Riyazet: Dengeli Yaşam

riyazat-duygularTasavvufta riyazet başta olmak üzere, seyr-i süluk bir araç olarak kullanılmış ve mertebelere ayrılmış. Bunun bize verdiği nedir ? Bunu, riyazetin kendisini uygulamak yerine, riyazetin bize kattığı hali anlayarak bir sonraki aşamayı idrak yoluyla kavrayamaz mıyız ?

Plasebo Aydınlanma paylaşımımda da belirttiğim üzere, gürültülü insan zihninin o gürültü, belirsizlik içerisinde hızlıca yol bulabilmesi, aklına yaklaştırılabilmesi için yapılmış kategorizasyonun bir sonucu mertebeler ve diğer bir çok kavram.. Neye işaret edilmek istendiğinin yaşamda somut olarak karşılığını bularak anlayıp takılmadan geçmek gerekiyor.

Riyazet nedir?

Genel olarak, dünyevi zevklerden vazgeçme, yeme-içme-cinsellikten azaltma olarak tanımlanan riyazet kavramı üzerinden gidersek..

Aslı itibariyle dürtü ve duygulardaki dengeyi akıl/ruh/idrak ile sağlayarak orta yolu bulmak ve bu doğrultuda yaşamaktır, riyazet. Fıtratın ötesinde, aşırılaş(tırıl)mış dürtülerden özgür bir şekilde gerektiği kadar yemek, içmek, uyumak, konuşmak…  Nefsin/zihnin, bedenin temel, asgari ihtiyaçlarını ona sağlamak. Yoksa, genel kanaatin aksine, arınma maksadıyla nefsi doğal gereksinimlerinde dahi ezip hissizleştirip ona eziyet çektirmek, nefse düşman kesilmek, Kur’an’ın nefsi temizleyen ve aslını hatırlamasını sağlayan yöntemlerine uygun gözükmüyor.

Riyazetin nefsi -ilk anda akla gelen- uzun süreli açlık ve susuzlukla terbiye etme yöntemi olmadığını, Kur’an’da bu tarzda bir terbiye (programlama) metodundan bahsetmemesinden de anlayabiliyoruz!.. Nefsin terbiye metodu, takva ilkelerine yönelip (Salât) bu değerleri sürekli olarak gündemimizde tutmak (Zikir), yaşamak (Salih Amel); değerlerin ihmal edildiği konularda ise kefareti/örtücüsü olarak Eğitimine/İtikafa/Yoğunlaşmaya girmek (Savm-Oruç) şeklinde vurgulanmış.

İlk inen ayetlerde, nefsi paklama adına malımızdan vermemiz önerilmiş mesela.

“O ki malını veriyor, arınıyor.” 92:18

“Onların mallarından sadaka al ve onunla, onları temizle (taharet), saflaştır (tezkiye)” 9:103

Neden bu eylem ön plana çıkartılmış? “Zekat” kelimesi neden “temizle(n)me, saflaşma” anlamına geliyor acaba ? Sadaka (kamuya katkı, vergi) insanı nasıl temizleyebilmekte? Bizdeki hangi aşırılaşmış duygunun ehlileşmesi amaçlanmış?

Bu nedenle Kur’an odaklı, kaynak din anlayışı ile irtibatı kopuk, Hinduizm/Budizm metotlarından esinlenerek günümüze kadar gelmiş kimi klasik tarikat anlayışlarındaki riyazet doğal veya fıtri görünmüyor.

Tarikatların ilk çıktığı dönemlerde (11., 12. yy) yaygınlaşan ve günümüze kadar ulaşan Uzak Doğu menşeili bu metotlar yaygınlaşınca İmam Rabbani de Mektubat eserinde (313. mektup) bu durumu şöyle eleştirmiştir:

Çokça aç kalmak, yemek işlerinde orta yollu olmaktan daha kolaydır. Böyle riyazetleri câhiller beğenirAralarında riyazetler yayılır, şöhrete ve âfete sebep olur; sonu kötü olur. Orta halli olmak, çok aç kalmaktan daha faziletlidir.

İnsanın aklının iyi çalışabilmesi ve nefsi ile güzelce cihat edebilmesi için güçlü, enerjik ve zinde olması lazım.

Tefekkürü bol olan kişi, kaliteli bir uyku uyumalı..

Beyni fazla çalıştığından, hayvansal gıdaları (kırmızı et, balık eti) ihmal etmemeli, ama fazla da tüketmeden.

Vücudu bitkinleştirecek, bacakları titretecek kadar az; rehavete, tembelliğe düşürecek kadar çok yememeli.. Uzun süreli değil, kısa süreli (~1 saatlik) tam açlık hissi.. Tam açlık halinde midenin salgılayacağı ghrelin hormonu hafızanın güçlenmesini, vücudun dinçleşmesini sağlıyor.

Bilimsel çalışmaların tavsiyesi, karbonhidrat odaklı yerine, protein (kalorisi düşük, pahası yüksek), ve Omega-3, -9 yağları ağırlıklı diyetler. Karbonhidrat ağırlıklı diyetler, kalitesiz, basit şekerli mamulleri (şeker, poğaça, simit, beyaz ekmek vs.), hele bir de trans-yağlı yiyecekler sinir hücrelerinin iletim hızını düşürerek beynin çalışma hızını azaltıyor. Bu alışkanlık da 6 ay gibi kısa bir sürede kişiyi kasvetli, enerjisi düşük, depresif bir kişiliğe dönüştürüyor.

Tefekkürü ile aklı/idrakı güçlenmiş, duygularını kontrol edebilen, kendini madde beden olarak hissedişi zamanla azalmış insanların vücutları ise önü tıkanmamış duyguların ekstra enerjisi ile otomatikman az yemeye, içmeye, uyumaya kendini adapte etmiştir (Rableri katında rızıklanırlar). Şeffaf bir beden fazlasını kabul etmez zaten. Ama ne yazık ki, kısa yoldan aydınlanabilme güdüsüyle, (Bknz. ilgili yazı Plasebo Aydınlıkta kaybolmadan..) dinin ana eksenindeki öz, öncelikli eylemleri hakkıyla gerçekleştirmeyip, şeffaf bir madde beden hissine sahip kişileri taklitle, kalıplarına uymayan riyazetlere yönelebiliyor insanlar.

İmam Rabbani şöyle devam ediyor: Kudret sahibi olmadan sahabeleri taklide gitmek, insanı farzları ve sünnetleri yapmaktan alıkoyar, aciz bir hale getirir.

Dileyen yol olarak deneyebilir elbet; ama uzun vadede taklide giden nefste özellikle de ego boyutu kaskatı duruyor iken, tam tersi bir etki yapma ihtimali var. Nefsin ego yönü gizli gizil diliyle işkenceyi, acı çekmeyi, azabı sever çünkü. İki uç da.. Çok tüketmek nefsin kendini kaybedeceği, az tüketmek ise farklı olabilme güdüsüyle kibirleneceği durumlardır.

.. yiyin [Tüketin – değerlendirin – nasiplenin] için [içselleştirin – sindirin – hazmedin], fakat haddi aşmayın [ifrat – tefrite, aşırı uçlara gitmeyin]… (7:31)

Riyazet İdrakta!

Dolayısıyla, cevaben.. Bu tanım minvalinde, her aşama için geçerli bir ilke ve göstergedir, riyazet. Yani bir idrakın sonucu olarak kişi Şuuruyla riyazette oluyor. Bir idrakın ve idrakın getirdiği hissedişin sonucu olarak beden, kişinin elinde/bilincinde olmadan riyazette buluyor kendini. 

Herhangi bir abartılı riyazet kurgusunu idealize edip nefsi, fıtratı onu uygulamaya zorlayarakdürtü ve duyguların bastırılması ile içsel gerilim yaratmanın uzun vadede/ahirette Huzur’dan (Selam yurdundan/Dâr’us Selam) düşürme ihtimali var. Aynı düşüş, fıtrata uygun olabilse de, İnsan’da hayvanlardan farklı olarak, ivmelenerek evrilmiş, bilişsel ön-beyin bölgesinin, duygusal alt beyin bölgeleri ile çatışmasından kaynaklı, açığa çıkan ahlaki değerleri gereği, duyguların kontrolsüz salıverilmesinde de gerçekleşir malum. Her iki durum da dengeye ters gelecek, ve ifrat veya tefrit sonucu azabı doğuracak.

Diğer yandan, Risalet’in gün ışığıyla duygularımıza getirilen gözlem, dikkat yeteneği, farkındalık feneri artırılıp Huzur/Sekine peyderpey çıktıkça; paralelinde, kişi otomatikman, içinden gelecek bir şekilde itidalli yemeye, içmeye vs. meyleder, ve duyguların ifadesindeki abartı da düşer, şehveti (= şiddetli arzuları) dengelenir. Nefs fonunda yoğunlaşmış Farkındalığın ruhsal enerjisi, Nûru, duygu zeminimizde ayaklarımızın kaymasını engeller.

Zihin eğer, Risalet nuru = Evrensel değerlerin uyanıklığı ile sık sık işletilmiyor, bu doğrultuda parlatılmıyor, sekineyi/sükuneti, riyazeti = dengeyi yaşayamıyor ise, nefsimiz hakiki varlığı olmayan ve olmadığı için de varlık kazanma derdinde olan egosunun, varlık kazanabilme gerilimini boşaltmak ve tatmin olabilme adına dilenciliğini nelerle karşılar?

Arz’dan Arş’a (~zihin ötesine) dek yükselme potansiyelinin gizli kalmış içgüdüsü, aynı bilinç seviyesinde kalmayı bir süre sonra sıkar, içimizi daraltır; peki bu gizli halin dışa yankılanması nasıl olur?

İşte tüketim çılgınlığı, dedikodu, bencillik, kibir, öfke, haset, aşırı yemek, aşırı ve bozuk konuşmak, aşırı cinsellik, küçümsemek, hak yemek, hukuku çiğnemek, memnun olmayan, kavgacı kişilik, .. vs. vs. ile..

Duyguların tecrübe edildiği andaki Risalet farkındalığı, gücünü/etkisini/derinliğini ise, kendimizle baş başa kaldığımız, ama hayattan da kopuk olmayan minik inzivalarla (vakitli Salâtlarla), ilimle, gece yaşamımızda (boş işler – sözlerden uzak durmak, çok konuşmamak, tefekkür, şükür, dua, vs.) yapacağımız muhasebe, murakabelerden alıyor.

Hayattan kopuk olan uzun süreli inzivalar da nefste “ben farklıyım” düşüncesini oluşturabilir. Evet, nefs için gerçekte zor olan.. Dikkat çekmeye çalışmadan orta halli bir hayat yaşaması (Rasul’ün ahlakı).

Malayaniye, TV’ye, sosyal paylaşım platformlarına ayırdığımız vaktin birazını kendimize ayırmak bile etkisini gösteriyor Tekamül yolculuğumuzda. Beyin tembelliğini atıyor. Tefekkür bağlantılı yazı ve notlar için bknz. Beyindeki Dedikodu, Tefekkür, Afaki Tefekkür, Sağlıklı Tefekkür için.

Evrensellikle, Varlıkla, Yaşamla olan bağlantımız ve eğitimimiz, Uluhiyete yönelişimiz (= Salât) bedeni, nefsi ve kalbi RUH bütünlüğünde tatmin ederek dengeler, riyazete sokar. Bu bağlantı ve eğitimin eyleme dökülmesi nefsteki aşırılıkları, eksiklikleri asgari ihtiyaçların giderilmesine, yaşanmasına kadar götürür ve nefsi RUH ile bütünler.

Nefsini Ruh bütünlüğünde dengeli/riyazette olarak tatmin eden insan kendinde, artık kendini gerçekleştirme, özgün bir Birey olma yolunu açabilir. Abraham Maslow’a göre piramidin tepesindeki kendini gerçekleştirmiş insan yaratıcı, cesur, azimli, sabırlı, tevekkül sahibi, güvende, iradeli, başkalarını kendinden daha çok düşünendir. Fakat, ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin alt katmanları bastırılmayıpihmal edilmeyip nefs tatmin edildikten sonra..

abraham-maslow-ihtiyaclar-hiyerarsisi

Devamı bölüm için lütfen tıklayın..

Riyazet: Dengeli Yaşam” hakkında 7 yorum

  1. Teşekkürler, yazılarınızı takip ediyorum. Ben O’yum da riyazetle ilgili şöyle bir yanıt vardı;
    “Bir deneyimden geçtikten sonra onu tekrarlamamaktır. Gereksiz olandan sakınmak riyazettir. Zevk ya da acı beklentisi içinde olmamak riyazettir. Durumu her zaman kontrol altında tutmak riyazettir. Arzu kendi başına yanlış değildir. O hayatın kendisidir, bilgide ve deneyimde büyüme, gelişme dürtüşüdür. Yanlış olan yaptığınız seçimlerdir. Küçücük bir şeyin -yiyecek, seks, güç, ün- sizi mutlu edeceğini hayal etmek kendinizi aldatmaktır. Ancak öz varlığınız kadar sınırsız ve derin bir şey sizi gerçekten, kalıcı olarak mutlu edebilir.”

  2. Kısa zaman önce bilinçaltımdan yukarı çekmeyi başardığım cümle:
    “Enerjiyi bir arada tut!”
    Meşguliyetlerden bir zırh ördük bedenimize; enerji akışından kendi payımıza düşeni nasiplenemez olduk…
    Hocam,
    Değerli yüreğinize selam olsun. Sizi okumak zırhı delen bir ok yemek kadar güzel…

  3. ”Siz ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız” ayetinde ki
    ÇUKUR olarak tanımlanan ; gölgeler, bastırılmış duygular,açlıklar, ifade edilememiş arzular, önceki yaşamlardan veya doğum öncesi ve 0-6 yaş aralığında ki TAMAMLAN(MA)MIŞLIKLAR v.b- mi oluyor…

    1. “Allah’ın İPİNE hepiniz sımsıkı sarılın.
      DAĞILIP AYRILMAYIN.
      Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
      Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle KARDEŞLER olarak sabahladınız.
      Siz, tam ATEŞ ÇUKURUnun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki doğru yolu bulursunuz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor.” (3:103)
      ATEŞ = BİR ve KARDEŞ olmama!

      Kardeş olamamanın sebepleri ise kişilerde cereyan eden tamamlanmamışlıklar..

Fatmay için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir