark edebilir; ama SAF SU okyanusunu idrak edemez, okyanus olmaz, okyanustan olduğunu fark eder.) fazlasıyla derin bir cümle… ancak desem; Allah bizlerle ne yapmaya çalışıyor? ya da Allah ne yapmaya çalışıyor? özellikle önceki yorumumda tecahül-i arif , saklambaç, oyun kelimelerini kullandım. bir kaç yerde yazıda Allah’ın kendini kainat adı altında unuttuğu, oyun oynadığı (saklambaç) vs şeyler vardı.. mukarrebler bile Allah’ın kendinden kendine oyunu olmuyor mu? bilen de o bilmeyen de(!).. hatırlanmak, unutulmak gibi kavramlar fazlasıyla enteresan gerçekten… ben derken aslında ben diyenin gerçekte kendi gerçeğini (zatın kul noktasında ifadesi) ifade edişi ama geriye kalan tüm bilgileri unutmuş rolünde.. kul noktasında kulun kendi gerçeğini bilmesi Allah’ın kendisine ait bilişin bilinmesi bir derece ancak bununla sınırlanma zaten söz konusu olamaz tabii… saf su zaten okyanusun kendisi ancak ayıracı oluşturan ne? Allah’ın kendi kendine oyunu mu, perdesi mi, saklambacı mı, tecahül-i arifi mi? mutasavvuflardan biri mana olarak ; Allah’ı herkeste gördüğünü söyleyip de insanların kendisini ezmesi, kırması, horlaması, zulmetmesi hakkında sitemkar olduğunu söyler ve hepsi de sen ben de sen iken bunlar böyle neden der, diye söyler (bunu bir kitabında ifade eder ancak hiçliği yaşamış biridir)… sadece bu oyunu anlamaya çalışıyorum (kelimelerim amiyane ve kaba olabilir ama bazen bunlar en iyisidir ifade için)

  31. Ankebut (29) Suresi 20. Ayet:

    “De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır.” Gerçekten Allah her şeye kadirdir.”

    Evrim teorisi doğru olabilir yanlış olabilir… Benim dikkatimi çeken onlar dolaşıyor biz spekülasyon yapıyoruz ( yanlış anlaşılmasın buradaki yazı ve yorumlar için söylemedim; kastımı anlamışsınızdır)

  32. BENİM ANLAMADIĞIM ŞU;
    HOLOGRAFİK EVREN VE DİĞER BİLİMSEL (VE EVRİMSEL) AÇIKLAMALAR, KURAN’DA ANLATILAN PEYGAMBER KISSALARININ NEDEN İLLA “BOYUTSAL SIÇRAMA” OLARAK SINIRLANDIRILMASINI ZORUNLU KILSIN?!
    BU DENEYİMLER, TEKLİK İÇİNDE YOL ALAN AŞKIN ŞUURLARIN BOYUTSAL SIÇRAMASI OLARAK “HİSSEDİLEBİLİR”, FAKAT, BU DENEYİMLERİN ANA KARAKTERLERİNİN (MESELA HZ. MERYEM’İN) GERÇEKTE YAŞAMADIĞI ANLAMINA GELMEMELİDİR. ANLATILMAYA ÇALIŞILAN ŞUURSAL İDRAK BASAMAĞININ YANI SIRA, HZ. MERYEM GERÇEKTEN DE, -HZ. MUSA’DAN SONRA, HZ. MUHAMMED’DEN ÖNCE – YAŞAMIŞ BİR İNSAN OLUP, KENDİSİNE “düzgün bir beşer kılığında görünen” (Meryem Suresi,17) CEBRAIL TARAFINDAN HAMİLE BIRAKILMIŞ OLABİLİR. BU BANA HİÇ DE BİLİM DIŞI, FİZİK ÖTESİ VEYA HURAFE GİBİ GÖRÜNMÜYOR. BAZI ŞEYLERİ İLLA (AÇIKLAYABİLDİĞİMİZ) BİLİMİN SINIRLARINA SOKALIM DERKEN ÖLÜMCÜL BUDAMALAR YAPIYOR OLABİLİR MİYİZ?!
    BELKİ DE BEN HATALIYIM; HENÜZ SİZİN AÇIKLAMAYA ÇALIŞTIĞINIZ HAKİKATİ İDRAK EDEBİLECEK KAPASİTEDE DEĞİLİM, ZİRA AKLIM VE SEZGİM TATMİN OLMUYOR.
    İSTEMEYEREK YANLIŞ BİR İTHAMDA BULUNDUYSAK AFFOLA..

    SAYGI VE SELAMLAR..

    1. Yazının içinden şu cümleleri kaçırmayalım:

      “Bilinç, evrimsel süreç sonucu evreni, hakikati sorgulayabilecek seviyenin ötesinde, Âdem’liğine ulaştığında..”
      “Bundan sonraki cümlelerimizde kullandığımız “Âdem” ismi ile kastedilen geçmiş bir zamanda Âdemî bilince nâil olmuş tek bir kişi değil, her çağda İNSANlığın bu ilk basamağına ulaşma şükrüne kavuşmuş beyinlerdir.”

      Yani, elbetteki geçmişte bazı insanlar da bu Şuur seviyelerine gelmişler. Yani kendi milletlerinin isimlerdirmeleri farklı olsa da (John, Michael, Nebukadnezar gibi :)) Ademliği, Meryemliği, İsalığı yaşamış kişiler olmuş Rasulullah’tan da önce.. Kur’an bu, geçmişte nasıl ki bazı insanlar yaşamışsa bu halleri, Muhammed isimli yüce ahlak da bu şuur boyutlarını yaşadığı/geçtiği için Kur’anda bu haller sembolik olarak bizlerin ifadesine indirgenmişler.

      Kur’an delillerle konuşmayı, iddia sahiplerinin de delil getirmesini ister; Allah hem değişmez denen bir sünnetullahım var diyecek, hem de bu -dikkat- inançlı, inançsız herkesin ortaklaşa gördüğü, tattığı, bildiği, yani ortada olan sünnetullahı bozacak eylemleri ispat, delil diye bizlere sunacak ve bizlerden inanmamızı bekleyecek? Kur’anın maksadı bu mudur? Uzak hikayelere inanmak..

      Yazı içerisinde de belirttiğim üzere, hikayelere, mucizelere inanmıyorum. Geçmişte, Rasulullah’tan önce X adlı bir kişi Meryem şuurunu da Kur’anda sembollerin işaret ettiği şekilde yaşamıştır diyorum :).

  33. (: Bu değerli açıklamalar için çok teşekkür ederim. Bazı noktalar aydınlandı.

    “…Muhammed isimli yüce ahlak da bu şuur boyutlarını yaşadığı/geçtiği için Kur’anda bu haller sembolik olarak bizlerin ifadesine indirgenmişler” diyorsunuz.
    O halde, Kur’an’da geçen “inzal” fiili bize kadar erişen bu “indirgenme”yi mi açıklıyor, yoksa direkt Hz. Muhammed’in şuuruna yansıyan bir “nüzul”ü mü?

    1. İnzal, yani hücrelerine kadar işleme hem Rasul’e hem de Mü’minlerin Şuur’una yansıyan his, idrak; bu hissiyat o Rasul veya Mü’minin toplumunun dilinde OKUNURAK dilde ifade bulur!
      Ayette diyor ki, bu inzal ettiğimiz “kuranen arabiyyen”; “Arapça okunan”!
      Kısaca, inzal olan İDRAK; indirgeme ise İKRA/TOPLUMA AKTARMA!

  34. Benim kendi tecrübemden anladığım kadarıyla (sizin ifade ettiğiniz evvelki peygamberlere tekabül eden şuur basamakları diyelim kısaca) şuur basamaklarını çıkmak farkındalık ile bereber oluşan bir durum.

    Yani kendimizdeki “işleyişini fark ettiğimiz” yani şeytani, bedeni cinni diye bahsedilen ego, bedensel tabiiyetler ve alt bilinçteki duygu kodlu şartlanmalarımızı fark ettiğimiz oranda bir üst şuur basamağına çıkıyoruz. Bu işleyiş otomatik adeta. Çünkü işleyişini gördüğün artık ayan olan ama öncesinde farkında olmadan yapılan şeyler yapılamaz olur.

    Geleyim soruma, Üstad bu farkındalığı nasıl hızlandıracağız, ama bana şu yazımı oku deme :)

    Misal yollu derdimi açayım:
    Ayın olduğu gecede karıncayı görüyorum.
    Ancak kara gecede kara kayanın üzerindeki kara karıncanın ayak sesini nasıl işiteceğim?
    Senin belli bir usulün var mı bu konuda?
    Çünkü zaman en değerli şey ve geçiyor hızla..
    Görüşümüzü nasıl bileyip keskinleştireğiz?

    Allah ilmini arttırsın , selamlar.

  35. Melekler ve Büyük Melekler..
    melekler ; Nefs-i Levvâme deki kişinin kendini kınaması pişmanlık duyması sorgulaması v.b
    büyük melekler; örn samediyet-hiçbir şeye ihtiyaç duymayan gibi esmaları tam yaşamak
    Melekler ve Büyük Melekler.;bunu sizin kelimelerinizle açıklayabilirmisiniz

  36. bilinçaltı ; bu anlaşılmazı çok zor olan kavram bu yazınız da tarif edilen ”duygusal belleğimiz” mi oluyor ?

    1. Hayır, “bilinçaltı” daha doğru tanımıyla “bilinçdışı” bellek de içerir; ama daha kapsamlı bir kavram. Zihnimizde kayıtlı olan ama bilincin farkındalığında o an olmayan (ör: sırtınızı hissetme) ve olamayacak olan (ör: pankreas hücrelerinin çalışması) tüm süreçleri içerir.

  37. ”Tâ iki denizin cem olduğu yere varıncaya kadar yoluma devam edeceğim;” ayeti; bilinçaltını kontrol edebilen, onu koruyabilen güçlü bir Bilinç düzeyi mertebesi ne yolculuğu mu anlatıyor

    ”uzun yıllarıma mal olsa bile..” ayeti de; Nefis terbiyesi bu nedenle milyonlarca yıllık tarihe meydan okumadır ve kolay bir mücadele olmadığı

    1. Yıllar önce şahsen benzer bir yorumu yapmıştım bu kısmı sual eden arkadaşa :). Hızır, evrensel bilinç; Musa, evrensel bilince ulaşmaya çalışan gündelik; fakat güçlü bilinç.

      1. ve yıllar once Ehl-i Medyen içinde (Şuayb a.s.ın yanında) senelerce kaldın… Sonra da kaderin üzere buraya geldiN yâ Musa!”

  38. Musa yola çıkacak yemek için pişmiş B alık alacak Balığı genci YUŞA taşıyacak bu ikisi iki denizin birleştiği yerde İlim ve Rahmet almış olan kullardan bir kulu kayanın yanında bulacaklar kayanın yanında bulabilmek için birden pişmiş olan balık canlanıyor ve bir fırsatını bulup acaip bir şekilde denize dalıveriyor ve denize dönüyor ve normal bir olay mı sence görünen anlamda senin yanında balık ölü iken dirilse kalbten gidersin :)) Musa’nın yanında birden dirilen balık diye bahsedilen pişmiş balık zaten olmuş bitmiş bir olaydan bahsediyor akıl pişmiş çokluk alemi bitmiş olayların iç yüzü dış yüzü diye bir şey kalmamış Yuşa diye görünen genç Musa ile yürüyen Hazır Hızır denilen İlim ve Rahmet almış kişinin ta kendisi.Olayların sonrasında genç (feta) artık yok dikkat edersen ha sen istersen deki Musa ‘nın yaşlanmış şuurda yükselmiş safi olmuş bilinç mertebesi dilediği manaları ortaya koyabildiği için kendi gibi denizde yüzen balıklara alt benlerine ilim öğretmeğe gidiyor yani bir nevi balık tutuyor denizde kendi kendine ilim öğretmeğe ve kendi gibilerine ama istersen Hazır de niye Özüne yolculuk talep ediyorsan Hazır olmalısın ki hazırlanmalısın ki Hay olan her an Hazır kapında bekliyor seni. Gözünün önündekini tanıyamamak çok koyar İnsana birde beraber yürüyorsun düşünsene koca bir Nebisin 40 yaşında :)) Koca bir Nebi göremiyorsa senin benim görememem çok normal Şuayb Nebinin Orman halkı çokluk içinde. Her Nebi beşeriyetide cem ettiği için özünde manaları hem içte hem dışarısında aynı anda yaşar kızım sana söylüyorum aynı zamanda gelinim sen de anla:)) Orman halkı ilmel yakın bilgiden uzak teklik bilgisi yok Medyen halkıda deniz kenarında yaşıyor İlmel yakiyn bilgi sahibi ama bunu şuurun alt seviyede tatmış olan diğer benleride kullanıyor(ötede ilah yok ben hakkım dilediğimi yaparım bilgisi) Firavun gibi denizde boğulan bir benlik durumuna düşüyor ayakların kaydığı :)) Hani deriz ya aklını başına al, akıl düşmüş bataklıktan çıkmağa çalışır iken bir bataklığa daha düşüyor yüzmeyi bilmediği bir denizde çırpınıyor tabi bu anlatılan durumların seviyeleri var sadece yaşamış olanlar bilir,bildirir; bizim ağzımıza balın tadını demeyelim de kokusu geliyor bal var diyoruz ama ağzımıza çalan yok Sözün özü ne kadar hakikatı anlatan kitap varsa al oku en azından bilgim var balın kokusunu aldım de kokuyu veren elbet balı ya verir ya vermez sende ki MaArif lik de şu olmalı versen de vermesen de RAZIYIM. Diyemiyorsan… Kokusuna nankörlük etmiş olursun:))
    Bu arada İbni Arabi Kuran tefsirini (yorumlama, yorum) tavsiye ederim incelmenizi. Sonsuzluk Kulesi Bey de pdf olarak eklemişti ücretsiz pdf kitap indir bölümüne sonra ne oldu bilmiyorum. Bu arada yıllar önce arkadaşın biri bu konuda düşüncelerini paylaşmıştı :))

  39. ÇOK TEŞŞEKKÜR EDİYORUM Kim Bilir (ADEM

    paylaşımlarınız oyle fikir açıcı, oyle bilgilendirici ki akış hiç kesilmeden devam etsin çok isterim..

    sade küçük bir eleştirim;
    düşünceleri , yazım diline aktarmada biraz karşık oluyor sanki
    hoşgörünüze sığınarak…

  40. Merhabalar Can (Hay Diri) AN ( DeHr) isminizin bir anlamı çıktı HaYDhaR da erkeğe verilen isim Dİiri Türkçe kelime – Hay Arapça Dehr -Arapça An-Türkçe diye geçmiyor ama Türkçeleşmiş bir kelime olarak Ruh yüklemişiz belkide bizden almışlardır :)) anlamı en kısa zaman dilimi ,tasavvufi manada AL LA HU Mutlak Ben’in kendi kendisi ile olduğu isimsiz ,sıfatsız özelliklere bürünmediği sırf Ben varım Şuuru.Kelamın((Türkçe Söz söyleme ,Anlatı) ilk sözü sizin isminiz, bunu biliyor mu idiniz veya düşündünüz mü? Hiç Bu da nerden çıktı derseniz Ey Can (Hay) bu Sözüm sana Oku AN O Ku -r – An D oKu An belki bir şeyler çağrıştırır Ruhunuzda Biliyorsunuz İSMİ Ali olanın bir bir ismide HaYdar idi Anın dirisi idi Ey gidi Koca HayDar diyor ya hani :))Ululuğu yüceliği kendinden olan Her Nebinin sırrında idi benim ile ap açık göründü dediği Ali ; Can ı Can ım Ruh u Ruhum, Cism i Cismim, Kan ı Kanım, Can da CaN An ım Ali (Ulu, Yüce) Son Hatem (Mühür) Nebi (Haber) farslar Pey Gamber diyor hani Ali ilmin Kapısı ya MaHMuD DA şEhRİ belki diyorum DirilEr bizi Şehre almak için bizden haber bekliyorlardır Sizce de olamaz mı:)) çOK KoNuş Tum :)) biliyorum Kelimelere Mana saklamışlar bende gizli saklı sevmiyorum hAMURU açmak diliyor Gönül. Evet eleştiri olmadan olmaz, aklımızın varlığa tutunma sebebi olarak görüyorum CaN aN
    Sade küçük bir eleştirim;
    düşünceleri , yazım diline aktarmada biraz karışık oluyor sanki
    hoşgörünüze sığınarak… Ben tarafından herhangi bir karışıklık yok ben de anlattığımın karşılığı kelime olarak değil Ruh olarak var Diri ve Can lı ama ben bunu yazım diline aktardığımda aynen size bende olan Yaşanmışlık, Enerji klavyeden(yazı yazma tahtası):)) akıp sizin B ilgili Sayar ‘a aynen akar ama siz bunu alacağınız zaman içinde bulunduğunuz gürültülü bilinç veya gezegen saati veya kilitlenmiş bilgi bu bilginin size akmasına engel olabilir Bir Pazar günü Güneş günü Satürn saatinde tekrardan ele alınız ,dünyevi hiçbir uğraşı olmadan sakin,dingin,huzurlu bir anda tekrar Oku yun An’ın. Bilgi size akacaktır, kapalı kalmış kilitli kapılarda açılacaktır.Huzur da iken İlahi işlek AKIL Ruh Sema kapıları hiçbir çalışma olmadan açılır Melekler kanatlanır.Onu Oku mak için acele etme, Bİz sana O nu Okuyacağız:)) diyor ÖZ kIYaM ET SÜRESİ o NUN (KALEM) gizli gördünüz mü ŞİMDİ Onun der iken orda gizli bir NUN var Kudret Kalemi ile Beyin haritanı değiştirir CeBra İL O zaman kolaylaşır Acele ETME Andığı An An Acaksın B eni K endini KızıM Sana söylüyorum Gelinim Sen AN LA bURASI kUŞ DİLİ SüleyM An olan anlar :))

  41. Eleştirinize tüm Kalbimle katılıyorum,çok yerinde olan bir düşüncenizi dile dökmüşsünüz, kelimeler aşağıların aşağısı olarak görülen bilinç katmanının titreşimsel bir ifadesidir bize de kelime tekrarı yapmak değil anlatılan olguları Ruh’da (ben varım bilinci olan hissediş ) de yaşamak ve o kelimelere Can vermek Ölü iken Dirilttiğimiz diyor Kendimiz ile An’dığımız HaYat (Can) verdiğimiz diyor ayet siz bulun yazmama gerek yok durumu kişinin duası (isteği) oluyor İbrahiym Nebinin (haber veren) dört kuş örneği gibi bana göre şu yazdıklarımda bile altının çizilip açıklanması gereken çok fazla öğe var :)) aynı duygu ve düşüncelere ve aynı bilgi düzeyine sahip değil isek eğer, birbirimizi etkilememiz çok zor ama aynı düzeyde aynı sorgulayıcı akla,zekaya,fikir,hayal,düşünce,sezgi ve ilhamlara açık ve yönelik isek beyin haritamızda uyumlanıp eşitlenebiliriz . Birbirimizi yükseltebilriz tek bir dalga formuna veya notaya (karar sesi) akışa sürüklenebiliriz:)).Mutlak Ben,Öz. İstek sırf O olunca O nun ilminin yaşandığı kemal sahipleri bir araya gelirseniz yükselişiniz daha çabuk olur bu nasıl olacak canlı kanlı yüz yüze görüşmeler ile fikir alış verişinde bulunur iken gözlenenin zihninde olan bilgiyi dile getirir iken şuur ve beden hareketlerinin dışa vurumundaki izleri tarayarak diri b akıl mı ölü b akıl mı olduğunu göz ile görerek ilahi farkındalık sahibi kalb ile bütünselliğininin uyumluluğuna bakarak anlayabiliriz Orda kullardan bir kul var ilim sahibi B alık sahibi Yuşa ilahi akla sahip kişi Rahmet Kalb (yürüyen ka l be:)) sahibi olması İlim ( ilahi b Akıl sahibi olması ) Öz akıl sahibleri bu kelimelere kodlanmış Manayı okuyabilirler Ulul ER Bab Yüce lerden gelip aşağı katlarda bulunan İnci ve Mercanları Deniz ile meşkul olmaktan çıkarmak için yine söylüyorum kullardan bir kul :)) ilim ve rahmet Mutlak zatın sadece bir yönü ötesi ne olabilir der isen şöyle bir örnek vereyim dünyadaki negatif zıt denilen olumsuzlamağı çıkarır isen sırf pozitif kalırsa Rahmeti ve İlim mi nasıl bir algılamağa dönüşücek hiç düşünmedi isen düşün sadece yedi zati vasfını biliyorsun ya ötesi doksan dokuz denilen ismin ötesi ne varsa nerde yaşanıyor bu bizim içinde bulunduğumuz evrende mi veya galakside mi ve ya diğer çok boyutlu paralel evrenlerdemi veya bizim için kelam da söylenilen aşağıların aşağısı tabiri :)) Evren mi,galaksi mi, dünyamı yoksa evren içre evrenler mi? şimdi buna göre kulları ve büyük melekleri düşün :)) Belki Melek diye kodlanan kelime daha yüksek ulvi bir mekanda şu anda yaşamakta olan yüce asıl insana işaret için kullanılmıştır tıpkı mikroskop veya teleskop ile baktığımız bizim, en küçük veya en büyük diye adlandırdığımız canlılara bakışımız gibi ama tabi yine düşün tek bir AN da zamansız ve mekansız bakabildiğimizi:)) boyutları düşürerek :)) Bu arada değerli yazar Oktan Keleş beyefendinin Kulbak Bilge adlı resimli romanının 359 ncu sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim Türklerin Evren ve Kainat Tasavvuru Bilgisi. Sağlıcakla Aşk ile Esen Kalın:)) Anın dirisi deyip duru veriyorum Yahya Hayy Misak veren Nebiler kime verdiler Acaba :))

  42. ”Anın dirisi ” ne güzel bir anlam çıkardınız, çok mutlu ettiniz beni
    ”Acele ETME Andığı An An Acaksın ” tavsiyeniz gereğince yazılarını defalarca okuyup anlamaya çalışıyorum
    işte o zaman cevaplarım daha farkılı olacaktır tabii…
    çok teşekkurler Kim Bilir (AdeM)

    1. Bak bu gece Kandil gecesi Kadir suresini okumaya çalış, 80 yıllık ömürden daha hayırlı olan :))İns An süresinide OkU, bu gece dediğime bakma aslında her günün her dakikasının saniyesinde gecedeyiz orda şöyle bir ayet var 30-) Ve ma teşaune illâ en yeşaAllah* innAllahe kâne Aliymen Hakiyma;
      Allah dilemedikçe siz (O’nu) dileyemezsiniz… Muhakkak ki Allah Aliym’dir, Hakiym’dir.

      31-) Yudhılu men yeşau fiy rahmetiHİ, vezzalimiyne e`adde lehüm `azâben eliyma;
      (Allah) dilediğini Rahmetine (İslam’a, tasavvufa) sokar… Zalimlere gelince, (Allah) onlar için elim bir azab hazırlamıştır.Kendine sor hakikaten kendi hakikatini istiyormusun? Korkularını at sana ait olan olmayan ne varsa, sen senliğinle hiçbirşey yapamazsın şunu düşün sen O sun O istemese sen bu düşüncelere nerden varacaktın istemiş ki dilemiş ki sen şimdi bunları düşünüyorsun dilediği kullarını çalıştırır kendisi için Sonsuzluk Kulesiı düşün çalışmış emek vermiş şu yaşadıklarını bizimle paylaşmak için belki o kelamda (kuran) ki bir kelimeyi anlayabilmek için nice eserler okudu:)) ama bunu karşılıksız senin ve benim için ve diğer canlar için bir araya getirdi büyük bir emek kendisine ne kadar teşekkür etsem de hakkını vermek mümkün değil ama bazı kullarınada çalışmadan hiç emek harcatmadan bir karşılık beklemeden veriyor neden acaba:)) Dilediğini yapıyor yaptığından soru sorulmuyor sen nasıl böyle bir iş yaparsın diye bunu gündelik bilinçle hep yapıyoruz ama o dilediğini yapıyor hani bir deli görürüz ya delidir karışma deriz ama hep gülerim deliye karışma denir ya ama Öz’e gelince burası bir nükte anlamışsındır umarım :)) o yüzden verse de vermese de Razıyım Rıza kapısı Öz Canan olarak kendini görmekten, bilmekten ve bu şekilde değerlendirmekten RAZI acaba Canan olan da hoşnud mu herkesin bir kapısı var kimine aşk kapısı kimine cömertlik kimine de mertlik kimine de yetimlik var sen bir kapıdan gir içeri bak sonra neler ola bak Sonsuzluk Kulesi hizmet kapısın tutmuş BiRinden girmiş Amaç Kabeye BiR Kapıdan girip 40 Kapıdan çıkmak İmam Ali Kabeden doğarak çıkmış :)) Muhammed Mustafa son Nebi olmuş bütün kapıları tutmuş Ben Ahir’im(sonu olmayan sonsuz ) demiş hemde Zahir’im demiş Beni gören Hakkı gördü demiş An mış kendini kendinde Canlara Can katılmış Bir olan kendine 40 kapı katmış 40 olan da kendine bir kapı Sâd Suresi 72. AyetFe-iżâ sevveytuhu venefaḣtu fîhi min rûhî feka’û lehu sâcidîn(e) “Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın.” Noktayı uzatıp yaydım O’na tekrar Nokta koyduğumda DİYOR Kendine dua ediyor kendini kendisi için istiyor.Acele etme Ben senin Can’ına Okuyacağım diyor o
      Kur AN’ı. Merak etme Andığın zaman soru da cevap da kalmaz çünkü NOKTA konmuş herşey olmuş bitmiş olur okuyacakta okunan da kalmaz burda Gerisi Noktanın uzatılmış hali Gecenin karanlığında kalanlar için 80 yıllık Zamanda zamANLI zamaANSIZ yaşayanların Yaşar ne yaşar ne de yaşamaz durumu :))

    2. Merhaba şu üstü örtülü kelimeleri açalım Musa yola çıkacak yola çıkmak için pişmiş -balık- ( akıl ) alacak burda birden fazla anlam var deniz diye bahsedilen içinde yaşadığımız yeryüzü dünya hayatı (dünyamız) dünya rüyamız aşağıların Aşağısı (aşağı bile değil :)) ) diye tabir edilen bir nevi uyku durumu derin uyku bu uykuda olan bilinç rüya gördüğünün farkında değil rüyasını yorumlaması için derin akıl sahibi buralardan olmayan derin AKIL sahibi kendi zamanının Hazırını bulmalı nerde bulacak Kayanın yanında aslında Kaya olanda kendisi farkında değil kendini kendinde arayıp kendinde bulup uyanacağının farkında değil hep metaforlara takılıyor illa ki zihninde bir deniz manzarası yanında kayalık kayanın yanında bir kul böyle olsa bunun bize ne faydası var :)) Uyumak isyetenlere çiğ olanlara masallar anlatılır ki uyusun da büyüsünler:)) Ne yazık ki bu masallarla daha derinleşiyor uyku o yüzden uykudan uyanmış birini bulun ki o size soğuk bir su serpsin de uyanın gece rüyada bile gündüz rüyası görür de ona da bir rüya gördüm sanki gerçek gibi idi:)) derler Deniz metaforunun açılımı bizim 7 Sıfat ve 99 Esma diye anlatılan Mutlan benliğimizin, izafi kişiliğimiz ile oluşturduğu sonsuz kombinasyonu olan zaman ve zamansızlık arasında yaşayan ölü bilincimizin yaşadığı mekansal uzaydır karanlık olması kabir diye bahsedilen bedenin sınırlı esma ile sınırsız olanı kaldıramadığı, sınırlı şuur alanı olan bedende kapalı kalması.Kişi zamana kayıtlı an da sonsuz bir hareket var geçmişe gidebilirsiniz geleceğe de gidebilirsiniz bunları yatay olarak gerçekleştirebilirsiniz ama hiç bir zaman mutlak bir gelecek ve geçmişe gidemezsiniz belirsizlik ilkesi gereği aynı suda iki defa yıkanmaz ama gidebilirsiniz de (yanılsama ile) ama bütün geçmişin bilgisi olmak zorunda, olsa bile bunu yine kavrayamazsınız çünkü bütün elektronların tek tek bilgisi olmak zorunda gittiğinizde sadece alternatif olan bir evrene gidebilirsiniz o da sadece eskinin bir benzeridir mesele derin:)) dün ne yediğini bile hatırlamakta güçlük çeken beyin nerde kalmış şöyle yapmasa idim diyor ki yapmak zorunda HAKİYM ( İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece çokluk algılamasını oluşturan) ismi gereğince zıtlar her an çalışmak zorunda bu alemin yasası böyle bu Kelam da ifade ediliyor şu ayetler ile 76-) ve innehu lekasemün lev talemune azıym;
      Ki eğer bilirseniz, gerçekten bu aziym bir kasemdir (?).

      77-) inneHU leKur’ânun Keriym;
      Muhakkak ki O (aklı küll), Kur’an-ı Keriym’dir. Burası ve

      78-) fiy Kitabin meknun;
      Korunmuş/saklı bir Kitab’tadır. Buraya özellikle DİKKAT

      79-) lâ yemessuHU illel mutahherun;
      O’na arınıp tahir olanlardan başkası dokunamaz.

      80-) tenziylün min Rabbil âlemiyn;
      (Kur’an-ı Keriym) Rabb’ül Alemiyn’den tenziyl (tafsile indirme)’dir.

      81-) efeBi hazel hadiysi entüm müdhinun;
      Şimdi siz bu (Bi-) hadis’i (?) mi hafife alıp önemsemiyorsunuz/münafıkça-ahmakça davranıyorsunuz?. Biz önemsedik ve gördük Fatiha süresi ve İhlas süresini OKU yunca neden bütün Kur AN ı bir defada okumuş sayılıyoruz hiç düşündün mü? Cennet denilen yaşam yurtlarına gidildiğinde belirli isimler işlevini yitiriyor Birde Musa zaten seçilmişti Öz tarafından bu aleme inilince mecburen yasa gereği uyumak zorundasın :)) istediği kadar söz versin kişi hatırlayacağım desin denize düştü pişmiş balık düşünce buranın yasaları gereği diri akıl ( kodu balık) canlı akıl ÖLdü diye kodlanan kelime asıl anlamı unuttu zALİM oldu hatırladı Alim oldu hatırlaması da Rahmed ile idi Musa Kaya ya vurdu ASA ile 12 gözeden su fışkırdı her kavim kendi içeceği yeri bildi:)) veya denizi yardı ASA sı ile iki deniz arasında berzah (engel) vardır diyor ayet, sen bul o ayeti iki deniz birleşmez sadece bir araya gelir hiç biri sınırını aşmaz metaforları aç artık Musa gibi bildiğimiz deniz olsa gidip onu ey deniz ikiye ayrıl desen deniz hangi noktadan ikiye ayrılacak belki Musa nın açtığı deniz başka alternatif bir evren zamanına açılan bir kapı idi olamaz mı bence olur herşey bize göre oldu olacak bir üst basamakta farklı isimler ile farklı bir denizde olanlar için bizler birer ANIYIZ. Kendi hayatından bak ara dün bugün için zihinde bir anıdan andan ibaret :)) Kendinden geçmişin rüyası biter ona da Meczup derler anlamına sen bak Birde Allah alemlerden Ganidir sözü rüya sahibi kendisi ise uykuda olan da uyanacak olanda kendisi ise Sen İsen :)) Fırsat buldukça açmağa çalışırım.

  43. Selam Sonsuzluk Kulesi,

    İlk defa sitedeki yazılarla dün karşılaştım, birkaç bölüm okudum, şu ana kadar bende oluşan birikimle aynı doğrultuda olduğunu fark ettim.

    Bu bölümde yani Ademe tüm isimlerin öğretilmesi, melekler, iblis, cennet metaforunda şunu söylemek istiyorum. Anlatımı kendime göre, anladığım kadarıyla basitçe aktarıyorum. Allah kendine ait olan mutlak, bütünü temsil eden yazılımı-esmae küllehayı, zayıf, cahil, düşük boyuttaki insan bedenlerine çokluk aleminde yüklemeyi diledi. Yani negatif ve pozitif potansiyele ait sayısız alemlerin, karşılıklı etkileşim içinde tekamül etmesini diledi. Tüm bunları holografik, hayal boyutunda kendi ilminde yarattı. Çokluk boyutunda gerçekleşen negatif ve pozitif herşey O’nun iredesine uygun olarak sünnetullaha uygun, ümmül kitabda ketebe edildiği şekildedir. Adem ve zevcine ağaca yaklaşmayın derken aslında yaklaşmasını dilemiştir, iblise ademe-yani kendi yazılımını yüklediği beden formuna- secde et derken, aslında ona itaat etmemesini dilemiştir. Adem ve zevci, şeytan ve melek, cennet ve cehennem gibi tüm iki kutuplu semboller zaten bu çokluk boyutuna ait olmalı ve görevini yerine getirmelidir. Sonuçta, sembolik anlamda melek te, şeytan da ait olduğu bütünlüğün, yine aynı bütünlüğe ait olan bu dünya ve bedene bağlı bilinçli,iradeli varlıklarını hakikat farkındalığına ulaştırmak, tekamül ettirmek, arındırmak için, değişik rollerde gereğini yerine getirmektedir.

    1. Selam yeniden,
      heralde tüm bölümleri okudum, sadece muhteşem diyorum. yer yer hayrete düştüğüm cümleler de oldu. İçimde cevap bekleyen her ne varsa burada bu zamanda bulduğunu söylemeliyim. O nun lütfu ile.

    2. Selam Foremaster, Şu cümlene karşılık Adem ve zevcine ağaca yaklaşmayın derken aslında yaklaşmasını dilemiştir, iblise ademe-yani kendi yazılımını yüklediği beden formuna- secde et derken, aslında ona itaat etmemesini dilemiştir.Kuranmeali.com Fussilet Suresi 11. Ayet Śumme-stevâ ilâ-ssemâ-i vehiye duḣânun fekâle lehâ velil-ardi-/tiyâ tav’an ev kerhen kâletâ eteynâ tâ-i’în(e) Elmalılı Hamdi Yazır Meali
      Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. Ayetleri açmak gerekirse duman halindeki gök,sema diye isimlendirilen Esma’ül Hüsna (Güzel İsimler) bunu da açalım Rahman isminde bütün isimler tüm manası ile mevcuttur, özü ile ama potansiyel olarak mevcutlar GİZLİ HAZİNE Durumunda yani isimler mana olarak %100 olarak var bunlar OL buyruğuna girip varlık alacağı zaman Rahiym ismine Evrensel doğurganlığa dönüşüme uğramak zorundalar ki isimler birbiri üzerine dolansın,(ÖRNEK DNA) düğümlensin çokluk denilen olgu meydana çıksın birimsel bilinçlilik meydana gelsin her bilinç birimi diğer bilinci bir diğerine göre var veya yok kabul etsin, bilincinin genişliği,kapasitesi oranında buna da beyin düzeyi diyebiliriz eski tabirle ruh seması, göğün genişlemesi olayı, Göğü (Şuur Seması)) hakikati, özü tanıyabilecek düzeyde olan talep ediyor istiyor bu düzeyde olmayan hakikati talep etmiyor istemiyor O yüzden isteyerek ve istemeyerek ama benim buyruğumla gelin demesi. Dileğim üzere pozitif ve negatif olarak vucud bulun Kur-an B Meali YASİYN 36-) subhanelleziy halekal ezvace külleha mimma tünbitül Ardu ve min enfüsihim ve mimma lâ yalemun;
      Arz’ın inbat ettiği (bitirip büyüttüğü) şeylerden, nefslerinden ve daha bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Subhan’dır!. 12-) inna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asarehüm* ve külle şey`in ahsaynahu fiy imamin mübiyn;
      Muhakkak ki biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz… Onların takdim ettiklerini (bütün fiillerini) de bıraktıkları eserlerini (izlerini) de yazarız… Biz herşeyi İmam-ı Mubiyn (bir beyin)’de ıhsa ettik (tesbit-zabt-muhafaza ettik) !. İmam-ı Mubiyn (Esma ül Hüsna denilen isimler özelliklerin sonsuz kombinasyonu bütün özelliklerin her yönü ve her boyutuyla yazılıp saklandığı Ana Kitap
      VAKIA SÜRESİ

      75-) felâ uksimu Bi mevâkıın nücum;
      Yıldızların mevkılerine (yer aldığı yapıya) /müneccemen nazıl olan Kur’an’ın bölümlerinin indiği ve nisbet edildiği vakitlere ve mevkılerine (B sırrınca) kasem ederim.

      76-) ve innehu lekasemün lev talemune azıym;
      Ki eğer bilirseniz, gerçekten bu aziym bir kasemdir (?).

      77-) inneHU leKur’ânun Keriym;
      Muhakkak ki O (aklı küll), Kur’an-ı Keriym’dir. Burası ve

      78-) fiy Kitabin meknun;
      Korunmuş/saklı bir Kitab’tadır. Buraya özellikle DİKKAT

      79-) lâ yemessuHU illel mutahherun;
      O’na arınıp tahir olanlardan başkası dokunamaz.

      80-) tenziylün min Rabbil âlemiyn;
      (Kur’an-ı Keriym) Rabb’ül Alemiyn’den tenziyl (tafsile indirme)’dir.

      81-) efeBi hazel hadiysi entüm müdhinun;
      Şimdi siz bu (Bi-) hadis’i (?) mi hafife alıp önemsemiyorsunuz/münafıkça-ahmakça davranıyorsunuz?. Bir kaç kitap tavsiyesinde bulunabilirim daha detaylı enine boyuna anlaşılmadık nokta kalmasın diyor isen eğer Lütfi FİLİZ Noktanınn Sonsuzluğu 4 CİLT Değerli yazar Oktan KELEŞ Beyefendinin KUL-BAK BİLGE İsimli Resimli Romanını Ve yakında çıkacak olan Tengri’nin Türkü ve Kopuz Ata Eserini Salık Veririm. AŞK İLE ESİN KALIN.

      1. Selam Kim Bilir ( AdeM) bey,

        Kitap okuyamıyorum, çoğunlukla internette iş yerinde boş kaldığım zamanlar okuyabiliyorum. Çoğunlukla anlaşılması zor, perdeli kelimelerle anlatılmış o kadar çok yazı okudum.

        Son yıllarım hep sorular üzerinden gitti. Bu savaşlarda ölen, zulüm gören insanlara Allah neden yardım etmiyor dedim, Kur’anın ulaşmadığı milyarlarca insan ne olacak dedim, bana dünyayı cehennem haline getiren bilinçdışı ve arketiplerin(cinlerin) kafasına göre gelip gidişlerini sordum, hepsinin cevabı bende var artık, onun için kitap okumuyorum.
        Bunların cevabının kitaplarda olmayacağını biliyorum.

        Sorun bilmek değil zaten, hayatı yaşarken karşılaştığı her ikilemde kalbi ve aklıyla kendini mutmain edeceği bir olgunluğa ve huzura ulaşmak. Çoğumuz bir sürü ilahiyat, fıkıh bilgileriyle, şekilci kurallarla bu aşamalara geldik. Kimseye birşey söylemeye bile gerek yok. Her görüntü sadece benim için oluşuyorsa karşıdakine bir şey anlatma derdine düşmenin gereği de yok. selam ile.

  44. Tekrar Merhaba Foremaster denizler dalgalanmadan durmaz. Mutmain olmak (Tatmin olmak, sükuna ermek veya durulmak) ne hoş ne mutlu size devamlılığı sürekli olur umarım :)) Duygu durumunuz şuna benziyor, bu zamana kadar dış dünyadan gelen ama doğru olarak kabul ettiğimiz kişi ve kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ile iç dünyamızı kalın bir duvar ile ördük,şekillendirdik (elinizde olan ve olmayan nedenlerden dolayı beyin ağınız ve şuurunuz örüldü ) İç dünyanızda diri olan Rasul,sorgu melekeleriniz (zihinsel faaliyetler: akıl,fikir,sezgi,hayal,kavrama güçleriniz) tekrar sizden dirilince sizi sorgulamaya itince ölü olan zihnin yüksek ışınımlarla, düşünce gücü ile bombardımana tutulunca, hakikat gündüz aydınlığı gibi ortaya çıktı (Ay Yarıldı) diyorsunuz, eski duvar yıkıldı yeni duvar örüldü ve ben artık gerçekleri biliyorum ve bu biliş bana acı ile beraber karışık tatlı bir mutluluk hissi veriyor. Metaforların, sembollerin neye işaret ettiğini de biliyorum ve karşıdakine bir şey anlatma gereği hissetmiyorum, karşımda olan da bana bir şeyler anlatma derdine girmesin. Kimin Haddine sayın Foremaster bir şeyler anlatabilmek :( Ama Sizi Size içinizden anlatan ne güzel anlatmış,sessiz ve sözsüz anlama ve anlatma sanatı ile.İçimizde ki Rasul bize Edep Ya Hu der iken. Bizimkisi gönül sahipleri ile paylaşımda bulunmak. Ki orda şu ibare var Bir kaç kitap Tavsiyesinde bulunabilirim daha detaylı enine, boyuna Anlaşılmadık nokta kalmasın diyor isen Eğer. Sadece Foremaster adlı gönül sahibine değil bu durumda olan tüm gönül sahiplerine bir Tavsiye.

  45. Sevgili Kim Bilir ( AdeM )
    Sizden yağan müthiş açıklamalarla besleniyorum, SONSUZLUK KULESİ gibi size de sonsuz tesekkurler, hiç kesilmeden sürsün inşaALLAH

    İnnel’Ebrare yeşrebûne min ke’sin kâne mizacuha kâfura
    Ve yuskavne fiyha ke’sen kâne mizacuha zencebiyla
    Ayetleri bizler de DE açığa çıksın inşaALLAH…

  46. -Dilediğini yapıyor yaptığından soru sorulmuyor
    istemiş ki dilemiş ki sen şimdi bunları düşünüyorsun dilediği kullarını çalıştırır-
    Sizinde DİLEME konusuna değindiğiniz gibi Sonsuzluk Kulesi de , dileme ile ilgili konuda
    ’Teklik İlmi dairesinde, kulun dilemesi ve Allah’ın Meşieti (dilediğini ?! var etmesi/yaratması, dilemesi, iradesi, izni ne demek, “şaê, irade” fiilleri farkı) konusu ayrı bir başlık olarak incelenecek inşaAllah ”
    böyle bir açıklama yapmış dı
    bende bu konuyu daha detaylı anlamayı diliyorum..

    1. Sonsuzluk Kulesi detaylandıracak ise eğer :)) biz çok fazla açmadan kısa bir cevap verelim, verebilir isek eğer :))Şimdi Esma-ül Hüsna (en güzel isimler) diye anılan isimlerin açığa çıkmasını dileniliyor, burda, mutlak irade (Külli İrade,Zati İrade) söz konusu isimler kendinde zamansız,mekansız Rahiym ismine uğramadan öz potansiyel olarak varlık halindeler örnek (Su:) isimlerin Aliym ismi yönünden bilinmesini (nelerin neleri doğuracağı,tetikleyeceği) sıfat yönünden istiyor, ve buna herşeyi bilme sıfat mertebesi ismi deniliyor. (Aliym) isimler yönünden bilme dilenildiği zaman buna kısıtlı esma yönünden bilme deniliyor,eğer bu kısıtlı yönden bilinme isteği olmasa alemlerin bilinme durumu yani izafi,göreceli bilinçler,kişilikler meydana gelemeyecek Musa’nın bilişi b alık oluşu bu yönden, çokluk ve akıl burda,sınırı aşamama durumunda iki deniz :))akıl için olaylar sonsuz bir döngüde başı ve sonu olmadan sürekli yeniden ve yeniden açılmak zorunda bu böyle dilenmiş :(( Musa’nın Kırkına kadar hep uyku söz konusu aşağıların -aşağısı derin uyku .Uykudan uyanan Musa 40’ından sonraki Musa,kendi diğer alternatif izafe bilinçleri (Musaları) ile neleri yapıp neleri yapamadığını yani seçimlerini görüyor bunu şöyle düşün, esasen teklik aleminde sayı yok orda sonsuz sınırsız kelimesi dahi yok burda mecburi olarak olgular aklın suyundan olduğu için onun suyuna huyuna göre yürümek zorundayız,anlamasıda yiyeceğide bu olduğu için mecburen balık yiyoruz b alık (akıl) ile anlatmak zorundayız. Musa isimler kaydında uykuda iken kimi zaman ırmak, kimi zaman göl, kimi zaman deniz, kimi zaman okyanus :)) olduğunu bilmiyor ırmaktan çıktığı için, sadece ırmağı biliyor ne zaman ki göle düşerse gölün varlığından haberi olacak bir daha uyanacak gölden.Buna da sonsuz ve sınırsız olarak yazılmış olan ana kitaptan herkesin hangi mertebede tecellisi var ise, kitabını o kadar okuması denmiş Zati tecelliye maruz kalan kul (okyanus) dan sonsuz isim ve sonsuz sıfatlar açığa çıkmamış bir biçimde durur irade askıdadır. Mutlak Ben sıfatsız ve isimsiz olarak Hiç’liktedir. İmam Ali’nin Alllah üstünde ve altında hava olmayan Ama ‘dadır demiş bu eskinin anlayışına göre söyleyiş biz yukarıda açtık, eskilerin tekrarı ile oyalanma:)) İrade Muallaklıktan çıkınca Rahiym sonsuz sıfat ve isimler Dönüşüme giriyor 82-) innema emruhû iza erade şey’en en yekule lehu kün feyekûn;
      Bir şeyi irade ettiğinde O’nun emri ancak ona “Kün= Ol!” demesidir (zaman söz konusu değildir)… (Artık o) olur (tekevvün eder; hikmetle kevne gelir).

      Not: “Kün; Fe-Yekün” deki “kün” ile “yekünu” arasındaki, daha doğrusu “yekun”un başındaki “FE”, bir atıf edatı değil, müstakıl bir olguyu ifade eden “isti’nafiyye”dir… Bu şu demektir: “kün” ile “fe yekün” ayrı şeylerdir… “Kün” iradeye, vücuda, bidayete göredir; “Fe-yekun” onun nihayetine, kemaline göre gerçekleştirme sistemidir… Ayet’te bu, “şey”e nisbetle anlatıldığına göre herbir şey için geçerlidir; yani sistem/kendiliğinden zuhur var, ikilik/bir tanrı yok!…

      83-) fesubhanelleziy BiyediHİ melekûtü külli şey`in ve ileyHİ turceûn;
      Herşey’in melekut’u/orijini (B sırrınca kudret) elinde olan Subhan’dır… O’na rücu’ ettirileceksiniz. Kur-an B Meal OLLÖ olmuştur, ölmüştür ;ölmüştür olmuştur İsa’nın yeniden doğması:)) Tarık 11- Yemîn olsun o dönüşlü (hâlden hâle giren) göğe! sonra şunu OKU 76-) ve innehu lekasemün lev talemune azıym;
      Ki eğer bilirseniz, gerçekten bu aziym bir kasemdir (?).

      77-) inneHU leKur’ânun Keriym;
      Muhakkak ki O (aklı küll), Kur’an-ı Keriym’dir. Burası ve

      78-) fiy Kitabin meknun;
      Korunmuş/saklı bir Kitab’tadır. Buraya özellikle DİKKAT

      79-) lâ yemessuHU illel mutahherun;
      O’na arınıp tahir olanlardan başkası dokunamaz.

      80-) tenziylün min Rabbil âlemiyn;
      (Kur’an-ı Keriym) Rabb’ül Alemiyn’den tenziyl (tafsile indirme)’dir.

      81-) efeBi hazel hadiysi entüm müdhinun;
      Şimdi siz bu (Bi-) hadis’i (?) mi hafife alıp önemsemiyorsunuz/ikiyüzlü-ahmakça davranıyorsunuz?. Burda Zati okuyuş (Okyanus) söz konusu burda istenen bunun ilmi bilgisine ulaşılması,anlaşılması, kavranılması :))sonra şunu OKU 1-) El Hamdu Lillahilleziy enzele alâ abdiHİl Kitabe ve lem yec`al lehu ıveca;
      HAMD (Muhammed isminin müsemması olan yapıda, açığa çıkardığı kemalat dolayısıyla) o ALLAHa mahsustur ki, KULUna (HAMD işlevi gereği tam hali ile) KİTABı (toplu ilmi), kendisinde hiç bir eğri büğrülük/pürüz/sapma kılmaksızın (Zati şuhud hükmünce) inzal etti.

      2-) Kayyimen, li yünzire be`sen şediyden min ledünHU ve yübeşşiral mu`miniynelleziyne ya`melunes salihati enne lehüm ecran hasena;
      Dosdoğru (bir Kitab’dır) da (O KUL da dosdoğrudur, adildir)… O’nun ledünnünden/indinden/tarafından olacak şiddetli bir sıkıntı/azab’a karşı (tüm insanları) uyarsın ve salih amel işleyen (ikilikten arınmış) mü’minlere,(inananlara) kendileri için güzel bir ecir(karşılık) olduğunu müjdelesin. Bir İsmi Allah aynasında isimler ve sıfatlar sonsuz ve sınısız,Muhammed Mustafa’nın kitabı sonsuz ve sınırsız sıfatlar ve isimler idi :)) o dahi İNSANI KAMİL olduğu halde şu hitaba maruz kalıyor AHZAP 72-TOPLULUKLAR SÜRESİ ) İnna aradnel emanete ales Semavati vel ‘Ardı vel cibali feebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İnsan* innehu kâne zalumen cehula;
      Muhakkak ki biz O Emanet’i (İlahi Hüviyet), Semavat’a, Arz’a ve dağlara arzettik de Onu yüklenmekten imtina ettiler (istidatları yetmedi) ve Ondan işfak ettiler (korktular, sakındılar)… Onu İnsan (?) yüklendi… Muhakkak ki O (İnsan) çok zalim ve çok cahildir. Burada kendi kendine konuşuyor :)) Delidir deli :)) Kendi kendine konuşuyor Aklını kaybedene deli derler.Gördün mü? ne akıl nede akılsızlık Bir yol tutup gittiler :)) SORUNUN KISA CEVABI Aliym (sonsuz ve sınırsız herşeyi, her yönüyle, her boyutu tüm potansiyeli ile bilme) ismi yönünden isimlerin açığa çıkışını istiyor ki akıl sahibine kendinde eksik ve kusur olmadığını bildiriyor bu kısıtlı isimler, kapasite yönünden ele alış ki Hakiym ismi nedensellik doğsun Akıl çarkı dönsün:)) Saat 1 den 12 ye sonra tekrar Birre:)) İlahi İRADESİ, kendinden başka olmadığı için asıl OKYANUS olduğu için bir tarafta akıl kendi sonsuzluğunu ölü balık iken yaşadığını sanır iken, diri b alık devreye giriyor herşey, her sonsuz suret aslına İnsanı Kamil olarak RUCU EDİYOR :)) Ahmaklık edilen Nokta burası :)) Her halin yazılı ise İnsan Kamil olduğun NOKTADA VARDIR ELBET:)) İLAHİ SENDE:)) NOT:Yazım yanlışı var ise şimdiden özür diler tarafıma alAşılmayan noktaların soru olarak dönmesini RİCA EDERİM:))

  47. Kuranmeali.com Fussilet Suresi 11. Ayet Śumme-stevâ ilâ-ssemâ-i vehiye duḣânun fekâle lehâ velil-ardi-/tiyâ tav’an ev kerhen kâletâ eteynâ tâ-i’în(e) Elmalılı Hamdi Yazır Meali
    Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. Ayetleri açmak gerekirse duman halindeki gök,sema diye isimlendirilen Esma’ül Hüsna (Güzel İsimler) bunu da açalım Rahman isminde bütün isimler tüm manası ile mevcuttur, özü ile ama potansiyel olarak mevcutlar GİZLİ HAZİNE Durumunda yani isimler mana olarak %100 olarak var bunlar OL buyruğuna girip varlık alacağı zaman Rahiym ismine Evrensel doğurganlığa dönüşüme uğramak zorundalar ki isimler birbiri üzerine dolansın,(ÖRNEK DNA) düğümlensin çokluk denilen olgu meydana çıksın birimsel bilinçlilik meydana gelsin her bilinç birimi diğer bilinci bir diğerine göre var veya yok kabul etsin, bilincinin genişliği,kapasitesi oranında buna da beyin düzeyi diyebiliriz eski tabirle ruh seması, göğün genişlemesi olayı, Göğü (Şuur Seması)) hakikati, özü tanıyabilecek düzeyde olan talep ediyor istiyor bu düzeyde olmayan hakikati talep etmiyor istemiyor O yüzden isteyerek ve istemeyerek ama benim buyruğumla gelin demesi. Dileğim üzere pozitif ve negatif olarak vucud bulun Kur-an B Meali YASİYN 36-) subhanelleziy halekal ezvace külleha mimma tünbitül Ardu ve min enfüsihim ve mimma lâ yalemun;
    Arz’ın inbat ettiği (bitirip büyüttüğü) şeylerden, nefslerinden ve daha bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Subhan’dır!. 12-) inna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asarehüm* ve külle şey`in ahsaynahu fiy imamin mübiyn;
    Muhakkak ki biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz… Onların takdim ettiklerini (bütün fiillerini) de bıraktıkları eserlerini (izlerini) de yazarız… Biz herşeyi İmam-ı Mubiyn (bir beyin)’de ıhsa ettik (tesbit-zabt-muhafaza ettik) !. İmam-ı Mubiyn (Esma ül Hüsna denilen isimler özelliklerinin sonsuz kombinasyonu bütün özelliklerin her yönü ve her boyutuyla yazılıp saklandığı Ana Kitap. İlahi İrade birimsel, izafi kişiliklerin açığa çıkışını fiiller düzeyinde de Tam İrade etmiştir, sonsuz bir şekilde açığa çıkışını ve aşamalı olarak her bilinç düzeyinde de , vucud bulmasını yüzde yüz bir kapasite ile dilemiştir.Örneğin belirli isimlerin kombinasyonu yüzde 50 düzeyin üstüne çıkarsa terkip genişlemesi sema genişlemesi olur ve kişi bilinç sıçraması yaşar buna örnek olarak, gezegenlerin dizilimleri,anne karnında alınan astrolojik tesir,genetikten gelen bilgi,çevrenizden semanıza (şuurunuza) gelen bilgi, bilinç havuzunuza girip tetikleme yaratacak boyuta ulaşınca sıçrama gerçekleşir, okun yaydan çıkması gibi. İşte bu senaryonun başı sonu yok ve burda birde DUA (isteme,dileme) Vehhap(karşılıksız verme ,nedensiz oluşturma) ismi de işin içine girince :)) Sema melekleri yürüyen Ferdler, Mukarrep İnsan-ı Kamil ler rüyamıza pardon dünyamıza gelip bir lokma ile tacımızı,hırkamızı bizden alıyorlar:)) İdrak’ın (kavrayış) idraksizliğine ermek burda bize yetiyor fazlası ile:) Gerisi deryada yüzmek oluyor dilsiz,sessiz sözsüz bir anlık bakış ile.Yine kısaca cevap vermek gerekirse İrade, bilincin ilim ile dirilmesi ile aldığı şuurluluk sonucu kendini bilmesi ve bunun sonucunda Sonsuzluk Kulesinin her Noktasında her basamağında iradeli ve iradesiz olarak şuurlu ve şuursuz olarak istekli ve isteksiz olarak kendini bulması.Bulan ile bulunan AYNIDIR.

  48. Umarım anlamışsındır. Aslında , Öz tarafından hakikati bilemeyecek şekilde var olan isimleri (birine istemeyerek gelin diyor,diğerlerine de isteyerek gelin diyor her ikinizde buyruğum ile zorunlu olarak bir araya gelin:))Hakikati tanımak istemiyoruz uzak kalmak istiyoruz bu yüzden istemiyoruz ama zorunlu buyruğun ile , Özü talep, yakın olmayı isteyen irade edenler ile bir araya gelmeyi isteriz,mecburi karşı konulmaz İraden ile ALLAH’tan meydana gelen irade Külli İrade(dileme,vucuda getirme) kuldan birimde açığa çıkan sınırlı (Cuzi) ama sınırsız İradenin yansıması olduğu için ne kadar sınırlı görünür ise görünsün görünen hep Mutlak İrade, kulun bilgisizliği ve kavrayışsızlığı bilgi olsa bile kavrayışının yetmemesinden dolayı(isimlerin açığa çıkışı:)) hakikat hep parçalı ayrı ayrı birimler varmış hissi doğuruyor.Ama kavrayış arttığında Esması genişlemeye başlayınca A deM’e İlahi proğram gereği Tüm Esma Talim olunuyor.Çünkü soru sordu nasıl,neden,niçin deyip Gök Sema da bir hiper Nova :)) patlaması yapıp, Yıldız gibi çehresini aydınlattı.Melekler şaşa kaldı,İblis kendisine verilen vaktin sonlandığını görünce Seması başına yıkıldı.Kehf ve Kalem süresinde bağ sahipleri diye anlatılıyor bunlar:)) Ya Sema yarılacak ya Sema yıkılacak.Bu ikisi kesinleşmiş bir hüküm, arada kalanlar çatırdatanlar ve çatırdatmamak için çalışanlar.Hakikat Gündüz Aydınlığı gibi ortaya serilir:)) Bazan da misal ile anlatıyorum elimde değil:)) Bu arada seni yaradan Rabbinin adı ile oku deyince ne anlıyorsun? Ben şöyle anlıyorum Ey kulum, benim gibi bakmazsan,varlığıma :)) Okuyamazsın,Okuyamazsın,Okuyamazsın

  49. Anlamak ne demek ALİMİ esmasını bilişden hissedişe geçtim…
    SONSUZLUK KULESİNİN anlatımıyla tam bir AH HA hali

    ”Yazım yanlışı var ise şimdiden özür diler tarafıma alAşılmayan noktaların soru olarak dönmesini RİCA EDERİM:)) ”
    :)) çok naziksiniz tesekkurler
    yok herhangibir yazım yanlışınız bence yok

    anlalayamadığım konular hakkında sorularım ise devam edecek, bende cevap olarak dönülmesini RİCA EDİYORUM

  50. Bir dizi de seyrediyorum şöyle bir senaryo geçiyor…

    iki kişi var;
    biri büyükannesine doğum günüde gül yolluyor, gülleri kendi toplayıp götürüyor, bayagı bir sevap kazanıyor
    diğeri ise büyükannesine bir düzine gül vermiş ama o dört puan kaybetmiş
    neden mi, çünkü gülleri sipariş ettiği telefon kötü koşullarda üretilmiş,
    çiçekler zehirli tarım ilacıyla yetiştirilmiş
    sömürülmüş göçmen işçiler tarafından toplanmış
    binlerce km uzakdan getirilmiş bu da devasa bir karbon ayak
    izi bırakmış
    ve parada ırkçı ve kötü bir genel müdüre gitmiş

    böyle karmaşık bir dünyada şuuru-bilinci temiz tutabilmek
    -Vezkürisme Rabbike ve tebettel ileyhi tebtiyla-Rabbinin ismini zikret (hatırla) ve her şeyden kesilip sırf O’na yönel – ayetini kendimiz de nasıl açığa çıkarabilirz ?

  51. BURAYA YORUM YAZMADAN SON YORUMLARI GÖREMİYORUM
    O YUZDEN HER GÜN YAZMAK ZORUNDA KALIYRM BU UYARIYI
    VERDİĞİM RAHATSIZLIKTAN ÖTÜRÜ ÖZÜR DİLİYORUM

  52. Canan Hanım Rabbinin ismi,ama senin Rabbinin ismi, benim Rabbimin ismi değil ve hatırla diyor senden hatırlamanı istediği hangi ismin yansıması ki? Senden güneş gibi doğacak ve sende ona yönelebileceksin ayeti gerçekten okuyabildiniz mi? Herşeyden kesilmek ne demek, siz zaten bizim bildiğimiz anlamda iyi ve kötüyü ayırabilecek yetidesiniz:)) Elinizde olmayan şeyleri elinizde imiş gibi düşünmeyi bırakın, bu örneğe benzer yaşadığımız ülkede daha feci örnekler var her an kendi ellerimizle beslediğimiz.Faiz ödemede, faiz yemede öteki dediğimiz toplumlardan daha aşağıyız, bir çok konuda. Örnek doğayı kirletmek. Herşey de doğadan (esma ül hüsna )geldiği için birini kirletirseniz bir çok şeyi kirletmiş oluyorsunuz, bireysel belli bir konumda olan tümel olmayan bir konudaki eylem sınırlı bir alana yapılmış olunca problem teşkil etmez ama siz gidip de milyonları etkileyen bir akarsuya veya toprağa bu eylemi yaparsanız, milyonlarca insanın negatif,olumsuz düşünceleri sizin beyninize yönelecek ve hafızanıza yüklenecek.Beyin ağları yeni bir resim (form) çizerek değişecek. Bilinçli farkındalık (ama gündelik), bilinçsiz farkındalık(hayvanların yeme içmesi) ,alışkanlık, benlik (bireysel ben merkezci bakış açısı) beden seviyesinde gelişmemiş insanlarda daha doğrusu insansılarda olan yaşam seviyesidir ki buna hayvanlardan aşağı belkide daha şaşkın ilgili ayet Furkan 44 Em tahsebu enne ekserehum yesmeûne ev ya’kılûn(ya’kılûne), in hum illâ kel en’âmi bel hum edallu sebîlâ(sebîlen).
    Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar. Böyle karmakarışık bir dünyada bilinçli bireysel eylemlerde bulunabilirsiniz birileri kötü olan olguları beslemek için bir eylem yapıyorsa, sizde iyi olan eylem ve davranışları besleyip büyütüp yaygınlaştırabilirsiniz, ki toplum değişime ve dönüşüme başlasın. Onlar değişip,dönüşmüyor diye sizde bende değişip dönüşmem derseniz eğer, aynanız neye döner:)) Çok basit yolda giderken herkesin attığı çöpe kızıp ama bir tanesini bile yerden kaldırıp çöpe atmamak,plastikler yeryüzünü kirletiyor deyip ama onları bir torbada biriktirip geri dönüşüme yollamamak,ağaçsız olan bölgeleri veya bir sokağı görüp de ağaç ekilmemesini şikayet edipte ama kendisi bir tane bile ağaç dikmeyen hem iki yüzlü, hem dedikoducu,hem yalancı, hem örtücü olmuş oluyor. Önemli olan bizim bir tane ağaç dikmemiz,bez torba kullanmamız,cam şişemizi hep yanımızda bulundurmamız,çocuklara şeker vermemiz :)) Rab’ bın ismini anman için bütün isimlerini anlamca ne olduğunu öğrenip senin hangi ismin kaydında kaldığını görüp bundan kurtulmayı irade etmek,yaşamında açığa çıkan her şey bir ismin özelliği, ve Rab bunların açığa çıkışını İrade etmiş bunların varlık bulmak istemesi An’ ılmak sürekli Can bulmak. Ve Hakiym ismi nelerin neleri doğurduğunu bizzat gözlemlemek bunu yapabilmen için de Furkan iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmek Mani (engel olma ) Bunun için de Şuuru hakiki Hayy olan ile diriltmek Aliym (bilge) ismini açığa çıkarmak.Sürekli kendini sorguya çekip ağırlıkları atmak ve yaşamda sürekli değişen, dönüşen yeniden inşa edilen bilinciniz ile Yükselmek (Rafi). Sonsuzluk Kulesiin https://sonsuzlukkulesi.com/category/bireysel-gelisim/ zaten gerekli olan bütün bilgiler var burda. Sırf O’na yönelebilmek için O’nun kendisine yakın olan isimlerin açığa çıkarmanız gerekiyor bu gerçekleşince Veli’niz olarak size sizden karşılık verecektir. Bende Sonsuzluk Kulesiin anlatılarını sürekli olarak tekrarlıyorum (anıyorum) gözden kaçan bir nokta kalmasın aynı şekilde yazmış olduğum yorumları da. Vermiş olduğu bir çok kitap tavsiyesini aldım kütüphanemde bulunuyor onlardan da faydalanıyorum kendisinin değerli bilgi ve birikimlerinden faydalanmak sadece yazdıklarını okumak değil, hayata katmak gerekiyor,yaşama geçirilmeyen düşünceler, boşa kürek çekmek oluyor.Bilincimi temizlemek için Kehf Mağaraya sığındım :)) 28-) Vasbir nefseke mealleziyne yed`une Rabbehüm Bil ğadati vel aşiyyi yüriydune vecheHU ve la ta`dü aynake anhüm* türiydü ziynetel hayatid dünya ve la tutı` men ağfelna kalbehu an zikriNA vettebea hevahu ve kâne emruhu furuta;
    Onun vechini (zatını) dileyerek, sabah-akşam (devamlı, B sırrınca) Rablerine dua edenlerle (Allah’dan başka dilekleri olmayanlar ile) beraber, nefsine (Allah’ın sabrı ile) sabret … Dünya hayatının zinetini( bedensel ve zihinsel arzu ve istekler) dileyerek onlardan gözlerini kaydırma/ayırma… Kalbini zikrimizden (bizi anmaktan,hatırlamaktan) gafil kıldığımız, hevasına tabi olan ve işi hep aşırılık olan kimseye itaat etme. Bu arada Değerli Yazar Oktan KELEŞ Beyin Kulbak Bilge adlı eseri ve yakında çıkacak olan Kopuz ATA eserlerini alın okuyun http://www.onaltiyildiz.com/ buda Bilgi Ağı Değerli çalıştayları video olarak ve bilgi birikimleri yazı olarak mevcud farklı bakış açıları her zaman edinmek gerekiyor. Çalıştayları çok uzun saatlerce sürüyor ve ben çalıştaylarını, videolarını bir defa değil birden fazla tekrar yaparak ele alıyorum. Kitaplarını yazılarını en az az 3 defa tekrar tekrar okuyorum, aldığım bir kitabı en az üç defa okurum daha iyi anlamak,algılamak ve içselleştirmek için.Hatta sorduğum bazı soruların belirli kişilerce de sorulduğunu ama o ilgili anlatıyı kişi okumadan, yorumlarıda okumadan tekrar soru sorduğunu görüyorum buda kişide ufak bir tebessüm yaratıyor.Arı gibi çok çalışmak lazım:)) Arı gibi her çiçekten Öz’ü toplamayı Vayh edindik:)) Sana neleri vahy ettiğini görmek istiyorsan isimlerin sende ki terkip oranlamasını gör eksiğini ve kusurunu görürsen o sendeki Kusurları İRADE eder.Örter Ve sonra 13-) Nahnu nekussu aleyke nebeehüm Bil Hakk* innehüm fityetün amenu Bi Rabbihim ve zidnahüm hüda;
    (Rasûlum) Onların haberlerini Bil-Hakk (Hakk olarak) biz sana kıssa ediyoruz… Muhakkak ki onlar Rablerine (Bi-Rabbihim; B sırrıyla) iman etmiş (ilmel yakıyn) Feta’lardı… Biz de onları hidayet olarak arttırdık (aynel yakıyn muşahadesini gerçekleştirdik).

    14-) Ve rabatna alâ kulubihim iz kamu fekalu Rabbuna RabbüsSemavati vel Ardı len ned`uve min duniHİ ilahen lekad kulna izen şatata;
    Ve onların kalblerine rabıta koyduk (İlahi yakınlıkların artması ve dahası için mücahade gücü verdik) … İşte (o delikanlılar) kıyam ettiler (bir iman ve vahdet abidesi olarak dikildiler) de şöyle dediler: “Rabbimiz, Semaların ve Arz’ın Rabbi’dir… Onun yanısıra ilah (vücud, müessir) edinmeyiz… Andolsun ki eğer aksini dersek o zaman bir şatat (yani: akıl ve mantığın alamayacağı kadar saçma, aslı olmayan bir yalan) demiş oluruz”.

    15-) Haülai kavmünettehazu min duniHİ aliheten, levla ye`tune aleyhim Bi sultanin beyyin* femen azlemü mimmeniftera alellahi keziba;
    İşte şunlar (hevasını ilah edinenler);şu bizim kavmimiz O’ndan (Allah’tan) ğayrı ilahlar edindiler… Bari bu ilahları üzerine açık bir (Bi-) sultan (hüccet, delil, vücudlarına dair kuvvetli bir burhan) getirseler (müsemması olmayan isimler?) !… O halde Allah üzerine yalan düzerek iftira edenden (şirk, Allah’a bir iftiradır?) daha zalim kim olabilir ?.

    16-) Ve izı`tezeltümuhüm ve ma ya`budune illAllahe fe`vu ilel Kehfi yenşur leküm Rabbuküm min rahmetiHİ ve yüheyyi` leküm min emriküm mirfeka;
    (O delikanlılar kendi kendilerine dediler veya içlerinden biri şöyle dedi ki:) Mademki onlardan ve Allah’tan gayrı taptıklarından/kulluk yaptıklarından uzlet ettiniz, o halde (Rahmaniyet mazharı olan) o kehf’e/mağaraya sığının (riyazat, mücahade yapın) ki, Rabbiniz (Kuds-i Ruh; beyniniz) Rahmetinden (hakiki CANlılığı) sizin için neşretsin ve işinizden sizin için dayanılan şey (tecelliyat) hazırlasın.

  53. (Rasûlum) Onların haberlerini Bil-Hakk (Hakk olarak) biz sana kıssa ediyoruz…
    tabii ya …..
    bu ayet beni benden aldı çok teşekkürler….

    yazdığınız ayetlere
    Rabbi heb liy min ledünKE zürriyyeten tayyibeten, inneKE Semiy’ud du’â’…Rabbim, bana ledünnünden tertemiz bir nesil hibe et. Sen kesinlikle duamı işitensin

    Rabbena heb lena min ezvacina va zürriyyatina kurrete a’yunin vec’alna lil müttekıyne imama..
    ayetlerini de eklemek isterim
    sonrasın da bu ayet mi geliyor acaba;
    Ya Zekeriyya inna nübeşşiruke Bi ğulaminismuhu Yahyâ..Ey Zekeriya, Seni, kendisinin ismi Yahya olan bir erkek çocukla müjdeliyoruz..

  54. Merhaba Canan Hanım, soyumdam temiz bir nesil çıkar diye dua eden nebilerin bu dualarına ne kadar vakıf olduklarını tarihsel süreç içerisinde ki yerine bakın, bu arada İbni Arabi Kuran Tefsirini (Yorumlama) alın size çok şey katacaktır bende ayrıca Geylani Tefsiride var. Lütfi Filiz bu konuları 4 cildlik Noktanın Sonsuzluğu eserinde açmış, tavsiye ederim okumanızı.

  55. Ve bu arada şunu unutmayalım Muhyiddiyn (İhya edilmiş, hayat bahş edilmiş,dirilmiş ) Lütfi: Filizini yarmış, çatlatmış hayat bulmuş, lütfedilmiş.Bu kullar diri olan kullardır.Herhangi bir eserlerini okuduğunuz zaman kendilerine yönelmiş bulunursunuz. Onlar da size yönelirler sizin ile sizden konuşurlar, içinizde ki Rasul’u hatırlayın Rabbinin ayetlerini okuyan kişiler size de okurlar, diriler, ölülere salat ederler.El Varis ismine mazhardırlar, Rasul’den kendilerine akan ilmi akıtırlar.Ölü değillerdir.Varis’i Rasulullah’tırlar. AH HA’Larınızın artmasını istiyorsanız.Diriler ile beraber olun.

  56. ” Elinizde olmayan şeyleri elinizde imiş gibi düşünmeyi bırakın,
    Onlar değişip,dönüşmüyor diye sizde bende değişip dönüşmem derseniz eğer, aynanız neye döner:)) ”
    Tavsiyeleriniz gereğince kendi iç dünyama dualarım bu aşamada…

    -cennatin tecri min tahtihel enhar-ayetinin yaşanması ”kendilerine akan ilmi akıtırlar ” mı oluyor
    ”Diriler ile beraber olun ”sonsuzluk kulesi ve siz BENİM İÇİN öylesiniz bu aşamamda , minnettarım…

    Ve tevekkel alel Hayyilleziy
    Efema nahnu Bi meyyitiyn …inşaALLAH

  57. Merhaba bu elinizde olmayan şeyler konusunda Rasule’de bir uyarı var
    Kehf ( Mağara ) Süresi B Meal

    6-) Felealleke bahıun nefseke alâ asarihim in lem yu`minu Bi hazel hadiysi esefa;
    Şimdi sen, bu hadis’e (söze, Kur’an’a B sırrıyla) iman etmezlerse belki de arkalarından kendini harab edercesine (Allah sevgisi dolayısıyla Allah halkını sevme ve şefkat) üzüleceksin (öyle mi?).
    Yusuf 103 Elmalılı Hamdi Yazır
    Ve mâ ekserun nâsi ve lev haraste bi mu’minîn(mu’minîne).
    Sen ne kadar şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman edecek değildir.
    Kur AN B Meal YaSiyn Süresi
    6-) litünzire kavmen mâ ünzire abâühüm fehüm ğafilûn;
    Babaları uyarılmamış, bu yüzden (hakikatlerinden, sünnetullah’tan) gafiller olan bir kavmi uyarasın diye.

    7-) lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm la yu`minun;
    Andolsun ki onların ekseriyetinin üzerine o söz (Allah’tan perdelilik,Tanımama,Uzak kalmak) hakk olmuştur… Bu sebepden onlar iman etmezler.

    8-) inna cealnâ fiy a`nakıhim ağlâlen fehiye ilel`ezkani fehüm mukmehun;
    Muhakkak ki biz onların boyunlarında ağlal (halkalar, kayıtlar, bağlar?) oluşturduk… O (ağlal) çenelerine kadar (dayanmış) dır… Artık onlar (boyunlarını çeviremedikleri için; yani, boyun eğme-hakikatlerine itaat-teslimiyet-fena’dan engellendikleri için) başları yukarı doğru kalkıktır (dik başlılardır).

    9-) ve cealna min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feağşeynahüm fehüm lâ yubsırun;
    Onların önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed oluşturduk da böylece onları (gece karanlığı gibi) bürüdük (her yönden perdelenip kapatıldılar)… Artık onlar görmezler.

    10-) ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yu`minun;
    Onları uyarsan da uyarmasan da onlara birdir; iman etmezler!.

    11-) innema tünziru menittebeazZikre ve haşiyer Rahmane Bilğayb* febeşşirhu Bimağfiretin ve ecrin keriym;
    Sen ancak Zikre (hakikatına, Kur’ân’a) tabi olan ve Bil-gayb (gaybı-hakikatı olarak) Rahman’dan haşyet duyanı uyarırsın… Onu bir mağfiret ve keriym bir ecir ile (B sırrınca) müjdele!.

    12-) inna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asarehüm* ve külle şey`in ahsaynahu fiy imamin mübiyn;
    Muhakkak ki biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz… Onların takdim ettiklerini (bütün fiillerini) de bıraktıkları eserlerini (izlerini) de yazarız… Biz herşeyi İmam-ı Mubiyn (bir beyin)’de ıhsa ettik (tesbit-zabt-muhafaza ettik) !.

    Yusuf Suresi B Meal

    105-) Ve keeyyin min ayetin fiys Semavati vel Ardı yemürrune aleyha ve hüm anha mu`ridun;
    Semavat’ta ve Arz’da nice ayet var ki, onlar bunlardan (bu ayetlerden) yüz çevirerek onlara uğrarlar/üzerlerinden geçip giderler.

    106-) Ve ma yu`minu ekseruhüm Billahi illâ ve hüm müşrikûn;
    Onların ekseriyeti ancak müşrikler olarak (B sırrından gafil, vehmi varlıkları ile) Allah’a (B sırrınca) iman ederler.

    107-) Efeeminu en te`tiyehüm ğaşiyetün min azâbillahi ev te`tiyehümüssaatü bağteten ve hüm la yeş`urun;
    (Yoksa) onlar Allah azabından bir ğaşiye’nin (hepsini sarıp sarmalayacak bir şeyin; perdenin) kendilerine gelmesinden veya onlar farkında değillerken o saat’in (kıyamet’in, vefatın) ansızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?.

    108-) Kul hazihi sebiyliy ed`u ilellahi alâ basıyretin ene ve menittebe’aniy* ve subhanAllahi ve ma ene minel müşrikiyn;
    De ki: “İşte bu benim yolumdur; basiyret üzre Allah’a da’vet ederim… Ben ve bana tabi olanlar (bu yoldayız… Hz.Rasûlullah’ın geçmiş ve geleceklere üstünlüğü ve tasavvuf’un hakiki yeri)… SubhanAllah (hiç var olamıyorum) !.. Ben müşriklerden değilim”.

    109-) Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura* efelem yesiru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* ve ledarul ahireti hayrun lilleziynettekav* efela ta`kılun;
    Senden önce, karyeler (şehirler) halkından kendilerine vahyettiğimiz rical’den başkasını (Rasûl/Nebî) irsal etmedik (Ümmet-i Muhammed dönemindeki velayet sistemi yoktu)… Arz’da (beden’de) seyir etmediler (yürüyüp ilerlemediler) mi ki kendilerinden öncekilerin akibetinin nasıl olduğunu görsünler… Bilfiil korunanlar için Ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır… Akletmeyecekmisiniz?.

    110-) Hatta izestey`eser Rusulü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna, fenücciye men neşa`u, ve la yuraddu be`süna anil kavmil mücrimiyn;
    Ta ki Rasûller (onlardan yana) ümitlerini kestiler ve zannettiler ki kendileri yalanlandılar (va’d olunan zaferi beklediler), (işte o vakit) nusretimiz onlara (Rasûllere) geldi (Veliy oldular)… Dilediğimiz kimseler kurtarıldı… Mücrimler kavminden be’simiz (azab, zorluk) geri çevrilmez.

    111-) Lekad kâne fiy kasasıhim ıbretün li ülil elbab* ma kâne hadiysen yüftera ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey’in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu`minun;
    Andolsun ki onların kıssalarında ulul’elbab (üst akıl-öz sahipleri) için bir ibret vardır… O (Kur’an) uydurulan bir söz değildir… Fakat önünde (Levh-i Mahfuz’da) olanı tasdik eden, herşeyi tafsil eden ve iman eden bir kavim için de huda (rehber) ve rahmettir (hakiki kendini bilmekdir).

    Kendi Anahtarını eline alan Kapsını açar KELAM da herşey açık ve Net Ayetler birbirini Tefsir ( Yorumlama) eder,açıklar. Ayetlerde bir grup insan suretinde olan ama kendine İlahi Ruh NEFH edilmeyen insansı, beşerden bahsediliyor onlar sen ne kadar zorlasan da iman (güvenme,emin olma,dayanma,inanma) edecek değillerdir..Kendisine İlahi olan Ruh nehf edilenler iman edebilir.Bu kesindir tartışılacak bir konu değil.Zaten kendisine Ruh bulunan bir şekilde o Ruhun hakikatine ulaşır.İstese de istemese de YaSİYN 12 DE Söz konusu olan Muhakkak biz ölüleri diriltiriz diyor. Burada Rahman’ın anlattığı ilahi ruhu emaneti alıpta insansılar arasında kalıp üstü örtülen,diriyi biz örtülerini kaldırmak sureti ile hakiki canlılığı yaşamı bahşederiz. Yani kendimiz ile diriltiriz.Umarım anlatabilmişimdir. Yasiyn süresinde kendilerine 3 farklı gelen Rasul’den bahsediliyor ama yine iman söz konusu değil:)) İbrahiym’in kuşları İlahi RUH İlahi AŞK ilahi AKIL İlahi KALB Bu üçü ruh,aşk,akıl olmadan Kabe pardon kalp inşa edilemez.Bunlar Rasul’ler sen O Rasul’leriN kimliklerini kendin BUL.İp ucu Cebrail İLahi (AKIL ) Ruhullah İSA Aşk ve Kabe’yi sana bıraktım:))
    Cennatin tecri min tahtihel enhar-ayetinin yaşanması ”kendilerine akan ilmi akıtırlar ” mı oluyor CEVAP Evet BİLGİ VERİRLER SONRA BİLGİNİN YAŞANDIĞI ASIL EVE KOYARLAR.Ayetin birden fazla yorumu var dünyada iken dünyasal olan cenneti yaşarlar ama sonra yaşanacak olan asıl cennet değil o cennet için de Kevser Irmağında Yıkanırlar diye bir beyan var.Bu beyin yapısı ve bu biyolojik veya elektromanyetik dalga beden ile asıl cennet olan yaşam evine girmeniz mümkün değil.Girmek istediniz veya dünya gözü ile misal görmek istediniz kokusundan bir damla alsanız varlığınız yanar yeryüzüne geri döndüğünüzde burada artık yaşayamazsınız.Bu anlatılan Tuba ağacı ve siz çıkmak istediğiniz yer onun sadece toprakta kalan kökünün üst kısmı hemen sınır kapı:)) Zakkum (zıkkımın kökü) nü içenler kara kabir olan toprağın iç kısmı beden ve uzay diye nitelenen ağacın kökü :)) O yüzden o ağacın en tepesinden gelen ASIL İNSAN, İNSANI KAMİL İÇİNDE BAKIN HAYYAM NE DEMİŞ

    Saki yüzün Cemşid’in kadehinden güzel;
    Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan güzel;
    Işık saçıyor ayağını bastığın toprak,
    Bir zerresi yüz binlerce güneşten güzel.
    https://www.youtube.com/watch?v=MgZWrOmReJs dİNLEYİN BURDAN iNŞA ALLAH BİZLERDE O SAKİ’Yİ BULMA EREFİNE ERERİZ

  58. Duygu yönetimi yaparak; Yani uygun zamana uygun- cümleyi,çizgiyi , link, videoyu- yazarak-ekleyerek konun tam anlaşılmasını destekleyen zengin içerik de ki yorumlarınızla Sonsuzluk Kulesin de geçen ”Entellektüel=Kalbi işlek çalışan ” tanımlamasını tam karşılığı gibisiniz…

    sorularım devam edecek dir bu yüzdendir ki…

  59. Ka- L- Be İbrahiym AŞK Muhammed hER .Bir basamağında vucud bulan ERin kendisidir. Kavurur Kül’e, Savurur Aşk ile Kendinden Kendine, gEL DeM’İN Keyfini SüR A dem’den H a D e M ‘E , kAŞInın ortasına yazmış nOkta ile .B İkİ YaY Arası ya HU D AHA yAKIN Ta İbrahiym Ha MuhamMeD aH aT mİYM Elif A DEM suretinden oldu Ah MeD An Bul Bul An Aşk Ol-SuN

    https://www.youtube.com/watch?v=TK7Mc6Ic4_U

  60. Kelam da harf olarak başlayan süreler var, giriş kısımlarında http://kuran-b-meal.blogspot.com/2010/09/2-bakara-suresi.html Burdan kısa bir okuma yap Mutlak Zatın kendi haricinde, ikinci bir mevcut bulunmadığı için kendi kendini dost ve sevgili edinmiş sonra bunları kelamda kendini kendinde bulduğu AN’DA kendine açmış, yani buralar sadr, sad gönlün (arzın ve semanın yarılması -neşr- edilmesi) açılıp yarılmasıyla okunucak olan kelimeler Ra (Alemlerin Rabbi olarak dileğine vucud vermesi,dilediği şekilde tasarrufuna ) Nun ( Kendini yazıp,okuduğuna) Kaf (Mutlak Benliğine,dağ gibi benlikleri yüzdürenin her seyredenin seyrinin kendi olduğuna ) Elif ( Mutlak hayat sahibi oluşuna ) Lam (varlığında daim,kayyum ezeli oluşuna ) Miym ( Muhammedi surette bütün varlığını seyredişine) Tekrar Ra dersek burda, birimsel izafi varlıkta: Ben sizin Rabbiniz Değilmiyim :)) işte bu Harfleri OKU’yanada İkra,Kıraat, OKU’ Nan KISACA KUR-AN DEMİŞ VAKIA (BÜYÜK OLAY 25-) lâ yesmeune fiyha lağven ve la te’siyma;
    Orada ne bir lağv (boş, batıl-fani) söz duyarlar ve ne de günah olan birşey. BAKARA SURESİ (SIĞIR SURESİ) 37-) Fetelakka Ademü min Rabbihı kelimatin fetabe aleyhi, inneHU HUvetTevvaburRahîym;
    Derken Adem Rabbinden bir takım kelimeler telakkı etti de bunun üzerine O da tevbesini (pişmanlığını) kabul etti… Gerçek ki O Tevvab, Rahıym’dir.
    S ÖZÜN ÖZÜ AN BÜL BÜL AN AŞK OLSUN

  61. “âyette Âdem’in Halife olarak vasıflandırılması (ceâle) esnasında yeryüzünde zâten fesat çıkarmakta (yüfsidü), kan dökmekte olan varlıklardan (yesfiküd dima’) bahsedilmektedir.”
    Bu kadar aydınlanmış bir yazıda bu hatalı ifadeyi gördüğüme üzüldüm. Melekler bunu geniş zamanda soruyorlar. Atama da geniş zamanda oluyor. İnsan olmayan yaratıklar bozgunculuk çıkaramazlar. Bakteriler, bitkiler, hayvanlar kan dökemezler. Soru doğrudan Adem (ve sonrası) için soruluyor, Homo Erektus vb. için değil. Soru her kuşakta yeniden soruluyor (çünkü geniş zaman). Allah her kuşakta meleklere yeniden “bakın, ardıl (halife değil) atayıcıyım” diyor. Her kuşak öncekinden daha büyük bozgun yapıyor. Bu da meleklerin sorusunun gerekçesi oluyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir